Batı’da din özgürlüğü geriliyor mu?

Son zamanlarda Almanya’da sünnetin vücut bütünlüğüne bir saldırı, bir beden yaralaması olduğu gerekçesiyle Müslümanların ve Yahudilerin yüzyıllardır süren erkek çocukları sünnet ettirme geleneklerine resmî cephe alma eğilimleri belirdi. Hastanelerin sünnet yapması engellenmek istendi.

Almanya’daki bu eğilim Avusturya’ya da sirayet etti. Hâliyle, bir taraftan Müslümanlar ve Yahudiler buna sert tepki gösterdi, bir taraftan da din özgürlüğünün ne olduğu ve neleri kapsayıp neleri kapsamadığıyla ilgili tartışmalar alevlendi.

Hangi Batı?

Alışkanlık olduğu ve fikir alışverişlerinde işimizi kolaylaştırdığı için Batı’dan sanki homojen bir bütünmüş gibi bahsederiz. Batılıların kendileri de böyle yapmayı sever. Bu yüzden “Batı değerleri”, ” Batı uygarlığı”, “Batı demokrasisi” gibi kavramlar özensizce, sık sık kullanılır. Oysa monolitik bir Batı değil, çok sayıda Batı vardır ve bunların birçoğu bugün “Batı uygarlığı”na atfedilen değer ve kurumlarla kesin olarak çelişir. Batı ve Batılılık birçoğumuzun kafasında müspet çağrışımlar yapmasına rağmen Batı’nın fikrî, ekonomik, sosyal ve siyasal tarihi birçok nahoşlukla da doludur. Modern despotizm, vahşî faşist ve sosyalist rejimler, Yahudi Holokost’u, sömürgecilik, engizisyon ve öjenik hep birer Batı ürünüdür. Bugün bunları kim savunabilir? Şu hâlde, Batı’nın her şeyini ve her geleneğini değil uygarlıkla uyuşan değer ve yaklaşımlarını onamak gerekir. Bugün bu uygarlığa verdiğimiz ad liberal demokratik uygarlıktır. Din özgürlüğü onun temel değer ve kurumlarındandır. Din ve vicdan özgürlüğü insanlara hiç kimsenin lütfetmediği, tüm insanların insan olmak sebebiyle doğuştan sahip olduğu, yok edilemez ve devredilemez bir haktır. Bu hak bir taraftan birçok coğrafyada acı tecrübelerle insanların kafasına işlenmiş, diğer taraftan tüm temel insan hakları belgelerine girmiştir. Din özgürlüğü bir kavşak özgürlüktür, onun varlığı diğer özgürlüklerin de varlığını gerektirir veya onlarla sonuçlanır. Batı’nın yalnızca bu gerçeği kabul eden kısmı övgüyle anılmayı hak eder.

Din özgürlüğü ne zaman sınırlanabilir?

Din özgürlüğü dâhil hiçbir özgürlük sınırsız olamaz. Bireysel açıdan bakıldığında, birinin özgürlüğünün diğer birinin özgürlüğünü sınırlama noktasına geldiği anda bittiğini kabul ederiz (yumruk hikâyesi). Burada genelde başvurduğumuz felsefî ilke S. Mill’den kaynaklanan ve fakat ondan sonra daha da geliştirilen ve işlevsel hâle getirilen “zarar ilkesi”dir. Buna göre, bir bireyin özgürlüğü bir başka bireye bir hak ihlâli yoluyla zarar veriyorsa, o bireyin özgürlüğü o noktada sınırlanabilir ve bu bir özgürlük gaspı sayılmaz. Liberal demokrasiler bu ilkeye dayalı siyasî yapılanmalardır. Demokrasilerde iktidar sahiplerinin özgürlüğün kullanımının sonucu olan bazı pratikleri sevmemesi onlara bu özgürlüğü keyfince kısıtlama hak ve yetkisi vermez.

Sünnet, Müslümanların ve Yahudilerin yüzyıllardır sürdürdükleri bir dinî pratiktir. Dinin inanç kısmından çok inancı yaşama kısmıyla alâkalıdır. Kamu otoritelerinin bu pratiği yasaklaması meşrulaştırılamaz ve yasaklama açıkça bir özgürlük ihlâli teşkil eder. Sünnet ergen olmayan çocuklara uygulandığı için, aslında, yasakla müdahale edilmek istenen anne-babanın iradesidir. Sünnetin gerçekleştirilmesine onlar karar verir. Acaba sünnet kararı, kendi başına karar verme yetisine sahip olmayan çocuğa bir tarzın empoze edilmesi anlamına gelir mi? Gelirse, kamu otoritesi buna müdahale etmeli midir? Veya, bir başka seçenek olarak, kişi sünnet olma veya olmama kararını bizzat verebileceği yaşa ulaşana kadar beklenmeli midir?

