Siyaset, ders kitaplarının çoğunda, ‘kaynakların ve değerlerin otorite yoluyla dağıtılması’ biçiminde tanımlanır. Bu tanımın siyasetin fiilen işleyişine büyük ölçüde uyduğu söylenebilir. Hakikaten, devlet aygıtı, bir taraftan ekonomik kaynakları ve gelirleri toplum kesimleri arasında transfer eder bir taraftan da doğru olduğunu kabul ettiği değerleri eğitim başta olmak üzere çeşitli yollarla topluma dayatır.
Liberal görüş siyaseti pek sevmez. Sosyalizm ve faşizm gibi sivil toplum alanıyla devlet alanını çakıştıran radikal görüşler siyaseti yüceltir, hatta ona tapar. Sosyal demokrasi ve muhafazakârlık da siyaseti çok sever, fazlasıyla önemser. Bir başka açıdan bakılırsa, bir yaklaşımın devletçilik derecesi arttıkça siyaset sevgisi koyulaşır. Siyasette başarının ilk şartı siyaseti sevmektir. İkinci şartı devlet adına bol keseden vaatlerde bulunmaktır. Üçüncü şartı sivil toplum alanlarını devlet adına işgal etmeye istekli olmaktır. Bu yüzden, liberallere nispetle daha devletçi sosyal demokratlar ve muhafazakârlar daha ‘iyi’ siyasetçi olurlar, liberalleri siyasette çoğu zaman yaya bırakırlar, halk tabiriyle suya götürür susuz getirirler. Nitekim, bundan dolayıdır ki, bütün istikrarlı demokrasilerde güçlü sosyal demokrat ve muhafazakâr siyasî bloklar vardır. Liberal siyasî yapılanmalar siyasette nadiren bu iki kanat kadar güçlü ve başarılı olabilir. Bireyler açısından bakıldığında da, kişilerin, liberalleştikçe, siyasetten soğumaları ve en azından pratik siyasetten uzaklaşmaları beklenir.
Türkiye ‘de siyasetin iki ana ekseni var: DP ve CHP. Ben şahsen DP çizgisine yakın olmakla beraber şimdiye kadar hiç bir partiye üye olmadım, herhangi bir partiyle özdeşleşmedim ve bir parti için çalışmadım. Seçmen olmanın ötesine geçen bir siyasî faaliyetim olmadı. Sandığa gittiğimde de çoğu zaman sempatilerimin değil endişelerimin rehberliğine güvendim. Bir parti iktidara gelsin diye değil, sevmediğim ve korktuğum parti(ler) iktidara gelmesin diye oy kullandım.
Bu çerçevede, CHP ‘ye hayatım boyunca hiç oy vermedim ve genellikle şüpheyle baktım. Dayandığı felsefeyi ve siyaset yapış tarzını eleştiren, hatta kendi kendisini feshetmesini isteyen sert yazılar da kaleme aldım. Bununla beraber, CHP’nin demokratlaşmasını, Avrupaî anlamda sosyal demokrat çizgiye yaklaşmasını, kesin inançlarından kurtulmasını, liberal demokrasinin genel ilke ve prosedürlerine samimiyetle bağlanmasını hep istedim ve yapabildiğimce teşvik ettim. Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığa gelmesini de, özellikle ilk zamanlarında, ihtiyatlı bir iyimserlikle karşıladım. Bunu partinin sağlıklı bir yolda ilerlemesi için bir şans olarak gördüm. Tüm falsolarına ve hatalarına rağmen CHP liderinin hâlâ partisini dönüştürmek istediğini düşünüyorum. Partisinin yapısının yarattığı zorluklar ve tabanının bir kısmının -yani ulusalcıların- fanatizmi yüzünden çok zor ilerleyebildiğine, ancak, asıl hedefinin CHP’yi demokratlaştırmak olduğuna inanıyorum, inanmak istiyorum.
CHP, demokrasiye geçildiğinden beridir hiç bir seçimden tek başına iktidarı kazanarak çıkamamış olmakla beraber, devlet iktidarının önemli bir bölümünü daima kontrol etmiş önemli bir parti. Söz gelimi, Ak Parti’nin tüm icraatlarına ve bunlar için kopartılan gürültü patırtıya rağmen eğitim sistemi hâlâ CHP’nin kontrolünde. CHP ana muhalefet partisi ve ağırlığı cüssesinden fazla. Demokrasilerde muhalefet te iktidar kadar önemli ve bazen, özellikle CHP’nin durumunda, iktidar kadar etkili ve sorumlu. CHP otoriteryen kemalist sosyal demokrat çizgiyi terk edip Avrupaî anlamda sosyal demokrat çizgiye yaklaştığı ölçüde, hem kendisinin hem ülkenin önünü açabilir.
Bunun örneklerine yakın geçmişte şahit olduk. CHP başörtülü öğrencilerin din hürriyeti, ifade özgürlüğü ve eğitim hakkı önündeki engellerin kaldırılmasına dolaylı da olsa hatırı sayılır bir katkı sağladı. Olumlu duruşunu, Meclis’te başörtülü milletvekillerinin bulunmasını krize dönüştürmeyerek tekrarladı. Kızlı-erkekli öğrenci evleri tartışmasında da, geleneksel arkaik laiklik söylemine sarılmak yerine, özgürlüğe atıf yaparak doğru yer tuttu. Yaklaşan mahallî seçimler öncesinde, izleyebildiğim kadarıyla, klasik CHP ideolojisini değil, barışçıl bir pragmatizmi öne çıkarmaya çalışıyor. Ezberi güçlü, slogan tekrarlayıcı adaylar yerine sakin, yumuşak üsluplu, CHP’li olmayan toplum kesimlerini ürkütmeyecek adaylar bulmaya çalışıyor. Tek parti diktatörlüğü döneminin mirası ‘din düşmanı parti’ imajını kırmaya gayret ediyor.
Benimkisi aşırı ve temelsiz bir iyimserlik mi bilmem, ama sanki CHP daha demokrat ve toplum kesimleriyle daha barışık bir parti olmaya doğru ilerliyor. Bu yönde yürümeye devam ederse, ideolojisini ıslah eder ve siyaset yapma tarzını makulleştirirse, her zaman ve her şart altında liberal demokrasinin ilkelerine ve kurallarına bağlı kalmayı kabul ederse (yani darbelere karşı gerçekten tavır alırsa) seçmen kitleleri tarafından ödüllendirilebilir ve demokrasimize büyük katkılar sağlayabilir.
Yeni Şafak, 23 Kasım 2013