Ceren Damar bir öğrenci tarafından hunharca katledilirken hepimiz bir şekilde bu suçun paydaşları olarak yanı başında duruyorduk ama hiçbirimizin suçun bize düşen kısmı ile yüzleşme cesareti yok. Çünkü bu ne ilk cinayet ne de son!..
Deve misali her yanımız eğri olduğu ve ortalama bir ahlaki çizgi oluşturamadığımız için de her gün bir yerlerde şiddete kurban giden onlarcası gibi Damar’ı da birkaç gün sonra hatırlamayacağız.
Türkiye’nin karanlık yüzü sanırım Müge Anlı’nın programlarında kendisini gösteriyor. Oraya bakmadan bu cinayetleri anlamak mümkün değil. Şehirleşemediğimiz ve medenileşemediğimiz için de bu tür cinayetlere zemin hazırlarken hep birlikte sustuk. Devleti geçtim biz insanlar sustuk.
Bir de şaşkın ve şaşırmış bir halimiz var; sanki okulda, sokakta, evimizin içinde şiddet yeniymiş gibi davranıyoruz. Halbuki şiddet hayatımızın her anında maddi ve manevi her şekilde kol geziyor. Kimi dilini, kimi yumruğunu, kimi silahını konuşturuyor.
Yıllar önce demokrasimiz neden bir türlü gelişemiyor sorusuna bir hocamız şu tespitle cevap vermişti: “Bu ülkede insanlar önce anne-babalarından, sonra kardeşlerinden, sokağa çıktıklarında büyüklerden ve arkadaşlarından, okulda öğretmeninden, erkekse askerde komutanından, kızsa kocasından dayak yer. Ve her daim devletin sopası tepelerindedir. Sürekli bir şiddet sarmalında olan bir toplumun demokrasi talebi olabilir mi?”
***
Şiddet vakaları anaokulundan üniversiteye her aşamada var. Ama biz daha çok öğretmen şiddetine odaklandığımız için veli-öğrenci şiddeti çoğu kez –öğretmen ölmedikçe- haber değeri taşımıyor.
Benim gibi kırk yaş üzeri olan ve yolu bir şekilde okuldan geçmiş her vatandaş bu ülkede öğretmen-baba-akran-büyük şiddetine maruz kalmıştır. İçimizde öğretmeninden yediği dayağı şikayet ettiği için daha lafı bitmeden bir dayak da babasından… Yemeyen sanırım nadirdir. O gün okuldaki bu şiddeti mazur gören bir neslin çocukları bugün en ufak bir ses yükseltilmesini dahi çocuğunun psikolojisini bozan bir davranış olarak görüyor.
Dün yapılan ne denli yanlış ise bugünkü serbestiyet de o denli yanlış. Öğrencilik yıllarımızdan sınıf temizlemekten, soba yakmaya kadar pek çok anımız var ve biz bunları yaparken hiçbir zaman kişiliğimizin zedelendiğini, aşağılandığımızı düşünmedik. Ama bugün okulda yere attığı çöpünü kaldırması istendiğinde, öğrenci de ailesi de bunu bir aşağılama ve kişiliğine bir saldırı olarak görüyor.
Tekrar tekrar yazıyor ve söylüyorum, 1999 Türk eğitimi için bir milattır. 8 yıllık zorunlu eğitim ve sınıf geçme yönetmeliğinin saçmalığı zaten sorunlu olan eğitim sistemimizi iyice içinden çıkılmaz hale getirdi. Bir yanda 12-15 dersin yarısından fazlasından kalsa da sınıf geçen öğrenciler ve diğer tarafta aslında başarısı ancak orta olan ama ellerine başarı belgeleri tutuşturulmuş milyonlarca öğrenci.
Ortaokulu bitiremeyecek öğrencinin liseye, liseyi bitiremeyecek öğrencinin üniversiteye taşındığı bir sistem. Ve dün bu sistemin çürük elmalarından birisi işini doğru yapmaya çalışan bir akademisyenin azraili oldu.
Devlet-ebeveyn-MEB-YÖK ve bu sisteme sesini çıkarmayan her kim varsa hepimiz suçluyuz. Adalet mekanizmanız hemen hiçbir alanda hızlı ve yerinde çalışmıyorsa insanların da (öğrencilerin de) bu açıktan yararlanmaları ve hadlerini bilmemeleri kaçınılmazdır. İşimizi doğru yapsaydık belki de bu genç katil olmayacaktı…
Kimse kusura bakmasın bu ülkede bu günlerde hâlâ bir yerlerde derslerinde öğrencileri tarafından tehdit edilen yüzlerce öğretmen-akademisyen varken yetkililerin tek yapabildikleri timsah gözyaşı dökmek.
Ateş bir kere daha düştüğü yeri yaktı. Ceren kardeşime Allahtan rahmet, yakınlarına sabır dilemekten başka bir şey gelmiyor elimden. Ya sabır…
Karar, 9 Ocak 2019