Bu Kadar Güçlü Bir Orduya İhtiyacımız Var mı?

Bugün gazeteler Türkiye’nin 7,8 milyar dolarlık füze alım haberini verdiler. Bu alımın sebebi de İran’ın elinde Türk şehirlerini vurabilecek kapasitede uzun menzilli füzelerin bulunması imiş. İran’ın elindeki bu füzelere karşı bizim de 13 Patriot sistemi ile 72 adet füze almamız gerekiyormuş.

Bu kadar önemli bir konu Türkiye’nin gündemine hiç girmedi ve hiç tartışılmadı. İran bizim düşmanımız değil, Türkiye’ye saldırı niyeti taşıdığına dair en ufak bir işaret de yok. Eğer geç kalmadıysak bu konunun tartışılması gerekiyor. Bu konuda kimsenin susma hakkı yoktur. Bu para Türk ekonomisini etkileyecek çok yüksek bir paradır. Bu para,  İTO’ya göre son sel felaketinde İstanbul’un gördüğü zararın, tam 86 mislidir.

Bayram törenlerinde ordumuzun gücünü görmek hepimizi heyecanlandırıyor ve gururlandırıyor. Dünyanın en büyük ordularından birine sahip olmakla övünüyoruz. Genellikle milli savunma bütçesi Meclisten tartışmasız geçiyor, ayrıca Ordu ek ödenek talep ettiğinde de kimse buna itiraz etmiyor.

Ama bu kadar büyük bir orduya ihtiyacımız var mı?

Bazıları güçlü olmanın ne zararı var diyerek, bu soruyu anlamsız bulabilir. Bu soru da anlamsız olurdu tabii ki, eğer güçlü olmanın bir faturası olmasaydı.

Gereğinden Çok Güçlü

1974 yılında, Kıbrıs harekâtı dolayısıyla, Almanya’da televizyonlarda ve gazetelerde Türkiye’nin, Yunanistan’ın ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin silahlı kuvvetlerinin gücü karşılaştırılıyordu. Türkiye’nin dünyanın en güçlü ordularından birine sahip olduğu görülüyordu. Deniz kuvvetleri dışında Yunan ordusu Türk ordusuna göre çok zayıftı. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ise Cumhurbaşkanının muhafız alayının dışında askeri bir gücü yoktu. Televizyondaki tartışmacılardan bazıları Yunanistan ve Türkiye’nin ekonomik sıkıntılarına bakarak, bu iki devlet için savaşın çok lüks olacağını söylüyordu; buna karşı konuşmacılardan biri bu iki devleti yönetenlerin savaşa karar verirken ekonomiyi düşünmeyeceklerini, son imkânlarını da birbirinin üzerine püskürtmekten çekinmeyeceklerini söyledi.

Alman çalışma arkadaşlarım bana, Türkiye’nin neden bu kadar büyük bir orduya sahip olduğunu sordular. Ben de onlara, Türkiye’nin çok kritik bir bölgede bulunduğunu, Türkiye’ye karşı saldırgan emelleri bulunan dünya devi Sovyetler Birliği ile sınır komşusu olduğunu, etrafındaki komşularıyla arasının pek iyi olmadığını söyledim.

Ben Alman arkadaşlarıma Türkiye’de ezberlediğim şeyleri tekrarlıyordum. Alman arkadaşlarımdan biri bana, ekonomisi zayıf, milli geliri bu kadar düşük bir ülkenin çok güçlü bir ordusu olsa bile uzun zaman savaşamayacağını, Türkiye’nin ordusunun diğer komşuları için ise çok büyük, Sovyetler Birliği için ise çok küçük olduğunu söyledi.

Alman arkadaşımın söyledikleri doğru idi. Ne kadar güçlü olursa olsun, Nükleer güce sahip Sovyet ordusu karşısında Türk ordusu ancak NATO içerisinde bir anlama sahipti. Türkiye’nin Sovyetlere karşı kendini NATO içerisinde güvence altına alması herhalde doğru bir politika idi. Ama bu ortak savunma sisteminde Türkiye’nin imkânlara uygun oranda bir sorumluluk alması gerekiyordu. Gerçekte ise Türkiye NATO içerisinde imkânlarının çok üzerinde bir sorumluluk almıştı, milli gelirinin büyük bir kısmını savunmaya ayırmıştı.

