Seyrettiğim bir tiyatro oyununda küçük bir ülkenin sık sık işgal edilmesi ve kurtarılması sonucu yılın her gününe birden çok bayram düşmesinin yarattığı karışıklık mizahi bir şekilde anlatılıyordu. 28 Şubat askeri darbesi üzerine düşünürken aynı durumun, bizde de askeri darbeler için söz konusu olabileceğini fark ettim. Mesela başarılı 28 Şubat 1997 darbesinden önce, bir başka 28 Şubat’ta, 1962’de akim kalan darbe teşebbüsünün olduğunu biliyor muydunuz? Bu tarih, 27 Mayıs 1960 sonrasında ordu içindeki bölünme neticesinde Milli Birlik Komitesi’nin seçimlere gitmesinden rahatsız olanların meydana getirdiği Silahlı Kuvvetler Birliği’nin seçimlerden sonra yönetime el koymayı planladığı gündür. Bu tür başarılı ve başarısız darbe ve darbe teşebbüslerinin tam bir dökümünün yapılması, belki de Türkiye için bir tiyatro oyunun yazılmasına ilham verebilir…
Türkiye ne yazık ki çok zayıf bir hafızaya sahip ve bu konuyla hesaplaşabilecek cesaretten de yoksun. İşte son on günün gazetelerine bakıldığında ne 28 Şubat’lar ne de 22 Şubat darbe teşebbüsünden bahsedildiğini göreceksiniz. Bunun bir istisnası Nesrin Turhan’ın Fethi Gürcan’ın hayatını anlattığı İhtilalin Süvarisi isimli belgesel romanıdır. Bu konudaki hafıza zayıflığını test etmek üzere Siyasi Düşünceler Tarihi dersi verdiğim kamu yönetimi bölümü öğrencilerine 14 Mayıs 1950’den 27 Mayıs 1960’a, 22 Şubat 1962’den 12 Mart 1970’e kadar on civarında tarih sordum ve şaşırtıcı bir şekilde koca sınıftan doğru bir cevap bile alamadım. Bu bilgisizliğin demokratik bir rejimin dayanması gereken siyasi bilinç ve siyasi kültür bakımından ciddi bir handikap teşkil ettiği ortadadır. Sorun, eğitim sisteminin müfredat programındaki eksiklik yanında, siyasi iradenin ve sivil toplumun darbecilik temayülüyle net bir şekilde mücadele etmekten ve cuntacılığı hukuken yargılamaktan kaçınmasından kaynaklanmaktadır.
Bu yazıda, 1962’deki 28 Şubat darbe teşebbüsünün başarısız olacağının anlaşılması üzerine, bir nevi erken doğum yaptırmak üzere 22 Şubat’ta meydana gelen ve düşükle sonuçlanan darbe teşebbüsünden bahsedeceğim. Evvela 1997’deki 28 Şubat ile 1962’deki başarısız 28 Şubat veya 22 Şubat’ın beslendiği ortak zihniyeti kısaca özetleyelim.
Darbelerin mantığı
Darbelerin mantığına göre, Türk milleti henüz rüştüne ermiş değildir. Siyasetçiler ve siyasi partiler, bu yüzden milleti kandırmaktadır. Şu halde Türk milletini vesayeti altına alarak onu siyasetçilerden ve kötü niyetli benzeri unsurlardan koruyacak bir aktöre ihtiyaç vardır. Bu aktör aydınların desteğine de sahip olan ordudur. Ordu, kandırma ilişkilerine dayalı demokrasiye son vererek henüz rüştüne ermemiş Türk milletini vesayeti altına alacak, onu olgunlaştıracak reformlar yapacak ve reformlar yerleşinceye kadar yönetimi üstlenecektir. Ordu milletin halaskârı (kurtarıcısı) ve fedaisi olarak bu rolü üstlenmekten kaçamaz. Bu istikametteki bir temayül karşısında emir komuta zincirinin dışına çıkılarak gençler durumdan vazife çıkarmalıdırlar.
21 Ekim 1961 protokolünde şöyle denilmektedir:
”a. Türk Silahlı Kuvvetleri, 15 Ekim 1961 günü yapılmış olan seçimlerden sonra gelecek yeni Türkiye Büyük Millet Meclisi toplanmadan evvel duruma fiilen müdahale edecektir.
b. İktidarı milletin hakiki ve ehliyetli mümessillerine tevdi edecektir.”
