Bize Liberal Bir Dokunuş Lazım

Modernleşme süreci kimi toplumlarda yerini post moderniteye bırakırken kimi toplumlarda ise halen tamamlanamamış vaziyettedir. Ne yazık ki bulunduğumuz coğrafyada da modernleşme süreci tamamlanabilmiş değildir:

Modernleşme süreci insanoğlunun yıllar yılı birikimlerinin sonucunda ortaya çıkan rasyonel insan aklının etkinleşmesi, bilginin kutsanması ve sorgulamanın her alanda, gerçek anlamıyla uygulanmasıdır. Medeni toplumlar bu modernleşme aşamalarını tamamlayarak, fikirlerini, sosyal yapılarını ve kültürlerini, üretim mekanizmalarını ve kurumlarını yenilediler, geliştirdiler; insan odaklı ve insanlığın sorunlarını çözmeye odaklı bir sistem anlayışı ve arayışı içerisine girdiler. Bütün bu süreçler yaşanırken bu öylesine güçlü bir hâl aldı ki var olan ahlâkın bile sorgulanması acımasızca yapıldı. Bana göre Nietzsche’nin “Tanrı öldü” deyişi bu manada en çarpıcı olandır. Nietzsche yaptığı çalışmalarla alışılagelmiş ahlâkı (yaşadığı coğrafyada bu Hristiyan ahlâkıydı) sorgulayıp yenisini inşa etme hevesinde bulunmuştur ancak buna ömrü vefa etmemiştir ve bazı iddialara göre bundan kendisi de pişmanlık duymuştur. Her ne olursa olsun bu durum Batı toplumlarında modernleşme ile fikirlerin ve insan aklının ne kadar güçlendiğini göstermiştir. Bizim coğrafyamızda ise bu süreçler maalesef tam anlamıyla yaşanamamıştır.

Hiç şüphesiz modernleşme sürecinde ortaya çıkan siyasal akımlar da oldukça güçlüdür ve önemlidir. Temel olarak liberal veya sosyalist temeller üzerine kurgulanan bu fikirler halen tartışılmakta ve çalışılmaktadır. Ortaya çıkan bu fikir akımlarının, absürt ve radikal olanları hariç, çoğu insanlık onurunu, adaleti, eşitliği, özgürlüğü vaat etmektedir. Bu düşüncelerden sosyalizmi benimseyenler, yöntem olarak bireyi ve haklarını değil kolektif anlayışı ve çıkarları savunmuşlardır. Liberal ilkeler ise bireyi ve haklarını önemsemiştir. Yıllar sonra görülmüştür ki gerçek manada bireyi önemsemeyen hiçbir görüş vaatleri ne olursa olsun başarılı değildir ve olamayacaktır:

Sosyalizmi benimseyen ve uygulayan ülkeler de, kolektif bir yaşam inşa ederken; insanlık onurunu, insanlığın gelişimini, ilerlemeyi, eşitliği, özgürlüğü ve adaleti savunuyordu. Ancak bu ülkelerde yaşananlar bu vaatlerin koca bir aldatmacadan ibaret olduğunu bizlere gösterdi. Sosyalist bir anlayışın başarılı olabildiği neredeyse hiçbir alan yoktu. Kolektif çıkarlar, bireyin yaşamı söz konusu olsa dahi, bireyin çıkarından daima öndeydi. Çoğu zaman ise kolektif çıkarlardan kasıt, komünist partinin veya sistemin çıkarıydı, toplumun değildi. O tarihlerde yaşananları okuyanlar, araştıranlar görecektir ki sosyalist ülkelerde insan olmak; eğer güçlü ve sistem içerisinde ilerlemiş biri değilseniz, çekilecek çile değildi. İşin kötü yanı bu acı tecrübelere rağmen bugün bile sosyalist fikirlerin veya kolektif anlayışın temas ettiği her fikir insan aklını yok saymakta, bilgiyi bir çerçeve ile sınırlamakta ve kesinlikle sorgulamaya karşı çıkıp itaat kültürünü benimsetmektedir. Sosyalist fikirlerin temas ettiği yapılara bakıldığında ortak özelliklerin şunlar olduğu görülecektir: Bireyi önemsemez, kolektif çıkarlardan söz eder, spesifik bir amaç yoksa insanlığın kurtuluşunu, özgürlüğü, adaleti, eşitliği kullanır ve bu değerleri yalnızca kendi varlığına indirger, bireyin görevi makine gibi hareket etmek, itaat etmek, kendisine verilenle yetinmek ve asla sorgulamamaktır.

Oysa otantik liberal anlayışın en imrenilesi tarafı da tam olarak bunlarla ilgilidir: Otantik liberalizm yaşam, hürriyet ve mülkiyet haklarının bireyin dokunulmaz hakları olduğunu (hürriyet ve mülkiyet hakkı, sadece evrensel ilkelere dayalı bir hukuk anlayışı ile ‘geçici’ olarak sınırlandırılabilir) ilke olarak kabul etmiştir. Bu hakların korunması için anayasacılık anlayışına öncülük etmiştir. İnsan haklarını öncelemiş, evrensel boyutta kabul etmiş ve çeşitli arayışlara teşmil edip belli başlı mekanizmaların kurulmasını sağlamıştır. İnsanlığın gelişimi için oldukça önemli olan ticari ağları korumuş ve serbest piyasaya dayalı ekonomi ile rekabetin bireyin çıkarına olan yönünü ortaya koyabilmiştir. Fikir özgürlüğüne sahip çıkmış ve en uç fikirlerin bile dillendirilebilmesi hakkını savunmuştur. Gerçek bir demokrasinin altyapısı şüphesiz ki bu bahsettiğimiz liberal ilkelerle mümkündür.

Şimdi bir düşünelim: Ülkemizdeki bütün fikirler, bütün gruplar, siyasi partiler, yapılar vs. adları amaçları idealleri ne olursa olsun; bu temel ilkeleri benimsediğinde ne olur? Anayasamız “birey”   odaklı olsa, eğitim sistemimiz güçlü bireyler yetiştirecek altyapı ile donatılsa, dış politikasında bile “insancıl bakış” açısını geliştirmiş olan ülkemiz insan hakları ve insan onuru temelli bir yönetim-adalet sistemini gerçek manada benimsese nasıl olur?

Bu coğrafyada bütün bu ilkelerin, çeşitli fikirlere temas ettiğini düşündüğümüzde bu topraklara olan umudun/umudumuzun daha da artacağı gerçeği aşikârdır. Ülkemizde benimsenen belli ideallerin, fikirlerin, düşünce akımlarının liberal ilkelere temas etmesi, özünde liberal ilkeleri benimsemesi demek, Anadolu’ya karşılıklı anlayışın, hoşgörünün, özgürlüğün, adaletin hâkim olması demektir. “İnsanın yaşaması” demektir. Bireylerin sorgulaması, düşünmesi demektir. Özgürlüğün ışığının Anadolu çehresi ile insanlığa ışık olması demektir. Liberal ilkelerin var olması demek; ötekini de anlayabilmek, hakikatin ortaya çıkabilmesi, daha doğru olana ulaşabilmek için bütün fikirlerin özgürce söylenebilmesi, çarpışabilmesi demektir.

 

Haldun BARIŞ

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et