Türkiye’nin komşusu Irak ve Suriye’nin silahlı kuvvetlerine karşı Türk ordusu çok büyüktü; aslında Suriye ve Irak asla Türkiye’yi tehdit edecek güçte değildiler. O zaman İran oldukça güçlü bir orduya sahipti, ama İran da Türkiye’nin CENTO’da müttefiki idi. Türkiye’nin NATO müttefiki olan Yunanistan’ın ordusu da bizimkine göre çok küçüktü.

20 yılda 150 Milyar Dolarlık Askeri Harcama

Gazeteler, 1999 yılında 20 yıl içerisinde Silahlı Kuvvetlerin modernizasyonu projesi için 150 milyar dolar harcanacağını, projenin ilk aşaması olarak 7 milyar dolarlık 250 tank satın alınması için ihalenin de aralık ayında açılacağını yazdılar. Türkiye başka hiç bir alanda böyle uzun vadeli bir harcama planı bulunmamaktadır.

Yine 1999 yılı bilgilerine göre,  “Türkiye, dünyadaki en büyük asker sayısına sahip ülkeler arasında yedinci idi. Bizim önümüzde Çin Halk Cumhuriyeti, ABD, Rusya, Hindistan, Kuzey ve Güney Kore vardı. Türkiye uzun yıllardan beri dünyadaki en büyük silah alıcıları listesinin başında yer alıyor. Türkiye, dünyanın en büyük silah ithalatçısı Ülker arasında sekizinci idi. Bu alanda bizim önümüzde Suudi Arabistan, Mısır, Japonya, Çin, Tayvan, Güney Kore ve Kuveyt vardı” (Mehmet Barlas, Yeni Şafak, 20.12.99).

Türkiye’nin 2000 yılı bütçesi bugünkü para ile 47 milyar Lira kadardı.  Devletin  2000 yılında 100 milyar dolar dış borcu, 42 milyar dolar da iç borcu vardı; yıllık borç faizi ödemesi 21 milyar, günlük borç faizi ödemesi 110 milyon dolardı.

Bu 150 milyar dolarlık askeri harcama siyasilerin hiç ilgisini çekmedi, haber üzerinde de hiç tartışma yapmadılar. Muhtemelen proje hiç kimsenin itirazı olmadan geçmiştir ve uygulanmaktadır.

150 milyar dolar çok para… Ben bu rakama kuşku ile bakıyorum, acaba gazeteler yanlış mı yazdılar, milyon yerine milyar mı yazdılar yoksa! Devlet bu para ile bütün iç ve dış borçlarını ödeyebilir, devlet gençlerin hepsine yüksek öğretim imkânı sağlayabilir, bütün yurttaşlarına iş imkânı sağlayabilir, devlet yurttaşların hepsine ücretsiz sağlık imkânı sağlayabilirdi.
 

4 AWACS 1,5 Milyar Dolar

“Türk ordusu için sipariş edilen 4 adet AWACS erken uyarı ve havadan kontrol uçağının yapımına başlandı. İlk uçak yakında gelecek. Paraları hazırlayalım. Çünkü bu uçaklar için 1,5 milyar dolar ödeyeceğiz.

Ama iş bu kadarla bitmiyor. Uçaklar, 24 saat havada uçarak, 320 km çevrede düşman uçağı var mı, düşman gemisi var mı diyerek radarlarını çalıştıracakları için devamlı benzin harcayacak. Devamlı yedek parça ihtiyaçları ve bakım masrafları olacak… Açık anlatımıyla pahalı bir iş…

Zaten onun için de bugüne kadar her ‘babayiğit’ ülke bu uçaktan satın alamadı. İnternet sitesini açtım. AWACS diye bilinen bu özel uçaklardan bugüne kadar ABD 33 adet, NATO 17 adet, İngiltere 7 adet, Fransa 4 adet, Suudi Arabistan 5 adet satın alabilmiş. Biz 4 adet AWACS uçağı ile, özel uçak siparişi verebilen 5’inci ülke oluyoruz.”

Bu bilgiyi, 18.01.2006 tarihli Milliyet gazetesinden Güngör Uras’ın köşesinden aktarıyorum. Bu haberle, o zaman, Güngör Uras’tan başka hemen kimse ilgilenmedi, hele politikacıların hiç ilgisini çekmedi, ne muhalefetin, ne de iktidarın…

Başbakan’ın 1,5 milyar dolarlık siparişi için onay verdiği günlerde Kayseri Ticaret Odası Başkanı Mustafa Çapar, Güngör Uras’a şunları söylüyor: “Kayseri Birinci Organize Sanayi Bölgesi’nde 40 fabrika var. Toplam 1 milyar dolar harcama ile ortaya çıkan bu tesislerde 30 bin işçi çalışıyor. Bu 40 fabrikadan geçen yıl 500 milyon dolarlık ihracat yapıldı. Yaklaşık 4 milyar dolar karşılığı Türk lirası değerinde mal iç piyasaya satıldı. Bu fabrikaların sahipleri 300 trilyon lira dolayında doğrudan vergi ödedi. Çalışan 30 bin işçinin ödediği vergi ve de üretilen mal ve hizmetlerin yarattığı iş hacmi nedeniyle başkalarının ödediği vergiler bu rakama dâhil değil…” (Milliyet, 30.04.2003).

