Beyrut’un Ermeni muhiti Burj Hamud geçen hafta Ermeni “yerlilerin” Suriyeli Kürt “göçmenleri” kovma girişimleri ile hareketlendi. Beyrut’ta düzenlenen anti-Esad bir protestonun ertesinde, manidar bir zamanlamayla, Taşnak partisi bu bölgede ikamet eden Suriyeli göçmenlerin evlerini terk etmelerini ve ev bölgedeki sahiplerinin de göçmenlere ev vermemelerini “rica” etti. Bu linç hareketinin altında yatan ekonomik ve sosyal birçok faktör olmasına rağmen, ateşi fitilleyen son günlerde Ortadoğu’nun en büyük ayrışmalarına sebebiyet veren meselesi, Suriye oldu…
Sakinlerinin çoğunluğunu Ermeni katliamından kaçarak Beyrut’a yerleşmiş Ermenilerin oluşturduğu Burj Hamud, bu sefer başka bir katliamın -bu katliamlar arası kıyaslama ve benzerlik kurmak mümkün olmasa da- mağdurlarına merhamet göstermedi. Suriye rejimine direnen Kürtler ile Esad’ı Ortadoğu’da kendilerine hami olarak telakki eden Taşnaklar arasındaki bu gerilim, Ortadoğu siyasetinde bazı Hristiyan grupların şu an oynadığı tehlikeli ve gayrı-ilkesel siyaset üzerine birkaç not düşmeyi gerektiriyor.
Arap dünyasında son yılda yaşanan devrim halkasına dair en heyecan verici unsurlardan biri bu devrimlerin “kimlik” çağında kimlik ötesi bir özellik arz etmeleriydi. Ne Tunus, ne de Mısır -ve hatta Libyameydanlarına damgasını vuran sloganlar belirli bir kimlik siyasetinin etrafında örülü değildi. Meydanlarda yükselen talepler, bir kimlik grubunun çıkarlarına, siyasi gündemlerine indirgenmemişti. Aksine protestocuların talebi temel insan haklarına ve onuruna saygı duyan bir siyasi otoritenin kurulması, temel yurttaşlık haklarının herkes için tesis edilmesiydi. Bu aslında göstericilerin, farklı kimlik ve ideolojilerinden bağımsız, bir “ortak kötü” algılarının olduğunu gösteren ve zımni olarak belli bir “ortak iyi” mefhumunu paylaştıklarını ima eden bir çoğulculuktu. Bunun sonucu -ve elbette sebebi olarak- sosyalistler, liberaller, İslamcılar birlikte hareket ettiler, meydanlar etnik, ideolojik ve dini farklılığı ve çoğulculuğu yansıttı.
Bu bakımdan belki de bu protestolar biraz “modası geçmiş” ya da modası geçtiği düşünmemiz beklenen bir siyaseti yansıtıyordu. Tekil bir kimlik çıkarından azade, temel hak ve özgürlük vurgusu ile bir eylemcilik ve siyaset yapma anlayışı son 30 yılda dünya siyasetinde çok da alışık olmadığımız bir mefhum, ne yazık ki. Elbette, devrim sonrası ayrışmalar, farklılaşmalar olacaktır, farklı ideolojik duruşlar yeni kurulacak rejimlerin bekası konusunda çatışacaktır. Lakin yine de bu devrimler tarihe en azından yapılış sürecindeki çoğulculukla geçecektir.
Suriye protestolarında ise benzer şekilde göstericiler bir kimlik grubu oluşturmuyor. Özellikle Kürtlerin de liderleri Meşal Temmo’nun suikasta kurban gitmesi ile kitlesel intifadaya geçmeleri akabinde, muhalefetin renkliliği daha da arttı. Fakat, Suriye’yi diğer süreçlerden ayıran özellik, protesto aleyhtarlarının bir kimlik üzerinden ve bu kimliğin belirlediği siyaset ile mevcut rejimi yani katliamları desteklemeleri. Esad ailesi ve yönetimi ile özdeşleşen, devletin zor aygıtlarında oldukça etkili olan Nusayrilerin rejime sıkı sıkı sarılmaları siyaseten anlaşılabilecek bir durum. Elbette yapmasalar daha iyi, bu rejimin ilelebet yürüyemeyeceğini ve bu desteğin rejim sonrası dönemde başlarını çok ağrıtacaklarını görmeleri tüm protestocuların temennisi. Bu pragmatik siyaset anlayışından da mühimi, ilkesel düzeyde, mevcut yönetimin ve şiddetinin aslında kendi mezheplerini zehirlediğini, kirlettiğini görmeleri elzem.
