Adını “sekülerleşme” kavramı ile duyuran Volkan Ertit’in yine sıkça kullandığı bir başka kavram vardır; bir başkasının davranışından utanmak. Dürüst olmak gerekirse Volkan’ın bu kavramı abartarak kullandığını düşünmüşümdür hep. Zira utanç bulaşıcı bir duygudur, kişinin kendinden olanı da yansıtır, tekrar karşıya yansıyanı kişi kendi göğsünde yumuşatır.
Yine de bu kavramın abartılmadan kullanıldığına dün CerModern’de gerçekleşen Abbas Kiarostami söyleşisinde kani oldum. İnsan gerçekten bir başkasının kendisini tanıtması sırasında söylediklerinden, o kişiyi tanımıyor bile olsa, utanabiliyor-muş. (Bugüne kadar hakkını yemişim Ertit, özür dilerim.)
Abbas Kiarostami sadece İran Sineması’nın değil, Dünya Sineması’nın mihenk taşlarından. Keza kendisi için “sinemanın bittiği nokta” yakıştırılması yapılan çok yönetmen mevcut değil. Sanırım “yetenekli” olmanın muhtevası tek bir alanla sınırlı olmuyor, Kiarostami de fotoğraf ve şiir alanında da bir değer. Tüm bu özelliklerin dışında benim için dün, birebir temas ettiğim bir insan olarak ayrıca önem kazandı. Keza dünyanın fiziksel olarak geoid olduğunu bilen ve psikolojik olarak beşten büyük olduğunu savunan herkes gibi Kiarostami de örtük oryantalizmi fark ettiğinde bunu eleştirmekten ve bu eleştirileri net ve somut bir şekilde ortaya koymaktan geri kalmadı.
Dünkü söyleşide birazdan aktaracağım diyalogların iki temelde değerlendirilebileceği söylenebilir. Birincisi, kültürel olarak “sanatçı” kimliğine ilişkin şemalarımızla bağlantılıdır. Sosyal psikolojinin bilişsel psikolojiden ödünç aldığı şema kavramı, bilişsel psikolojide tanımlandığı gibi yalnızca nesnelere dair bir bilişsel temsille tanımlanmaz, aynı zamanda bireylerin kimliklerine dair de zihnimizde bir bilişsel temsilin varlığına vurgu yapar. Günlük hayatta karşılaştığınız her kimliği yeni baştan tanımamanızı sağladığı ve bireye bir zaman kazandırdığı için şemalar işlevseldir. Ancak bu şemalar, kalıpyargılarda da olduğu gibi, bazı olumsuz sonuçlara yol açabilir. Misal, “psikolog” şemasının içerisinde daimî olarak danışanlarla ilgilenen bir kişi bilgisinin olması her tanıştığınız yeni psikologta psikolojiyi yeniden keşfetmemenizi sağlayabilir, ancak her psikolog “hasta” görmekte olan bir klinik psikolog değildir. Aynı şekilde “sanatçı” şemasını oluştururken bu şemanın içerisine koyduğumuz bazı kavramlar ortak, ancak bazıları bireysel yaşantılarımızdan gelmektedir. Dün gerçekleşen söyleşi de göstermiştir ki karşıdaki kişinin gerçek bir “sanatçı” olup olmadığı o kişinin edimlerine değil, bireylerin şemalarına bağlı.
İkincisi, “sanatçı” şeması ile “sanat” şemasının aynı bilgileri içermesinden mütevellit bazı ortamların ve bağlamların ortak politik görüşe sahip bireylerin tahakküm alanları olduğudur. CerModern’de Abbas Kiarostami’nin sergisine gelen aykırı görüşte birinin olma ihtimali yoktur. Bu Abbas Kiarostami’nin kendisi olsa bile.
Kiarostami’ye ilk olarak sohbeti idare etmeye çabalayan kişi tarafından fotoğraflarında kullanılan sembollerin ortak bir anlamları olup olmadığı soruldu. (Aslında soru bu kadar derli toplu ifade edilmemişti ama ben Kiarostami’nin verdiği sert cevaptan sonra bu kişiye daha yumuşak davranmaya karar verdim.) “Kargaların fotoğrafını çok çekiyor olmanız karganın uğursuz bir hayvan olmasından mı?” sorusu üzerine ortalama 6 dakika herhangi bir hayvanın olumlu ya da olumsuz bir özelliğe apriori sahip olamayacağını anlattı Kiarostami bizlere. Bunların birer öğrenme olduğunu kibarca örneklerle açıkladı, İran Kültürü’nde “karganın sabun çalmasının belki de açlıktan olabileceğini” vurgulayan şairlerden bahsetti. O sırada belirli bir düzeyde utanmaya başlamıştım ki meğer yerin dibine birazdan geçecekmişim.
