Her barış ve çözüm süreci, doğası gereği, provokasyona açıktır. Provokasyonların amacı Kürt ve Türk kamuoylarında olumsuz bir ruh halini egemen kılmak; Kürtlerde “Süreç, bize ölümden başka bir şey getirmiyor” duygusunu canlı tutmak, Türklerde ise “Barış falan bahane, orada ayrı bir devlet kuruluyor” korkusunu tahkim etmekti.
Çatışma dönemleri kendine has bir iktidar örgütlenmesi yaratır. Çatışmanın varlığı ve devamı, hem çatışmanın içinde yer alanlara ve hem de dışında olmakla birlikte çatışmaya müdahil olanlara büyük bir kudret sağlar. Ekonomik kaynaklar onların eliyle dağıtılır, sosyal alanı onlar tanzim eder, siyasette onların borusu öter. Çatışma hâli, kirli ilişkilerin önünü açar, karanlık yüzleri “efendi” yapar, kimin elinin kimin cebinde olduğunu belirsiz kılar, sorgulamayı imkânsızlaştırır. Silahın sesi tüm sağduyu çağrılarını bastırır, yaşamı ve barışı savunmak itibarsızlaştırılır, ölüm ve savaşı kutsallaştıranlar prim kazanır. Kurşunlar atılır, insanlar toprağa düşerken akıl paranteze alınır, insanların muhakeme yapmasına hoş gözle bakılmaz; onlardan istenen sadece ölmeleri ve öldürmeleridir.
İktidar örtüsü
Çatışma, bir iktidar örtüsüdür, tüm kir ve pas bu örtünün altına süpürülür. Mevcudiyetlerini ve istikballerini çatışmaya bağlayanlar, bu örtünün muhafazası için canhıraş bir çabanın içine girerler. Bu sebeple bu örtüyü yırtmak ve barışı inşa etmek her zaman büyük bir risk barındırır. Çatışmaların durdurulması, iktidar haritasının değişmesini beraberinde getirir; bu, bazılarını endişeye sevk eder ve provokasyonlar devreye girer. Çatışmanın sonucu olan iktidarları sürekli kılmak için türlü kötülüklere başvurulur.
Genellikle provokasyonların iki kaynağı vardır: İlki, çatışmanın taraflarının içinde yer alan bazı kliklerdir. Bunlar çatışmaların sonlanmasını ve görüşmeler yoluyla çözüme gidilmesini kendi korunaklı iktidar alanlarına yönelik bir tehdit olarak görürler. Zira çatışmasızlık ortamında, bunların kendilerine büyük bir güç bahşeden mevzilerini kaybetmeleri ve şikeli bağlantılarının açığa çıkması mukadderdir. Bunu engellemek için bazen münferit, bazen de müştereken kitleleri kışkırtacak eylemlere başvurulur.
İkincisi ise dıştadır. Bir ülkede çatışmanın olması, diğer ülkeler için tercihe şayan bir durum yaratır. İç çatışmanın varlığı halinde, çatışmaya sahne olan ülke tamamen buna odaklanır ve sosyo-ekonomik kaynaklarını bu çatışmaya harcar. Bu, söz konusu ülkeyi güçten düşürür ve diğer ülkelerle olan ilişkilerinde elini zayıflatır. Çatışmayı bitirmeye matuf bir sürecin bu tabloyu değiştirme potansiyeline sahip olduğu aşikârdır. İçte barışı temin etmiş bir ülke yakasını kırılganlıktan sıyırır, diğer ülkeler karşısında daha muhkem bir pozisyon elde eder. Bu sebeple de dışarıdan da çözüme çomak sokulmaya çalışılır. Çomak sokma girişimi, dış gücün tek başına ve doğrudan, kimi zaman içerdeki süreç karşıtı gruplarla işbirliği içinde ve dolaylı olarak gerçekleştirilir.
Provokasyona açık süreçler
Dolayısıyla her barış ve çözüm süreci, doğası gereği, provokasyona açıktır. Çünkü iktidar haritasını değiştirirler ve iktidarları zedelenenler buna karşı hamleler geliştirirler. Türkiye’de bir yıldır sürmekte olan süreçte yaşananlar da bunu doğrular nitelikte. Çözüm süreci birçok provokasyona uğradı. Sürecin hemen başında, Ocak ayında Paris’te, biri üst düzey olmak üzere, 3 PKK’li kadın öldürüldü. Haziran’da Diyarbakır-Lice’de karakol yapımını protesto eden bir gruba jandarmanın açtığı ateş sonucunda Medeni Yıldırım yaşamını yitirdi. Yine Haziran’da Şırnak-Cizre’de, KCK’nın asayiş birimleri kurduğu ve diploma töreni düzenlediği haberi ajanslara düştü, buna dair fotoğraflar medyaya servis edildi.
Tüm bu eylemlerin gayesi, Kürt ve Türk kamuoylarında olumsuz bir ruh halini egemen kılmak; Kürtlerde “Süreç, bize ölümden başka bir şey getirmiyor” duygusunu canlı tutmak, Türklerde ise “Barış falan bahane, orada ayrı bir devlet kuruluyor” korkusunu tahkim etmekti. Bazı medya organları da, yaşanan her olumsuzluğu büyüterek ve bundan bir kargaşa çıkartmaya çalışarak bu amaca hizmet ettiler. Kimi “AKP’nin amacının barış değil, seçimleri atlatmak olduğunu” söyledi, kimi ise “PKK’nin zaman kazanmaya çalıştığını, barış gibi bir niyetinin olmadığını ve gerçekte büyük bir savaşa hazırlandığını” yazdı. Böylelikle tarafların birbirleriyle iş yapmalarını mümkün olmaktan çıkartacak bir güvensizlik yaratmaya ve süreçten bir şey çıkmayacağı düşüncesini toplumun geneline yaymaya çalıştılar. Zira taraflar arasında karşılıklı güvensizliğin büyümesi ve sürece dair toplumda inançsızlığın yerleşmesi durumunda, sürecin durması kaçınılmaz olacaktı.