Suriye’de resmi daha karmaşık hale getiren grup ise Hıristiyanlar. Rejimle organik bir bağları olmamasına rağmen, Hıristiyan nüfusun çok büyük bir kısmı rejimle birlikte hareket ediyor. Protestolara katılmamak bir yana, rejimi baki kılmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Lübnan Hıristiyanlarının bir kısmı da bu desteğe arka çıkıyor. O kadar ki Lübnan Marunî kilisesi – Lübnan Hristiyan nüfusunun çoğunluğunu oluşturan sekt- Patriği Beşar Butros el-Rey Suriye rejiminin yıkılmasının Orta Doğudaki tüm Hıristiyanlar için bir tehlike oluşturacağına dair görüş bildirdi. Hristiyanların Esad desteğinin en önemli gerekçesi ise basit: İslami köktencilik korkusu…
Yakın zamanda Mısır’da yaşanan, Mısır’ın kadim Hristiyan grubu, Kıptilere yönelik saldırılar var olan köklü endişelerin ve bu paranoyalar üzerinden siyaset yapanların elini güçlendirdi. Fakat gözden kaçırılan nokta Kıpti nüfusun daha önce ne Mübarek, ne de halefi Sedat yönetimleri ile işbirliği yapmadığı ve bu askeri cunta rejimlerine her zaman muhalefet ettikleri gerçeği. Tahrir meydanında en çok ses veren unsurlardan biri Kıpti gruplardı.
Korku siyaseti irrasyonaliteye iten bir duygudur. Korku ile şekillenen siyaset çoğu kez korkuyu bizzat gerçek kılmaktan öte bir şeye yaramaz. Bölge Hıristiyanlarının halihazırdaki “yılana sarılma” siyasetleri da bu anlamda bir istisna değil. Siyasette ilkeyi, değerleri, prensipleri es geçtiğiniz zaman bile mazur görebileceğimiz bir pozisyon değil. Suriye’de olası bir demokrasinin kurulması için her gruba düşen sorumluluklar var. Hıristiyan gruplar için bu sorumlulukların başında gelen Esad’ın katliam ve işkencelerine öncelikle ahlaki bir yerden karşı durma basiretini göstermek. Zira siyaseten karlı olarak görülen Esad’ı destekleme stratejisinin her an tehlikeli bir Rus ruletine dönme ihtimali de ne yazık ki baki.
Bölge azınlıklarının öğrenmesi gereken temel bir siyasi kural var: çoğunlukla yaşamayı hazmetme. Bölgedeki otokrat rejimler bir şekilde çökmeye mahkûmlar, Suriye’de bugün olmasa da yarın bir şekilde meşruiyetini çoğunluktan alan bir yönetim kurulacak. Bu kaçınılmazlık karşısında, Hristiyanların kendilerini azınlık diktası ile özdeşleştirmeleri siyasi bir intihar. Siyasetin doğasına aykırı bir şekilde, kendini çoğunluk karşısında konumlandırmak ve mevcut azınlık dikta rejimindeki ısrarın bu gruplara gelecek veya güvence sağlaması oldukça düşük bir ihtimal.
Suriye’de sürdürülebilir bir demokrasiyi sağlayacak önemli unsurlardan biri Hristiyanların bu süreçte kurulacak yeni Suriye’ye katkıda bulunması, bu süreçte etkin aktör olması ve kurulacak olası bir demokratik sistemi talep ve iradeleri ile güçlendirmeleri. Azınlık hakları çoğunluğu ezen bir azınlık diktasına sahip çıkmakla korunamaz, ancak ve ancak o çoğunluk ile ortak bir gelecek tahayyülü içinde siyaset yaparak tahsis edilebilir…
Bilmem bunların aynısının Bahreyn’de Şiilerden korkan ve göstericileri paralı askerler ile vahşi şekilde bastırmaya çalışan Sünni azınlık için de geçerli olduğunu söylemeye ihtiyaç var mı?
Taraf, 10.11.2011