Başbakan Davutoğlu’nun Anadolu Köy Korucuları ve Şehit Aileleri Konfederasyonu üyeleri ile yaptığı görüşmenin ayrıntıları dün basına yansıdı. Habere göre, toplantıya katılan korucular terörle mücadelede aktif görev alan köy korucularının sayısının 63 binden 46 bine gerilediğini, PKK ile aynı yöntemlerle mücadele edecek 22-35 yaşları arasında 10 bin yeni korucu kadrosunun ivedilikle tahsis edilmesini talep etmişler. Başbakan da bu talebi yerinde bulup “Kadro tahsisi hızlıca yerine getirilsin” talimatı vermiş.
Bence bu çok kötü bir haber…
Ha 46 bin korucu olmuş, ha 56 bin, ne önemi var” diyebilirsiniz, ama öyle değil….
Çünkü bu adım, bir pes edişi, vazgeçisi, geri dönüşü, buzdolabına alınan süreçten umut kesişi ima ediyor.
Köy koruculuğu denilen kurum, eski devletin PKK’yla mücadele yönteminin bir ürünüydü. Sistem kurulduğu andan itibaren temsil ettiği mantalite itibariyle çok eleştirildi. Halkın bir kısmını devlet eliyle silahlandırıp diğer kısmı üzerine salarak terörle mücadele edilemeyeceğini en baştan beri belliydi. Bölge halkını böyle “devlet yanlısı” “devlet düşmanı” diye ikiye bölüp birbirinin üstüne sürmekten daha bölücü, daha tehlikeli bir fikir olamazdı. Üstelik, bölgede hakim aşiret yapısına dayanarak örgütlenen bu yapı, yani bazı aşiretlerin devlet yanlısı olarak görülüp silahlandırılması, doğal olarak diğer aşiretleri de “PKK yanlısı” konuma itiyor, terörle savaşla aşiret savaşları içiçe giriyordu.
Ayrıca böyle bir yapının mutlaka yozlaşacağı, silahı eline geçirenlerin bu gücü nasıl kullanacaklarının kontrol edilemeyeceği ve bunun Kürt sorununu daha ağırlaştırmaktan başka bir sonuç doğurmayacağı anlatıldı.
Nitekim, herşey tahmin edildiği gibi oldu. 1985-1997 yılları arasında 23 bin 817 korucu terör suçuna karışmak, mala karşı suç işlemek, şahsa karşı suç işlemek, görevi ihmal ve suistimal gibi gerekçelerde görevden uzaklaştırılmak zorunda kalındı. Terörle mücadele için kurulan Köy Koruyuculuğu sistemi tersine döndü. Varlıklarını savaşın sürmesine borçlu oldukları için – tıpkı devlet içindeki bir kesim gibi- onlar da büyük oranda Güneydoğu’da savaşın sürmesi için çalışan bir güç haline geldiler. İktidarları savaşın sürmesine bağlı olan diğer kesimlerle kader birliği içinde yer yer barışı provoke etmeye çalıştılar.
Evet, korucuların terörle mücadelede katkıları olduğunu, şehitler verdiklerini, özellikle de istihbarat faaliyetlerinde faydalı olduklarını biliyoruz. Ama sistemin yarattığı tahribatın yanında bu yarar devede kulak kaldı.
Kürt açılımı başladığında, koruculuk sisteminin Kürt sorununun çözülmesi gereken bir parçası haline geldiği açıkça ortadaydı. O zamanlar 80 bin kişiyi kapsayan bu kurumun mümkün olduğu kadar sancısız bir şekilde, yeni mağduriyetler yaratmadan tasfiye edilmesi gerekiyordu.
Hükümet de böyle düşündü
O günlerde, 2009 Mayıs ayında Bilgi Köyü’nde büyük bir katliam oldu. Katliamının arka planında bir grup korucunun kendi özel meseleleri ve çıkarları için katliam yapıp bu katliamı PKK’nın üstüne yıkmaya çalıştıkları ortaya çıkınca, epeydir tartışılan Köy koruculuğunun tasfiyesi meselesi yeniden güncelleşti ve hükümet sistemi tasfiye etmeyi gündemine aldı. İçişleri Bakanlığı korucuların silahsızlandırılması için yasal düzenleme hazırlığına girişti.
Ne var ki bu adım koruculardan büyük tepki gördü. Ayrıca Genelkurmay’dan da homurtular geldiği söylendi. Sonra olay soğutuldu ve tasfiyeden vazgeçildi; sanırım yeni kadro almayarak zaman içinde tedricen küçültme ve eritme yolu tercih edildi.
Ama bakıyoruz şimdi, PKK’nın yeniden silaha sarılmasıyla birlikte, yararından çok daha fazla sorun üretttiği yaşanan deneyimlerle açıkça ortada olan bu sistem takviye edilerek yeniden canlandırılmaya çalışılıyor. Barış umudunu hala korumaya çalışan bölgede, bu politikanın toplumsal dokuda yaratacağı tahribat düşünülmüyor. Daha da önemlisi, bu adımın bölge halkı üzerindeki moral etkisi, “geri dönüş” algısı oluşturacağı da hesaba katılmıyor.
Evet, PKK olanca gücüyle saldırıyor
Evet, sadece kendi adına değil, uluslararası güç odaklarının Türkiye’yi kuşatma, zayıflatma ve teslim alma planlarının taşaronu olarak saldırıyor.
Evet, Türkiye çok zor bir darboğazdan geçiyor
Ama bütün bunlar, terörle mücadelenin ve halkın güvenliğini sağlamanın devletin görevi olduğu; devletin bu görevini kendi güvenlik güçleri dışında bir başka silahlı yapıya ihale edemeyeceği; bunun çok kötü sonuçlar vereceği gerçeğini değiştirmiyor.
Akşam gazetesi, 27.08.2015