Bütün CHP’liler önce şu soruya içten bir cevap vermeyi denesinler:
Seçimlerden yüzde 40 gibi bir sonuçla çıksalardı, Haberal ve Balbay tahliye edilmedi diye Meclis’i boykot etmeyi, yemin törenine gitmemeyi akıllarından geçirecekler miydi?
Elbette hayır…
Eğer öyle olsaydı, seçim öncesi verdikleri demeçlerde tutuklu adaylar için mahkemeden tahliye kararları çıkmayabileceğinden normal bir sonuç olarak bahsederler miydi?
Demokrasi adına, temsil adına, millet iradesi adına edilen bütün o pabuç kadar lafların gerisinde, seçim sonuçları karşısında uğranılan hayal kırıklığının yattığı ve yapılanın amiyane tabiri ile “çamura yatmak”tan başka bir şey olmadığı besbelli…
CHP bu seçimde bir kere daha gördü ki bu ülkede, bugünkü çizgisi ile seçimden iktidar olarak çıkması mümkün değil. Bu çizgisini radikal biçimde dönüştürmesi de mümkün değil. Artık halkı korkutarak, kamplaşmaya oynayarak iktidar olması da mümkün değil. Darbe ya da yarı darbe ortamlarında aradan sıyrılıp iktidardan pay kapması da mümkün değil. Dolayısıyla, bu koşullarda Meclis’in çalışıp çalışmaması da parlamenter sistemin işleyip işlememesi de çözüm bekleyen sorunların çözülüp çözülmemesi de yeni bir anayasa yapılıp yapılmaması da önemli değil.
“Cumhuriyeti kuran parti”nin böyle umutsuz bir durumda oynayabileceği tek koz, kendi yönetemediği ülkeyi başkalarına da yönettirmemek… Kriz çıkarmak, Meclis’i düğümlemek; kendi sahip olamadığı iktidarı başkasına da yar etmemek… İzlediği bu yol oylarını daha da düşürürmüş; umurunda değil.
Yani bir tür intihar psikolojisi…
Neyse ki artık Türkiye’nin siyasi istikrarı da ekonomik gücü de isteyenin istediği zaman krize sokabileceği gibi kırılgan değil. Bir zamanlar biri birine anayasa fırlattı diye altüst olan istikrar şimdi öyle entipüften kriz denemelerine bana mısın demiyor.
Kürt cephesinde ortaya çıkan krizi ise başka türlü ele almak lazım.
Zira, bu krizin sahici bir sebebi var. Yıllardır çözülmesi ertelenmiş sorunlara dayanıyor. Yanlış devlet politikalarının, yanlış yasaların, siyasetin birçok hatasının bir araya gelip oluştuğu bir arka plana sahip. Yüzde 10 baraj gibi bir haksızlık; Terörle Mücadele Kanunu gibi antidemokratik bir yasa, fikir özgürlüğü alanındaki defolarımız, TSK’nın kimi hatalı uygulamaları üst üste gelip Kürt siyasetinin temsilinin önünde bir barikat oluşturmuş durumda.
O yüzden de bu soruna sadece “yargının takdiridir” diye bakamayız. CHP’nin yapay ve haksız boykotuyla BDP’nin özünde haklı tepkisini aynı kefeye koyamayız. BDP’yi kullandıkları üslup ve seçtikleri mücadele yöntemi açısından eleştirsek de özde mağdur edildiklerini teslim etmek durumundayız.
O yüzden, Hatip Dicle’nin ve diğer bağımsızların durumu söz konusu olduğunda siyasetin mutlaka çözüm geliştirici bir güç olarak devreye girmesi gerekiyor. Halkın yüzde 50’sinin yetki verdiği siyasi güç, çözüm bulma konusunda birinci derecede sorumludur. Üstelik, bulunan çözümün genellikle olduğu gibi palyatif değil sorunun köküne inen çözümler olması gerekiyor.
BDP’ye (ya da bağımsızlara) düşen ise iktidarın çözüm geliştirme çabalarına yardımcı olmak üzere bir an önce Meclis’e girmeleridir.
Bugün,
04.07.2011