‘Her şeyi tartışmalıyız, konuşmalıyız ve bundan da çekinmemeliyiz’. Başbakan’ın bu sözünün altına hiç tereddütsüz imzamı atarım.
Bir de, ‘her şeyi’ sadece ‘biz’ değil, ‘herkes’ tartışabilir ve konuşabilirse benim anladığım ‘ileri demokrasi’nin en önemli unsuru tamamlanmış olur. İfade özgürlüğü, modern demokrasi pratiğinin, buna ister ‘liberal’, isterse ‘müzakereci’ deyin temelini oluşturur çünkü…
Ancak dikkat çekici bir nokta var; tartışmanın ve konuşmanın ‘sınırsız’ olduğu, genellikle iktidar partisi ‘başkanlık sistemi’ni gündeme getirirken vurgulanıyor.
‘Başkanlık sistemi’nin mi her şeyini tartışmalı ve konuşmalıyız çekinmeden, yoksa yeni anayasanın alanına giren her konuyu mu? Yoksa, biraz daha iyimser olup, memleketin her konusunun mu serbestçe konuşulmasını ve tartışılmasını istiyoruz herkesin katılımıyla?
Bu memleketin son derece güçlü Başbakanı’nın ‘her şeyi tartışmalıyız’ sözü, geniş anlamda yorumlandığında ferahlatıcı.
Doğrusu da elbette bu; ifade özgürlüğü her konuyu tartışırken olmalı. Örneğin, yeni anayasada ‘federasyon’ isteyenler de konuşabilmeli rahatlıkla, anadilde eğitim almak isteyenler de. Onları ‘üniter devlet’ veya ‘tek dil’ söylemiyle susturmaya kalkar, ‘kırmızı çizgileri’ aşmakla itham edersek, konuşan bazı kişilere veya konuşulan bazı fikirlere yeterince özgürlük ortamı sunmamış oluruz.
Kısaca, her şey konuşulsun istiyorsak sadece ‘başkanlık sistemi’ konusunda her şeyin konuşulmasını kastetmiş olamayız; hakikaten anayasanın ‘her şeyi’nin serbestçe konuşulmasını istiyoruz demektir.
Bu ‘açık çek’ten cesaret alarak, en azından yeni anayasa bağlamında her şeyi konuşabiliriz o zaman. Örneğin, anadilde eğitim konusunu, ‘değiştirilemez’ olduğu söylenen anayasa maddelerini, Genelkurmay Başkanı’nın Milli Savunma Bakanı’na bağlanmasını, MGK’nın anayasal bir kurum olmaktan çıkarılmasını, dini denetim altına almak için kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kaldırılmasını, yargıda iki başlılığa son verilmesini ve hatta ‘federasyon’u tartışabilmeliyiz.
Tartışıyoruz da aslında bunları; sivil toplum, düşünce kuruluşları, medya bütün bu konuları tartışıyor. Ancak bu konuların hiçbiri hakkında, başkanlık sistemini tartışmaya açan AK Parti’nin ne düşündüğünü bilmiyoruz. Bu tuhaf bir durum; çünkü yeni anayasa, baştan beri AK Parti’nin fikri.
Şimdilerde anayasa yazılmaya başlandı. Çok hayati konular var gündemde; son on yıl gerçekleştirilen reformları kurumsallaştıracak, geri çevrilemez hale getirecek anayasa maddeleri yazılıyor. Temel haklar, başlangıç maddeleri, değiştirilemez maddeler, vatandaşlık tanımı, MGK’nın ve Genelkurmay Başkanı’nın konumu, iki başlı yargı sistemi vs. özgürlükçü, demokratik ve çoğulcu bir perspektiften ele alınmalı. Sivil toplumun önerileri Meclis’e sunuldu, ama son seçimlerle anayasayı değiştirme misyonu verilen ana parti olan AK Parti’nin hangi konuda nerde durduğuna ilişkin hiçbir netlik yok.
Önemli, hassas, hayati konuların hiçbiri hakkında AK Parti tartışma açmıyor, MYK’sında karar almıyor, görüş belirtmiyor. Ama ‘başkanlık modeli’ne gelince ‘tartışalım, en uygun sistemdir, eninde sonunda geçilecektir’ türünde görüşler sıralanıyor.
Anayasa yazılırken, AK Parti’nin ‘tartışılmasını’ istediği başka hiçbir konu yok mu? Yeni anayasada olmasını istediği ‘şey’ başkanlık sisteminden mi ibaret? Başka hiçbir konuda önerisi, modeli, tartışılmasını istediği bir fikri yok mu?
Madem referansımız Alparslan Türkeş, başkanlık meselesini kırk yıl önce ‘9 Işık’ ilkeleriyle ‘Başbuğ’ zaten çözmüş, tartışmayı kapatmış: “Milliyetçi Hareket, tek başkan, tek meclis sistemini savunur. Çağımız kuvvetli, adil ve hızlı icra çağıdır. Türk milleti dünya imparatorlukları kurduğu devirlerde kuvvetli, adil ve hızlı icra sistemini uygulamıştır. Kuvvetli ve hızlı icra, icra gücünün tek elde toplanmasıyla mümkündür. Bunun için tarih ve töremize uygun olarak başkanlık sistemini savunuyoruz.”
Madem her şeyi konuşup tartışmakta serbestiz, benim önerim şu; Türkeş’in yolundan gidip ‘başkan’a ‘başbuğ’ diyelim. Şöyle bir atasözü var mıydı, yoksa ben mi yanlış hatırlıyorum? ‘Bana referansını söyle, sana ne istediğini söyleyeyim’.
Zaman, 18.05.2012