İfade özgürlüğü melez bir özgürlük alanı. Başka bir deyişle bir kavşak özgürlük. Bunun anlamı şu: Bir yerde ifade özgürlüğünün olması orada diğer birçok özgürlüğün de bulunduğunu, olmaması bulunmadığını gösterir. İfade özgürlüğünden hareketle diğer özgürlüklere ulaşılabilir. İfade özgürlüğü çiğnenirse muhtemelen onunla birlikte başka özgürlükler de çiğnenmektedir veya çiğnenecektir.
Basın özgürlüğü ifade özgürlüğünün bir yansımasıdır. İfade özgürlüğünün medyada kullanılmış hâlidir. Çoğu zaman bu hususu gözden kaçırarak basın özgürlüğünün ilgili hak ve özgürlüklerden müstakil, onlar olmasa da var olabilecek bir özgürlük olduğunu düşünmeye meylederiz. Böylece basın özgürlüğünün en temel gereklerini gözden kaçırırız.
Basın özgürlüğü özel mülkiyete ve serbest girişim hakkına her şeyden daha çok dayanır. Özel mülkiyetin olmadığı bir yerde basın özgürlüğü asla var olamaz. Zira tüm mülklerin devlete ait olduğu bir siyasî coğrafyada yayın organları devlet işletmelerine dönüşür ve basın özgürlüğü tamamen ortadan kalkar. Bu yüzden sosyalistlerin durumunu hakikaten tuhaf buluyorum. Hem özel mülkiyete ve serbest teşebbüse karşı çıkıyorlar hem de basın özgürlüğünü savunduklarını söylüyorlar. Oysa bir sosyalistin özel mülkiyete karşı çıkması onun aynı zamanda basın özgürlüğüne karşı çıkması anlamına gelir.
Fikir ve haberlerin başkalarıyla paylaşılmasına izin vermeyen bir yerde özgür basın olamaz. Seyahat, haberleşme, örgütlenme özgürlükleri de basın özgürlüğüyle alâkalıdır. Gazete muhabirleri bir yerden diğerine serbestçe gidemezse, gazeteciler bir müteşebbisin öncülüğünde (veya bir kooperatif içinde) bir araya gelip ticarî olarak örgütlenemezse (işletme kuramazsa) basın özgürlüğü de var olmaz.
Özellikle liberal camiada temel hak ve özgürlükler üzerinden okumalarla yetişen insanlar ifade ve basın özgürlüğünün muazzam önemini hızla kavrar. Bu iyi bir şey. Bununla beraber, basın özgürlüğü konusunda düşülen bazı hatalar var. Birincisi, başka alanlarda da karşımıza çıkan, haklar arasında asla öncelik-sonralık ilişkisi olamayacağı zannı. İkincisi ise dünyanın bir devletler dünyası olduğunun ve dünyanın her yanında devletlerin ifade ve basın özgürlüğüne birbirine benzer engeller koyduğunun gözden kaçırılması.
İlki başka –ve daha akademik- yazılarda ele alınması gereken derin bir konu. Görebildiğim kadarıyla liberal literatür bu bakımdan çok zayıf. Sanırım hakların birbirleriyle asla çatışmayacağı hakkında zımnî bir mutabakat var. Oysa dünya ilkeler zaviyesinden görmek istediğimizden daha karmaşık ve haklar-hak sahiplerinin durumları arasında çelişkiler olabiliyor. Bu bizi ister istemez hangi durumda hangi hakkın hangi hakka galip geleceği-tercih edileceği konusuna götürüyor. Liberal düşünürlerin kimsenin başına gelmeyen ‘çöle düşen susuz adam’ hikâyelerinden fırsat buldukça yaşanan hayattaki insanların hakları arasında zaman zaman doğan çelişkilere ve gerilimlere eğilmesi çok iyi olur.
Devletler ile ifade ve basın özgürlüğü arasındaki ilişki de eksik ele alınıyor. Tüm dünya devletler tarafından paylaşılmış. Siyasî egemenliğe tâbi olmayan bir coğrafya yok. Ne yazık ki devletler her ülkede birçok sivil alanı işgale etmiş durumda. Güvenlik ise sanki çağımızın kızıl elması. Devletler adeta bir güvenlik saplantısı içinde. Terörizm gibi gayri nizami şiddet dalgalarının yayılması bu güvenlik endişelerini yayıyor ve derinleştiriyor. Dünyayı küçük bir köye döndüren global iletişim ağları on bin kilometre ötede patlamış bir bombayı sanki sokağımızda patlamış gibi hissetmemize sebep olacak şekilde yayın yapmakta. İşte böyle bir ortamda devletlerin güvenlik endişesi de ifade ve basın özgürlüğü önünde engellere dönüşebilmekte.
Devletler güvenliği kutsal sayıyor ve güvenlik adına neredeyse her hakkı olduğu gibi basın ve ifade özgürlüğünü de çiğneyebiliyor . Biz ise dünyayı doğru dürüst takip etmediğimiz veya edemediğimiz için bu tür uygulamaların sadece bizde vuku bulduğunu zannediyoruz. Devlet güvenliği adına yapılan ihlâlleri dünyada başka örnekler yokmuş gibi yorumluyoruz.
Bu durumun farkına varmamızı sağlayan bir olay devlet güvenliğini tehlikeye düşürdüğü gerekçesiyle yargılanan Can Dündar’ın BBC’deki Hard Talk programında İngiliz sunucu Stephen Sackur’un sözleri karşısında yaşadığı şaşkınlıktı. (http://www.star.com.tr/guncel/almanyaya-siginan-firari-fetocu-can-dundar-katildigi-televizyon-programinda-agzinin-payini-aldi-haber-1326789/) Sackur, Dündar’a, Türkiye’de devlet sırlarını açığa vurmaktan dolayı karşılaştığı hukukî muamelenin aynısının hemen her ülkede -bu arada İngiltere ve ABD’de de- her gazetecinin her zaman karşılaşılabileceği bir durum olduğunu söylüyor ve Can Dündar nutku tutulmuş şekilde bu sözleri dinliyor.
Devletlerin ulusal güvenliği –devlet sırlarını koruma- gayretinin ifade özgürlüğü açısından problemler yaratabileceğine işaret ederken yapmak istediğim devletlerin güvenlik endişesi adına ifade ve basın özgürlüğü alanını daraltmasına meşruluk kazandırmak değil. Tam da tersine, güvenlik adına temel hak ve özgürlüklere müdahalenin azaltılması gerektiğini düşünüyorum. Bu olmadıkça ifade ve basın özgürlüğünün gerçekten tatminkâr seviyelere ulaşması çok zor. Bununla beraber, ülkemizdeki durumu değerlendirirken âdil ve gerçekçi olmak da dünyadaki durumdan haberdar olmayı gerektiriyor. Türkiye’de eksik olan bu.