2003 yılında görev yaptığım Çukurova Üniversitesinin bir yıllık bütçesi 80 trilyon lira idi. O zaman bu üniversitenin 3000’den fazla personeli ve 28.000 öğrencisi vardı. Bu 1,5 milyar dolar Çukurova Üniversitesi gibi 30 üniversitenin bütçesine bedel…

Şirketler teknolojilerini yenilerken ekonomik hesaplar yaparlar, çoğu zamanda, yeni teknolojiyle birlikte personel sayısını, ya da işçi sayısını azaltırlar. Pekiyi, Türk ordusu AWACS’ları alınca, teknolojik donanımımızı geliştirdik asker sayısını azaltalım dedi mi? Hayır, asker sayısında hiç azalma olmadı.

Türkiye İçin Soğuk Savaş Bitmedi mi?

Berlin Duvarı çökeli 20 yıl oldu. Soğuk Savaş çoktan bitti. Etrafımızdaki bütün ülkeler savunma masraflarını düşürüyorlar. Bulgarlar, Romanyalılar, Macarlar, Çekler, Slovaklar NATO’ya ve AB’ye girdiler, imkânlarını ülkelerini kalkındırmak için kullanıyorlar. Eski düşmanlarımız dost oldu, Rusya da dostumuz oldu.  Kızıl Ordu da artık sevimli orkestrası ile anılıyor.

İkinci Dünya Savaşı sonunda bazı pasifik adalarında, bazı Japon askerlerinin savaşın bittiğinden habersiz savaşı sürdürdükleri haberini duyardık. Galiba bizim devlet yöneticilerimiz hala Soğuk Savaşın bittiğinin farkında değiller. Türkiye’nin savunma masrafları ise gittikçe artıyor, asker sayısı azalmadı, silahlanmaya devam ediyor.

Esasında, Türkiye’nin savunmaya harcadığı paralar savunma bütçesinde görünenlerden ibaret değil. Çeşitli fonlardan ve diğer kaynaklardan aktarılan paralarla da savunma bütçesi destekleniyor. Türkiye’nin yıllık gelirinin yüzde 20’den fazlasının savunmaya harcandığı tahmin ediliyor.

Sorun terörle mücadele ise, herhalde terörle mücadelenin yöntemleri ile, Kızıl Ordu’ya karşı savaşın yöntemleri aynı olmasa gerekir. Mesela terörle mücadelede AVACS’ların ve en gelişmiş tankların bir faydası var mı?

Siyasiler askeri konularda hepten cahil… Ülke savunması ile ilgili bütün kararları askerler veriyor, siyasi iktidarlarda onları onaylıyor. Her konuda iktidarı yerden yere vurmak için fırsat kollayan siyasi muhalefet, askeri konularla ilgili hiçbir şeyi tartışma konusu yapmıyor. Medyanın akredite olmuş kesiminde de asker eleştirisi yer almıyor, akredite olmayan kesimi ise kendini kabul ettirme çabası içinde…

Türkiye Kocatepe’nin kendi uçaklarımız tarafından batırılışını bile tartışmadı. Tartışma bir yana bunu o zaman haber bile yapmadı. Olayı yıllar sonra Mehmet Ali Birand bir kitabında yazana kadar, Türkiye’de pek çok insan Kocatepe’yi bizim batırdığımızı bilmiyordu. “Zamanında Milliyet Gazetesi’nde görev yapmış bir ağabeyimiz beni arayıp, Kıbrıs Harekatı sırasında Türk uçakları tarafından yanlışlıkla vurularak batırılan Kocatepe Muhribi örneğini verdi: ‘Bütün gazeteciler o muhribin Türk uçakları tarafından bombalandığını biliyordu. Ama hiçbirimiz bu gerçeği yazmadık. Amacımız, ordumuzun maneviyatını etkilememek, halkımızın moralini bozmamaktı. …’ ” (Mustafa Mutlu, Vatan, 06.08.2006).
 

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et