Sünnet olan çocuğa bir başka kişinin iradesinin/tercihinin uygulandığına kuşku yok. Ancak, bunun bir problem, en azından vahim bir problem teşkil ettiği herhâlde söylenemez. Burada ölçü, vücut bütünlüğünün ve insanî faaliyetleri gerçekleştirme kapasitesinin geri dönülemez şekilde yok edilmemesi veya zarara uğratılmamasıdır. Sünnet bunların hiçbirini yapmaz. Vücut bütünlüğünü bozmadığı gibi, kişinin normal bir hayat yaşamasını da engellemez. Ne demek istediğimin daha iyi anlaşılması için karşılaştırma yapmamızı sağlayacak bir örnek verelim. Dinî inanç ve ritüel, meselâ, kişinin bir kolunun bedeninden kurtarılmasını gerektirseydi, bunun engellenmesi ve yasaklanması gerekirdi. Zira, bu uygulama vücut bütünlüğünü bozar, insanın normal bir hayat yaşamasını önemli ölçüde önler ve geri döndürülmesi, telafi edilmesi imkânsız bir zarar verirdi. Bundan dolayı kol kesilmesinin engellenmesi din özgürlüğü ihlâli sayılmaz. Sünnette ise böyle bir durum söz konusu değildir.

Kamu otoritesinin iyi niyetli paternalist güdülerle hareket etmesi, din özgürlüğü ihlâlini meşrulaştırmaz. Paternalizmi bir defa kabul edersek, artık onu her dinî ritüele uygulamamız mümkün olur. Meselâ, oruca da engel getirilebilir. Orucun, uzun süre açlık ve susuzluk yaşatması sebebiyle kişiye bedenen zarar verdiği bu yüzden oruca izin verilmemesi, oruç tutmanın yasaklanması gerektiği iddia edilebilir. Nitekim, yakınlarda, Çin hükümetinin, tam da bu gerekçelerle, Doğu Türkistan’da Müslümanların oruç tutmasını engellemeye çalıştığı rapor edildi. Türkiye’de de, radikal laikçi bir devlet, şartlar uygun olsaydı, benzer bir yasağı hayata aktarmaya teşebbüs edebilirdi.

Sadece Almanya ve Avusturya’da değil tüm demokratik Batı’da son yıllarda din ve vicdan özgürlüğü geriledi. Neden? Birçok sebep olmalı. Her şeyden önce 9/11 Batı’nın dengesini bozdu. Güvenlik korkusu her türlü değeri öteleştirmeyi sağlayacak bir güce kavuştu. Bunun üstüne İslam ve Müslümanlar hakkındaki bilgisizlik ve önyargılar eklendi. Bazı Müslümanların radikal, savaş çığırtkanı söylemleri de Batı’daki İslam düşmanlarının eline tüm Müslümanları terörist ve İslam’ı da bir savaş inancı olarak sunmak için kullanabilecek propaganda malzemesi verdi. Bütün bunlar Batı’nın liberal özgürlük ve tolerans geleneğini sendeletti. Batı’da Müslümanların normal bir hayat yaşaması epeyce zorlaştı ve daha da zorlaşacağa benziyor. Ancak, bunlar olurken liberal Batı’nın gözden kaçırdığı bir şey var. Din özgürlüğünü Müslümanlar üzerinden geriletmek sadece Müslümanlara zarar vermekle kalmaz, özgür Batı’nın varlık sistemlerini de tahrip eder. Batı’yı Müslümanlardan arındırma arayışları, homojen toplum zihniyetini yayar, derinleştirir ve en sonunda, tarihte olduğu gibi, Batı’nın çeşitli kesimlerini yıkıcı veya yok edici bir manevî, hatta maddî savaşla karşı karşıya getirebilir. Bu yüzden, özgürlükçü çizgiye dönmesi ve liberal demokratik uygarlığın temel değer ve kurumlarına yeniden dört elle sarılması Batı’nın kendisinin de yararınadır. 

Zaman, 17.08.2012

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et