Celal Şengör’ün verdiği bir röportajda sarf ettiği “dışkı yedirmek işkence değildir” sözü haklı bir tepkiye yol açtı.
Konuyla ilgili söylenecek çok şey var. Ancak öncelikle Şengör’ün bu ifadesi ve röportajda sarf ettiği diğer sözlerinin düşünce ve ifade hürriyeti kapsamında yer aldığını belirtmek gerekir. Zira psiko-sosyal bir linç havası yüzünden bunu ifade eden pek kimse çıkmıyor.
Şengör’ün fikirleri sarsıcı, rahatsız edici ve ahlâken savunulamaz kötü ve yanlış fikirler olarak görüldüğü için kimse ifade hürriyeti bahsini açmaya yanaşmıyor.
İKİ TEMEL HATA
Burada iki temel hata var.
İlki, birinin ifade hürriyetine sahip olduğunu söylemekle, onun fikirlerini benimsediğinizi veya savunduğunuzu söylemiş olmazsınız.
Ne Şengör’ün, ne de geçenlerde “PKK terör örgütü değildir” diyen Tahir Elçi’nin ifade hürriyetini savunduğunuzda onların görüşlerini kabul etmiş olmazsınız. İçeriğinden bağımsız olarak sadece ifade hürriyetini savunmuş olursunuz.
Sadece bizden olanların haklarını savunmak, ötekilerinkini ise çiğnemek veya görmezden gelmek siyasî kültürümüze sirayet etmiş maalesef. Ötekinin hakkına işaret ettiğinizde tutarlı davranmış değil, ihanet etmiş olarak görülüyorsunuz.
İkinci hata ise çoğunluğun, hegemonik azınlığın veya çeşitli iktidar sahiplerinin onayladığı, beğendiği veya hararetle savunduğu fikirlerin korunma ihtiyaçlarının fiilen pek ortaya çıkmadığının bir türlü kabul edilmemesidir.
İfade hürriyeti kalkanı insanları irite eden, öfkelendiren, sarsan veya gerçeklerle bağdaşmadığı düşünülen ifadeler için elzemdir. Çünkü insanların çoğu, savunulamaz buldukları kötü ve yanlış fikirleri yasaklamak ve sahiplerini cezalandırmak konusunda hemen uzlaşıverirler.
İfade hürriyeti problemlerinde, fikrin kendisinden ziyade koşulların ve siyasî iklimin önemli olduğu unutulmamalıdır.
Şengör bugün tepki çeken ifadelerini 12 Eylül sonrası dönemde söyleseydi, muhtemelen takdir ve teşvik görürdü. Aynı dönemde, Şengör’ü eleştiren yazı ve sözlerin sahipleri ise cezalandırılırdı.
TEPKİ GÖSTEREMEYECEK MİYİZ?
Fikirlerin ifade hürriyeti kalkanına sahip olması demek; savunulamayacak kadar “kötü ve yanlış” bulunsa bile, kişilerin sırf fikirlerinden dolayı yargılanmaması ve cezalandırılmaması anlamına gelir.
Sadece hapis veya para cezası yoluyla değil, ayrıca devlet gücüyle verilebilecek (örneğin kamudaki işine son verme gibi) diğer cezalandırma yöntemlerinin de reddini içerir. Tahir Elçi hakkında dava açılması bir hataydı, Celal Şengör hakkında dava açmaya kalkışmak da benzer bir hata olacaktır.
Fikirlerin ifade hürriyeti kapsamına girmesi onlara yalnızca hukuki koruma sağlar, entelektüel ve sosyal koruma sağlamaz.
Kötücül, hatalı veya ahlâken savunulamaz bulduğumuz fikirlere karşı tepki göstermemiz ve onlarla mücadele etmemizin önünde hiç bir ahlâkî engel yoktur.
Karşı olduğumuz fikir ve ifadeleri yazı, söz veya resim gibi araçlarla çürütmek, eleştirmek ve ayıplamak en doğal hakkımız.
Ayrıca, kişiler isterlerse, sadece fikirlere değil, fikirlerin sahiplerine karşı da sosyal tepkiler verebilirler. Eğer varsa bir sosyal bağ ve etkileşimleri, kişilerin buna son vermeyi ve onları sosyal olarak dışlamayı seçmeleri meşrudur. Böyle biri ile dostluklarını kesebilirler, işten çıkarabilirler, alışveriş yapmayabilirler veya kitaplarının satın alınmaması için uğraşabilirler.
Elbette, bu şekilde verilecek tepkiler ölçülü olmalıdır. Ancak, insanlar iyi görünüyor olmanın ve destekleniyor olmanın şehvetiyle sıklıkla ölçüsüz hareket ediyorlar.
Tepkiler genellikle fikirlere karşı değil şahıslara karşı veriliyor. Şahıslara karşı küçük düşürme, aşağılama veya saldırganlık sergileme gibi davranışlar hem yanlış hem faydasızdır. Hatta bunlar belli bir sınırın ötesinde suça bile dönüşebilir.
Şengör’ün üniversitedeki odasının ve dolabının önüne protesto olsun diye “dışkı” bırakmak da ölçüsüz hatta saldırganca bir tepkidir.
Üstelik Şengör, sosyal baskı ile özür dilemek zorunda kaldıktan sonra bunun yapılması, fikre karşı çıkmak değil, kendi siyasî reklamını yapmak şeklinde yorumlanmaya açık bir davranıştır.
Yeni Yüzyıl, 27.11.2015