Soru sorma sırası salona geldiğinde sorulan ilk soru “Neden yol fotoğrafı çekiyorsunuz? İçinizdeki büyük yolun bir yansıması mı bu? Hiç yola çıktığınızda tam ortasında geriye dönüp bakıp o yoldan pişman olduğunuz oldu mu?” idi. Zira bu sorunun yapısı bizim için sanatın nasıl bir şemaya sahip olduğunu gösterebilir. Türkiye kültürü sanatın ne kadar karmaşık olur ise o kadar “sanat” olduğunu düşünmekte olduğu için, Kiarostami’nin bu soruya verdiği cevaba salonca içerledik. Keza Kiarostami soruyu sorana dedi ki: “Hangi yolu kastediyorsunuz?” Sanatçının görece somut cevaplar vermiş olması soru soran genci cesaretlendirdi sanırım. Keza ikinci soru Kiarostami’nin uçak yolculukları hakkında ne düşündüğü üzerine idi. Bu soruya verilen cevabı da hayatım boyunca unutmak istemediğim için izninizle size de aktarıyorum: “Uçakları severim. Çünkü onlar olmasaydı her ne kadar doğayı, hayvanları ve insanları da sevsem sizi görmek için 10 gün yol gelmezdim.”
Buraya kadar olan kısmında utandım, sanırım sonrasında sadece utanmayıp kızdım da. Zira kendi iç dünyasını ve Kiarostami’ye olan hayranlığını bize aktaran üç Hipster arkadaşımızın soruları arka arkaya şöyle idi: “Devrimden sonra İran’dan gidenler oldu, siz gitmediniz ve onları bir bakıma eleştirdiniz. Nasıl? Niye?”; “Sanatın baskı karşısında bir güç olduğunu biliyoruz. İran’da baskı karşısında sanat ile ayakta durduğunuzu da biliyoruz. Biz de Türkiye’de baskıya maruz kalıyoruz. Bizlere ne önerirsiniz?”; “Benden yaşlı olabilirsiniz ama sizin görmediğiniz bir şeyi gördüm ben. Bodrum’a vuran o küçük çocuk cesedini. Bunun için bir şey yapmayacak mısınız?”. Bu soruların girizgâhlarında ve sonlarında soruyu soran gençlerin kendi muhteşem hayatlarının bizlere bahşedildiği birkaç cümle var idi ama ben dinlerken içim şiştiği için sizi de şişirmek istemedim. Ancak başarı abidesi olduğu her halinden belli olan genç bir arkadaşımızın 10 gün sonra İran’a belgesel çekmeye gideceği bilgisini burada atlamak olmaz. Yine de diğer detaylarla sizi boğmak istemiyorum. Keza burada daha önemli bir olay söz konusu idi, Kiarostami’yi yakalamış idik, kendi siyasî görüşümüz ile iki azarlayıp ona had bildirmeliydik.
Sonu pek öyle olmadı hikâyenin. Aslında Kiarostami salonda kendisine sorulan her soruya “benim tercihim” vurgusunu yaparak cevap verdi ve ilginçtir bu soruları alkışlayan bireyler o cevapları da alkışladı. Çünkü sonuçta Kiarostami idi, bir cevap veriyordu, verdiği cevap da çektiği fotoğraflar gibi hemen algılanmasa da kesin çok derindi. Özetle şunu dedi sanatçı, “ben gitmeyi tercih ettim, onlar kalmayı”; “Baskının benim sanatımla hiçbir ilgisi yok. Yetenekli iseniz sanatçı olursunuz, başarı veya başarısızlığınızı dış etmenlere bağlamayın”; “Bu mikrofonu elinde tutan pek çok kişi size acıdan bahsedecek, halbuki ben karın ne kadar beyaz olduğundan bahsetmeyi seçtim. Pişman da değilim.”
Dün soru soran herkesin ilk başta nezaketen belirttiği cümleyi tüm içtenliğimle okumayacağınız bu yazının sonunda söylemek isterim: “Şükran” Kiarostami.