Türkiye’nin bugüne kadar en çok duyduğu kelime nedir diye bir araştırma yapılsa ilk sıralarda muhakkak kendisine yer bulacak olan laiklik olurdu. Buna rağmen ne olduğunu, neye tekabül ettiğini 1937’den bu yana henüz oturtmuş değiliz. Çünkü bunu başarmak hiç de kolay değil. Hele hele Türkiye’de artık bu kavramın bir karşılığını ortaya koymak, “Laiklik şudur arkadaş!” diyebileceğimiz herhangi bir ihtimal de yok. O ihtimal yıllar önce yok edildi. Bu sebepten, laiklik tartışmalarında artık laiklik tanımlamalarıyla, ne anlama geldiğini açıklamayla uğraşmak kalıcı bir çözüm olmayacak. Laikliğe bir tanım getirmek sadece bir geçiş sürecinin aracı olabilir.
Çok değil laiklik üzerine araştırma ve çalışma yapmış üç-beş kişinin yazdıklarına baktığınızda büyük farklılıkları görüp o ihtimalin neden yok olduğunu görebilirsiniz. Birisi laiklik değil laisizm dışlayıcı bir yorum diyor; kimisi laiklik değil laisite kullanılmalı diyor; kimisi laiklik tam da Fransa ve Türkiye tecrübesinde olduğu gibidir diyor; bazıları Anglo-sakson geleneğine atıfla laiklik değil sekülerizme vurgu yapılmalı diye yazıyor; bir diğeri sekülerizmi sert ve tepeden inmeci bir politika olarak yorumluyor; öteki laikliğin din ve ifade özgürlüğü manasına işaret ediyor…
Burada, “Hangi kavram üzerinde bir anlaşma var ki?” diyebilirsiniz. Haklısınız. Fakat burada bir de itirazım var.
Laiklik ile en temel hakkımız olan din, vicdan ve ibadet hürriyetimizin güvence altına alınması ümit ediliyor öyle değil mi? Bu ilke ile bu garanti altına alınmaya çalışılıyor. Gelin görün ki laikliğin farklı tanımlamaları ve yorumlamaları, insanların bu hakkını, yine bu ilkeye dayanarak sınırlandırıyor veya yok sayıyor. Sözümona böylesi önemli bir ilkenin bu kadar zıt bir tanımının ve yorumunun yapılması ve bunun da devletin devasa gücüne teslim edilmesi “kavramlara farklı yaklaşımlar olabilir” gerekçesiyle meşrulaştırılabilir mi? Böyle olduğunda nelerin olduğuna tek tek örnek olay sıralamaya gerek yok. Kendi yakın tarihimiz başlı başına bir örnek.
Bu durumda yapılacak şey laikliğin anlam ve yorum bütünlüğünü sağlamak ve bunun uğraşına soyunmak değil elbette. Zaten ne benim böyle bir iddiam var ne de böyle bir şey mümkün.
Yapılması gereken, laikliği, gerek siyasîlerin gerekse aydın ve akademiklerin toplum nezdinde tartışmaya açması ve bir geçiş süreci olarak anayasada laikliğin din ve vicdan özgürlüğünü garanti altına alan ve başka hiçbir anlamı olmadığını ifade eden özgürlükçü bir tanımının yapılmasını sağlamaktır. Bunun bir sonraki adımı da laikliğin tamamen kaldırılıp devletin, din ve vicdan hürriyetini gözeten ve koruyan bir görevi olduğunu belirtmek yeterli olacaktır.
Zira laiklik kavram olarak göbeğimizde olduğu sürece biz sorun yaşamaya mahkûmuz.
Neden böyle düşündüğüme gelince…
Laiklik denilince herkesin ağzında şu boş cümle: “Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması.”
İçi tamamen boş, ne demek istediği belirsiz, bir o kadar da ucu açık bir ifade.
Baktığımızda, özellikle Türkiye’de, laiklik adına atılan hiçbir adım bunun yani “din ve devlet işlerini birbirinden ayırmak” için yapılmadığını görüyoruz. En başta 1924 yılında kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 1937’de laiklik ilkesi getirildikten sonra da devam ettirilmiş olması bunun ayakta duran en somut örneği. Yani daha yolun başında laikliği uygulamaya koyanların “din ve devlet işlerini birbirinden ayrılması” şeklinde bir dava gütmediği görülüyor. Türkiye’de laiklik, yeni kurulan ulus devletin, dini daha “yasal” bir şekilde devlet kontrolü altına almanın bahanesi olmuştur. Birbirinden ayrıldığı falan yok. Ve öyle bir dava da yok. Zira tanımlandığı gibi devlet işlerinde dinî gerekçelerle kararlar alınmasın derdi olmuş olsaydı toplumun inancıyla, ibadetiyle, kılık-kıyafetiyle uğraşılmazdı.
Sonuç olarak laikliği “din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması” şeklinde tanımlayarak ve o yorumunu yaparak biz bu sorundan kurtulamayacağız. Laiklik yeniden ana gündemlerimizden birisi olmayı bekliyor. Çünkü kesin bir çözüm getirilmedi. Bugün Erdoğan’ın veya AK Parti’nin kendi laiklik yorumunu yaşıyoruz. Yarın farklı bir cumhurbaşkanı ve hükümetle farklı bir yorum yaşayacağız.
Naftalin Dergisi, 28 Ağustos 2019