‘Ben demiştim’ diye söze başlamayı hiç sevmem. Açık söylemek gerekirse, başkalarında bu söylem tarzını gördüğümde de pek memnuniyet duymam. Ne var ki, bazen bu söz tam yerine oturuyor. Geride bıraktığımız yaklaşık bir yıl içinde yaşanan bazı olaylar, sanırım, bana, ‘evet, ben demiştim’ deme hakkını veriyor. O yüzden yazıya bu başlığı seçtim.
Gezi olaylarının daha ilk gününden itibaren olaylarda yer alanlar ve eylemcilere sempati duyanlar sınırsız bir Gezi yüceltmesi yapmaya başladı. Gezi’yi neredeyse tarihin ve insanlığın taze başlangıcı olarak gördü ve göstermeye çalıştı. Gezi üzerine yayımlanan 50’den fazla kitapta bu tespiti doğrulayan çok malzeme var. İdeolojik olarak Gezi’yi uluslararası muhafazakârlığın yenilgisi, liberalizmin hezimeti, neoliberalizmin çöküşü, komünal hayat talebinin yükselmesi, kapitalizmin reddi olarak izah etmeye yönelenler çıktı. Olayların genel mahiyetiyle ilgili yorumlar farklılaşsa da neredeyse tüm Gezi övücülerinin hemfikir olduğu yorumlar da vardı. Buna göre, Gezi olaylarıyla yeni bir nesil doğmuştu. Y veya Z kuşağı denen bu yeni gençlik eskiye ait hiçbir şeyi üzerinde taşımıyordu. Acar bir değerler sistemi ve emsalsiz bir tarz yaratmıştı. Yeni nesil önyargısızdı, korkusuzdu, geçmişin esiri değildi. Yeni bir Türkiye, hatta yeni bir dünya, yepyeni bir gelecek onlar tarafından, onların omuzları üzerinde kurulacaktı. Yeni gençlik adeta beklenen Mesih’ti.
Olayların daha beşinci gününde çıktığım bir televizyon programında bunların hepsinin bir masaldan, bir temenniden ibaret olduğunu söyledim. Hiçbir şey değişmeyecek, her şey eskisi gibi devam edecek, çünkü insanlığın tarzları ve toplumların ana toplumsal çizgileri bugünden yarına ve tek bir olayla şekillenmez dedim. 68 kuşağıyla bir karşılaştırma yaparak, benzer şeylerin o zaman da Paris sokaklarını yakıp yıkanlar için söylendiğini ama 1968’den sonra dünyaya asıl yön verenlerin Paris’li ateşli ve ateşi seven gençler değil İskoçya’nın Saint Andrews Üniversitesi’nde Hayek okumaları başlatan sakin, yumuşak huylu gençler olduğunu söyledim. Haklı çıktım. Üstünden neredeyse bir yıl geçti, şimdi görüyoruz ki Gezi hiçbir şeyi değiştir(e)medi. 30 Mart seçimleri bunu tescilledi. Gezi’nin seçimlerde bir tesiri olduysa bile bu Gezi yüceltmesi yapanların beklediğinin tam tersi istikamette oldu. Ben demiştim!
Gezi olayları sürerken Mısır’da general Sisi demokratik usullerle işbaşına gelmiş Mursi yönetimini daha birinci yılını bile doldurmadan devirdi. Gezi hayranlarının çoğu ne bu darbeyi ne de darbeden sonra yapılan katliamları işitilir şekilde kınadı, mahkûm etti. Darbeyi demokrasinin kurtarılması sananlar dahi boy gösterdi. Bense bunun bir darbe olduğunu ve Mısır’da demokrasiye değil diktatörlüğe hizmet edeceğini vurguladım. İşleri daha kötüye götüreceğini öne sürdüm. Batı ülkelerini darbeye darbe demedikleri için kınadım, sahibi olduklarını iddia ettikleri değerleri çiğnediklerinin altını çizdim. Haklı çıktım. Şimdi Mısır’da demokrasi değil bir diktatörlük iş başında. Dikta rejimi insan haklarını çiğnemekte sınır tanımıyor. En son 529 insana uyduruk bir suçla idam cezası verdi. Sisi cumhurbaşkanı olmaya hazırlanıyor. Önceki diktatör Mübarek’in tam desteğine sahip olarak emin adımlarla ilerliyor. Ben demiştim!
17-25 Aralık ‘yolsuzluk operasyonları’nın normal olmadığını, siyasî amaçlarla planlanıp dizayn edildiğini, birçok hukuk kuralını hem esastan hem usulden ihlâl ettiğini ilk günlerde yazdım. Hukuk ile hukukçuları özdeşleştirmenin mahzurlarına dikkat çektim. Bu bir suikasttır; hukuk suikast aracı, hukukçular suikastçi ve yolsuzluk iddiaları susturucu olarak kullanılıyor dedim. Sonra açığa çıkan bilgiler tespitlerimi doğruladı. Gayri meşru bir otonom yapılanmanın operasyonları yolsuzlukla mücadele için değil siyasal iradeye ortaklık taleplerini reddeden iktidarı terbiye etmek hatta devirmek için hazırladığı ortaya çıktı. Torba operasyonlar, seçilmiş savcı, hâkim ve polislerin sahnede olması, eş zamanlı medya kampanyalarıyla insanların peşinen suçlu ilân edilmesi Erdoğan’ı iktidardan indirmeye ve aşağılayarak hapse atmaya yönelikti. Bazı polis şeflerinin Başbakan’ın bileklerine kelepçe takmaya yemin ettiği sağda solda konuşulmaktaydı. Açılacak müstakbel davaların dosya hazırlıklarına ait evraklar da bulundu. Ben operasyonların yolsuzlukla mücadele hatırına yapılmadığını, araçsallaştırıldığını yazdım. Bunun uzun vadede yolsuzlukla mücadeleye zarar vereceğini belirttim. Nitekim, dediğim doğru çıktı. 30 Mart seçimleri gösterdi ki toplumun büyük bir kesimi oluşması istenen algıyı ‘satın almadı’. Araştırmalar AK Parti seçmeninin %75’inin de yolsuzlukla mücadele edilmesini istediğini gösteriyor. Ancak, bu kitle otonom yapılanmanın operasyonlarını sırf yolsuzluklara karşı hareketler olarak değerlendirmiyor. Seçimlerdeki tercihiyle bunu açıkça gösterdi. Sosyal teorideki ‘niyetlenmemiş sonuçlar’ ilkesi bir kere daha ispatlandı. Ben demiştim!
Evet, ben bunları demiştim ve haklı çıktım. Bazıları bunların tersini söyledi ve yanıldı, yanlış çıktı. Ben ‘ben demiştim’ diyorum, bakalım yanılanlar ne diyecekler?
Bu yazı Yeni Şafak Gazetesi’nde yayınlanmıştır.