Türkiye’nin son yıllarda geçirdiği her siyasî kriz, yapılmak istenen her siyasî reform ülkenin liberalleri arasında birtakım görüş ayrılıklarına yol açmaya başladı. 2010 yılındaki Referandum sürecine kadar Türkiye liberallerinin güncel siyasî meseleler karşısında genel olarak ortak bir duruşa sahip olduğunu söylemek mümkündü. Ancak bu tarihten itibaren yaşanan Gezi olayları, 17-25 Aralık süreci gibi siyasî krizler veya iç güvenlik reformu, yüksek yargı reformu gibi köklü dönüşüm içeren bazı düzenlemeler liberaller arasında tartışma konusu olmaya başladı.
Ekonomik ve siyasî devletçiliğin hüküm sürdüğü yıllarda Türkiye’de liberalizmi ortak bir değer olarak savunmak çok daha kolaydı. Devlet bir yandan ekonomik alanda özel teşebbüs hürriyetini boğuyor, bir yandan temel hak ve özgürlükler konusunda zerre güven vermiyor, bir yandan da resmî ideolojinin tüm araçlarını kullanarak demokratik siyaset alanını olabildiğince daraltıyordu.
Bürokratik vesayetin demokratik siyaseti bütünüyle teslim aldığı yıllarda liberaller devletçilik karşıtlığı üzerinden daha kolaylıkla biraraya gelebilmekte ve ortak ilkeler konusunda daha rahatlıkla uzlaşabilmekteydiler. AK Parti iktidarları döneminde vesayet rejiminin art arda yenilgiye uğratılması sonucu bu durum büyük ölçüde değişti. “Güç yozlaştırır, mutlak güç mutlak yozlaştırır” sözüyle ifade edilen sınırlı-devlet idealinin odak noktası konusunda birtakım farklılıklar ortaya çıkmaya başladı.
Esasen post-vesayet döneminin doğal bir sonucu olarak ortaya çıkan bu durum kendini liberal etiketiyle tanımlayan bazı kimseler tarafından tam olarak kavranamadığı için yapılan tartışmalar da maalesef çoğunlukla “kim daha liberal” noktasına kilitlendi. Toplumun bazı güncel sorunları hakkında liberallerin nasıl bir tavır takınması gerektiğine ilişkin görüşler ortaya atıldı ve bu ön-kabuller üzerinden hareket ederek Atilla Yayla gibi Türkiye’de liberalizmin duayen isimleri bile liberal olmamakla itham edildi.
Bu anlamsız tartışma şu an içinde bulunduğumuz Referandum sürecinde de yaşanacak gibi görünüyor. Anayasa değişiklik teklifiyle ilgili olarak liberallerin nasıl bir tavır alması gerektiği şimdiden tartışma konusu olmaya başladı bile. Kampanya süreci ilerledikçe bu tartışma muhtemelen daha da sertleşecek. 17-25 Aralık sürecinde Fethullahçı bürokrasinin hükümeti devirme girişimine karşı çıkan liberaller olarak aynı değerleri paylaştığımızı düşündüğümüz kişiler tarafından çok ciddi bir baskıya maruz kaldık. Referandum sürecinde de aynı baskı ortamının tekrar oluşmasını önlemek için bazı temel hususları açıklığa kavuşturmakta fayda var.
Her şeyden önce, birtakım temel ilkeler dışında liberallerin her konuda aynı yaklaşımı benimsemesini beklemek gerçekçi bir yaklaşım değil. Ortak liberal değerlerden hareketle toplumsal sorunların çözümüne yönelik farklı değerlendirmeler yapmak her zaman mümkündür. Özellikle birbiriyle çatışan haklar söz konusu olduğunda standart bir liberal yaklaşımdan söz etmek neredeyse imkânsızdır. Örneğin kürtaj hakkına getirilen sınırlamalar herhangi bir liberal tarafından kadın haklarının baskı altına alınması biçiminde yorumlanarak olumsuz karşılanabileceği gibi, başka bir liberal tarafından anne karnındaki bebeğin yaşama hakkının güvence altına alınması biçiminde yorumlanarak olumlu da karşılanabilir. Genel ve soyut ilkeler konusunda birbiriyle uzlaşan liberaller bu ilkelerin somut sorunlara nasıl uygulanacağı konusunda birbirlerinden farklı düşünebilir.
Anayasa değişikliği teklifiyle öngörülen Cumhurbaşkanlığı sisteminde düalist yürütme yapısına son verilerek yürütme yetkileri tek bir merkezde toplanıyor. Bu düzenleme 1982 Anayasası’nda yürütme yetkilerinin hükümet ve Cumhurbaşkanı arasında gelişigüzel dağıtılmış olmasından kaynaklanan siyasî krizleri önlemek bakımından oldukça yararlıdır. Ayrıca bu düzenleme, Fethullahçı Terör Örgütüyle yürütülen mücadelenin etkin bir biçimde sürdürülebilmesi bakımından da son derece hayatî bir önem taşımaktadır.
Bu tablo karşısında liberal bir seçmen, otoriterleşme potansiyeli taşıdığı gerekçesiyle başkanlık sistemine bütünüyle karşı çıkabilir; ancak bir başka liberal seçmen de öngörülen kontrol ve denge mekanizmalarının yeterli olduğunu düşünerek bu değişikliği destekleyebilir. 1982 Anayasasında yürütme yetkilerinin gelişigüzel dağıtılmış olması nedeniyle hükümet ve Cumhurbaşkanı arasında yaşanabilecek siyasî krizler herhangi bir liberal seçmen için önemli olmayabilir; ancak bir başka liberal seçmen için ortaya çıkması muhtemel siyasî krizler çok daha önemli olabilir.
Siyasi iktidarın sınırlı ve hesap sorulabilir nitelikte olması liberal değerleri benimseyen herkesin kolaylıkla üzerinde uzlaşma sağlayabileceği ortak bir idealdir. Ancak bu ideali gerçekleştirmenin yöntem ve araçları üzerine bazı fikir ayrılıkları olabilir. Toplumsal sorunların çözümünde liberallerin ortak bir duygu, düşünce ve tavır içine girmelerini beklemek ve gerçekçi olmayan bu beklenti üzerinden belirli kişi ve grupları yeterince liberal olmamakla itham etmek sağlıklı bir tartışma ortamını zehirleyen en önemli hatalardan biri olacaktır.