Bir ülke ki kavramlar, çoğunlukla genel geçer anlamının dışındadır; sağı sağa, solu sola benzemez; kimin iktidar kimin muhalif olduğu kolay kolay anlaşılmaz; halkçı partiler halktan hoşlanmaz; devletçi partileri devlet sevmez; adı barış olan patiler barış istemez.
Bir ülke ki, egemenlik sözde milletindir, özde bürokrasin; iktidar mücadelesi, partiler arasında değil, hükümetle bürokrasi arasında olur; sıradan halk, partiler aracılığıyla iktidar olmak ister, seçkinler ise bürokrasi aracılıyla iktidarını sürdürmek ister.
Bir ülke ki, zihniyeti bürokrasi zihniyetidir; herkes önce bürokrattır sonra vatandaştır. Her daim bürokrat olan aydınları, paşa görünce emir eri konumuna geçerler; başbakan görünce paşa kesilirler; bir taraftan muktedir olmayan hükümetlere kafa tutarak aydınlanmış vicdanlarını rahatlatırlar, diğer taraftan gücü elinde bulunduran bürokrasiyle alttan alta iş tutarlar; zaman zaman teröre karşı durur gibi olurlar, teröristlerle birlikte devletin de silah bırakmasını da isterler.
Bir ülke ki, devleti hizmet aracından çok rant kapısıdır; söz konusu devlet olunca ne helal bellidir ne haram bellidir; saflar camiden çok bürokraside tutulur; sadece halk imamı dinlemez, cemaat de halkı dinler.
Bir ülke ki, halkın oyuyla iktidara gelmiş olan ilk başbakanı asılır; halkın oyuyla seçilen ilk cumhurbaşkanı diktatör ilan edilir; terör destekçileri demokrasi havarisi kesilir; devrim artığı eski tüfek solcular liberal bilinir.
Ve böyle bir ülkede Atilla Yayla “sen bir şeyler söyle” diyor. Söylemesine söyleyelim de neyi nasıl söyleyelim değerli hocam.