Nisan ayında İrlanda’daydım. Toplantılardan fırsat buldukça kendimi Dublin sokaklarına vurdum. Meydanları arşınladım, parklarda oturdum, kafelerde çay içtim. İnsanların yüzlerine baktım, konuşmalarına kulak kabarttım, bağırış çağırışlarına tanık oldum, öfke ve sevinçlerine göz ucuyla baktım. En çok kentin dinginliği etkiledi. Huzurluydu insanlar. Ve bu huzur çarşıda, pazarda, otobüste, alış verişte, her alanda kendini belli ediyordu.
Anladım ki huzur, insanın üzerine çöken bir şeydi. Duyumsadığınız, farkında olmadan varlığına kapıldığınız bir şey. Sizi bir kez sarıp sarmaladı mı daha makul tavır gösteriyordunuz, hayata daha iyi niyetli bir çerçeveden bakıyordunuz. Şehrin atmosferi huzurluysa siz de payınızı alıyordunuz bundan, ruhunuz yumuşuyor, kalbiniz daha bir umutlu atıyordu. Bilmem, belki benim o dönemdeki ruh halimden kaynaklanıyordu caddelerde dolaşırken böyle bir ruh haline ne kadar çok ihtiyaç duyduğumu hissetmiş ve imrenmiştim.
Kürde huzuru çok görmek
Seçimlerden sonraki gün sabah fakülteye doğru yol alırken iki ay öncesine gider gibi oldum. Diyarbekir seçim öncesi endişeleri üzerinden atmış, rahatlamıştı. Tansiyon düşmüş, iki gün önce iki bombayla sarsılmış olmasına rağmen, mutedil bir hava sinmişti kentin üzerine. Dolmuşta insanlar gülümsüyordu. Yüzlerdeki sert hatlar silikleşmişti. Yürüyüşler değişmiş, muhabbetler daha bir sıcak olmuştu. Huzurluydu Diyarbekir ve sanki el uzatsam dokunacaktım ona.
Huzurun somut bir hal alması çok iyi geldi bana. İçim umut ile oldu. Aldığım nefesin tadını çıkarıyordum. Ancak bu durum, çok uzun sürmedi maalesef. Anlaşılan Kürde iki günlük sevinç fazlaydı. İyi şeyler olacağına dair hissiyatının güçlenmesini önlemek için yine kanlı bir tezgâh kuruldu. Yeni İhya-Der Başkanı ve HÜDAPAR üyesi Aytaç Baran, evinin önünde silahlı saldırıya uğradı ve hayatını kaybetti. Saldırının duyulmasının ardından bununla bağlantılı yeni saldırılar oldu ve üç HDP’li yaşamını yitirdi. Böylece dört vatandaşımızı daha kör bir şiddete kurban vermiş olduk.
Kör parmağım gözüne
Kör parmağım gözüne bir provokasyondu bu. Bağıra çağıra gelen bir provokasyonla HDP/PKK ve HÜDAPAR/Hizbullah tabanlarını karşı karşıya getirmek ve toplumsal barışın köküne kibrit suyu dökmeye çalıştılar. Bunun için dört günde iki meşum saldırı gerçekleştirdiler. Önce HDP mitingine bomba atarak HDP/PKK taraftarlarını sokağa dökmeyi ve diğer gruplara saldırtmayı amaçladılar. Sağduyuyla hareket edilip bu kirli hedef boşa çıkartılınca bu kez de camianın sembol isimlerinden birini katlederek aynı oyunu HÜDAPAR üzerinden sahneye koymak istediler.
Her iki olayda da failin kim olduğunu henüz bilmiyoruz. Gerçi kerameti kendinden menkul birileri anında failleri tespit ettiler, birtakım adresleri suçladılar. Bombayı İŞİD’e ve AKP’ye, Baran’ın katlini PKK’ye veya MİT’e bağladılar. Henüz daha kan kurumamışken, neyin ne olduğu açığa çıkmamışken, delilsiz ve desteksiz bu ithamlara itibar edilmemeli. Bunların kışkırtıcıların değirmenine su taşımaktan başka bir faydasının olmadığı unutulmamalı.