İktidarın kim tayin edecek?
Görüldüğü gibi milletin kendisinden daha hakiki ve ehliyetli temsilcilerden bahsedilebilmektedir… Milleti küçük gören bu zihniyet, milletin oy verişinden daha bir hafta geçmeden milletin iradesini ayakları altına almaya cüret edebilmektedir. 27 Mayıs darbecilerinin, 27 Ekim 1957 seçimlerini takiben 29 Ekim törenleri yapılırken Cumhurbaşkanını ve Başbakanı tören alanında tutuklama düşünceleri hiçbir ölçü tanımadıklarının en temsil edici örneklerindendir. Böyle bir düşüncenin sahiplerinin Cumhuriyet ve hürriyet aşkından bahsedebilmeleri ise tek kelimeyle şaşırtıcıdır.
22 Şubat, siyasetçileri baskıyla İsmet İnönü’nün Başbakanlığına ve Cemal Gürsel’in Cumhurbaşkanlığına zorlayarak yukarıdaki protokolü uygulamaktan vazgeçen ordu üst kademelerine karşı, Talat Aydemir önderliğindeki albaylar cuntasının ve Harp okulu öğrencilerinin direnişi ve darbe teşebbüsüdür. İşin tuhafı darbe teşebbüsü, ” darbenin süvarisi ” binbaşı Fethi Gürcan’ın Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayını ve dolayısıyla Köşk’te bulunan Cumhurbaşkanı, Başbakan, kabine üyeleri, Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarını esir almasıyla başarılı olur gibi olmuştur. Bilahare bu zevatın darbenin başındaki Albay Aydemir’in emriyle Köşkü terk etmesine izin vermesiyle hava dönmüştür.
Başbakan İnönü’nün esaretten kurtulduktan sonra darbecilere boyun eğmeyerek ve hiçbir taleplerini kabul etmeyerek gösterdiği cesaretin neticesinde darbeciler çözülmüştür
Kim aldanmaz: Millet mi Harbiyeli mi?
Başbakan İnönü 22 Şubatla ilgili yaptığı konuşmada, bir avuç maceracının Harbiyelileri aldattığını, memleket meselelerinin darbecilerin zannettikleri kadar basit olmadığını ve milletin meselelerini demokratik rejim içinde çözmek kararlılığında olduğunu söyleyerek, darbecilerin hedef tahtası olmuştur. Darbecilerin hiçbir ceza ve soruşturma görmeden sadece emekli edilmeleri, onların yeniden darbe yapma heveslerini kamçılamıştır. 22 Şubat darbecileri bütün halkın, siyasetçilerin, basının ve polisin gözleri önünde ” Harbiyeli Aldanmaz” parolasıyla, tam on dört ay yeni bir darbeyi hazırlamışlardır. 22 Mayıs 1963’deki bu kanlı teşebbüs de başarısız olmuştur fakat 27 Mayıs’la beraber kaynayan kazan, 12 Mart darbesine kadar hararetini muhafaza etmiş ve Türkiye’nin başında Baasçı bir diktatörlük kılıcı uzun bir süre sallanmıştır.
Darbeci Talat Aydemir ve arkadaşlarının bu yola girmelerinde ”CHP+ Ordu = İktidar” formülünü geliştiren CHP’lilerin, bilhassa İnönü’nün damadı Metin Toker’in ve bizatihi İnönü’nün rolü ise herhalde kaydedilmelidir. CHP’nin son 28 Şubat darbesindeki rolü ve bugünkü güzergâhı da CHP’nin bu tecrübelerden yeterli dersin alınmadığını gösteriyor… Belki de Murat Belge’nin yazdığı gibi toplumsal bir tabana dayanarak iktidar olamayacak bir parti için bu yol rasyonel bir tercihi temsil etmektedir. Hele de demokrasiden vazgeçmişse… Temenni edilir ki, karşı tarafın parolası bundan böyle demokrasinin parolası olsun: Millet aldanmaz!
Yeni Yüzyıl, 13.03.2016
http://www.gazeteyeniyuzyil.com/makale/bir-baska-28-subat-bir-baska-12-mart-1641