Faili bilmiyoruz; ama amacı görüyoruz. Zira çok belli, siyasetle hiçbir alış verişi olmayanlar dahi çok uzaklardan seçebiliyorlar yapılmak isteneni. Zamanlamaya ve hedef alınanlara bakmak kâfi. Tüm bu saldırılar Kürtler arasında bir çatışma yaratmak için planlanıyor ve tatbik ediliyor. PKK ve Hizbullah’ı her daim elleri tetikte ve birbirlerine karşı müteyakkız bir halde tutmak istiyorlar.
Sükûnet ve metanet
Bu sebeple herkes ama en başta Kürt siyasetçileri çok dikkatli olmalı. Siyasetçilerin ağır bir sorumluluğu var. Son hadiseden sonra bu sorumluğa uygun bir tavır takındılar. HDP, vakit geçirmeden cinayeti kınadı, üzüntülerini ve taziyelerini iletti, bu saldırıların iç çatışma çıkarmaya dönük olduğuna dikkat çekti. HÜDAPAR da, taraftarlarını sabırlı olmaları, tahriklere kapılmamaları ve kaosu hedefleyen oyuna gelmemeleri yönünde uyardı.
İki taraftan gelen sağduyu çağrıları, tahribatın daha derinlere inmesini önlemek açısından çok değerli. Ancak artık bundan fazlası yapılmalı. Şöyle ki: PKK ile Hizbullah arasında geçmişten gelen bir husumet var. Bu da, her zaman tetiklenebilecek bir fay hattı yaratıyor. Son iki yılda bu iki grup birçok yerde (Diyarbakır, Batman, Cizre, İdil) karşı karşıya geldiler ve can kayıpları oldu. Yaranın kapanmaması her zaman birilerinin bunu kaşımasına ve kanatmasına imkân veriyor. Dolayısıyla iki tarafın da siyasetçilerine düşen bu imkânı, provokasyona her zaman açık duran zemini ortadan kaldırmaya çalışmak olmalı.
Yaraya tuz basmak
Bunun yolu ise bir araya gelmekten ve diyalogdan geçiyor. Çözüm süreci başladığından beri, naçizane, bir noktaya dikkat çekmeye çalışıyorum. Süreçte PKK’nin siyasallaşması ve Türkler ile Kürtler arasında zarar gören bağların tamir edilmesi ve birlikte yaşama iradesinin kuvvetlendirilmesi için her alanda gerekli düzenlemeler yapılmalı. Buna şüphe yok. Ama tek başına bu yeterli olmaz. Çünkü son otuz yıllık çatışma ortamı, Kürtler arasında da çok ciddi yarılmalara sebebiyet verdi. Bu itibarla Kürtlerin de kendi aralarında barışmaları lazım.
Hepimiz burada ve birlikte yaşayacağız. Sorunlarımızı da beraber ve konuşarak çözeceğiz. Başka çaremiz yok. Siyaset dışı yollar yakın geçmişte çok denendi, bunun herkes için yıkım getirdiği acı içinde tecrübe edildi. Bu nedenle HDP ve HÜDAPAR yetkilileri mümkün olan en kısa sürede bir araya gelmeliler. Aralarındaki sorunları konuşmalılar. Demokratik mücadele dışındaki bütün müdahalelere karşı ortak tavır almalılar. Siyasi rekabete şiddet bulaştıranları açık dille mahkûm etmeliler.
Provokasyonları önlemenin, kanlı oyunları bozmanın ve barışçıl bir düzen inşa etmenin ilk şartı budur. Açık duran tarihi bir yara var. Bu yarayı kapatmak icap ediyor. Aksi takdirde dün ve bugün olduğu gibi yarın da maşalar kullanılır, taşeronlar devreye girer, yaraya tuz basılır ve biz bir parça huzura yine hasret kalırız.
Serbestiyet, 11.06.2015