Yüksekova provokasyonu
Çok şükür, taraflar sağlam durdu ve süreç bugünlere geldi. Ancak bu kez Hakkari-Yüksekova’da büyük bir provokasyon örgütlendi. PKK’lilerin mezarlıklarının tahrip edildiği iddiası kentte hızlı bir şekilde yayıldı. Ardından büyük bir kitle bunu protesto etti. Kitleye ateş açılmasının sonucunda ise iki vatandaş hayatını kaybetti. Cenaze töreni de gergin bir atmosferde geçti. Çıkan olaylarda yaralanan bir vatandaşın da yaşamını yitirmesiyle ölü sayısı üçe çıktı. Yüksekova olayları, bölgenin diğer kentlerinde de protesto edildi, tansiyon yükseldi. Bu arada PKK, Diyarbakır-Lice karayolunda dört askeri kaçırdı, sonra serbest bıraktı.
Olayların hemen ardından BDP ve HDP heyeti ile görüşen Öcalan, “Hakkâri ve Yüksekova’nın süreç karşıtı derin odakların hedefinde olduğuna” dikkat çekti ve “daha büyük provokasyonların tertiplenebileceğini ve halkın bunlara karşı dikkatli olması gerektiği” uyarısında bulundu. Gerçekten de anılan bölgelerde PKK’nin toplumsal tabanı çok güçlü; PKK buralarda çok çabuk mobilize olabiliyor ve sokağa dökülebiliyor. PKK sembollerine yönelik bir eylem veya eylem iddiası, buralarda kalabalıkların çok kısa bir süre içinde sokağa çıkmasına sebebiyet verebiliyor. Dolayısıyla Yüksekova’da mezarlıkları tahrip edenlerin veya buna dair şayia yayanların amacı belliydi: Kitleyi sokağa dökmek ve bir çatışma ortamı yaratmak.
Provokasyonu boşa çıkarmak
İlk etapta belli bir başarı sağlandı da. Sokaklar hareketlendi, bazı yerlerde taşlı, molotoflu ve gazlı çatışmalar yaşandı. Barış taraftarları korktular, sürecin geleceğinden endişeye kapıldılar. Lakin tez zamanda durum toparlandı ve bu büyük provokasyonu boşa çıkaracak üç gelişme yaşandı:
Birincisi, hem devlet, hem de PKK yaşananları “provokasyon” olarak nitelendirdi. Tarafların olayların niteliğinde hemfikir olması çok mühimdir. Çünkü bir provokasyonun başarılı olabilmesi için ya yapılanın bir provokasyon olduğunun açığa çıkmaması veya taraflardan birinin bunu bir provokasyon olarak değerlendirmemesi gerekir. Ama her iki taraf da yapılanı bir provokasyon olarak görüyorsa, o zaman provokasyon hedefine varmaz.
İkincisi, olaydan hemen sonra her iki tarafın da sürecin devamı yönündeki iradelerini şüphe götürmeyecek bir şekilde deklare etmeleridir. Başbakan, ilk demecinde süreci kesintiye uğratmak isteyenlere karşı yola devam edeceklerini söyledi. Meclis’teki bütçe görüşmelerinde de bu tavrını devam ettirdi ve “Bölgede yaşanan bahar havasını bozmaya kimsenin gücü yetmez” diye seslenerek süreç sürdürme konusundaki kararlılığını sergiledi. Keza Öcalan da süreç konusundaki umudunun devam ettiğini açıkladı. Provokasyonu tertipleyenlerin amacı, tarafların veya en azından taraflardan birinin sürece dair olumsuz bir tutum takınmasıydı. Bu, onların hedeflerine bir adım daha yaklaşması anlamına gelirdi. Ancak her iki taraf da sürecin devamına vurgu yaptılar ve provokatörlerin olmasını umdukları pozisyona düşmediler.
Üçüncüsü, halkın süreci sahiplenmesiydi. Elbette tarafların teşhiste ve devam iradesinde mutabık olmaları son derece önemliydi; ama bundan daha önemlisi halkın sürecin akamete uğramaması yönünde gösterdiği hassasiyetti. Gösterilen tepkilerin ölçülü olması bir yana, bilhassa dört askerin kaçırılmasından sonra Diyarbakır’da yaşananlar bu bağlamda değerlendirilmeli. BDP Diyarbakır İl Eşbaşkanı Zübeyde Zümrüt, bölgede bir askeri operasyon yapılmasını ve muhtemel bir çatışmanın yaşanmasını önlemek için halkın askerleri PKK’lilerden aldığını ve kendilerine teslim ettiğini açıkladı. Bu davranış, halkın tekrar çatışmalı bir ortama dönülmesine rızasının olmadığının bir göstergesi.
Şimdi ne yapmalı?
Çözüm sürecinde önemli bir eşiğe gelinmiş durumda. Çatışma yaşanmadığı ve çözüm yolunda ilerlendiği ölçüde sürece destek artacak. Ama geçmişte olduğu gibi önümüzdeki günlerde süreci durdurmayı ve bitirmeyi gaye edinen birtakım eylemler de olacak. Bunların etkisini en aza indirmek için hem hükümetin hem de PKK’nin yapması lazım gelenler var: Hükümet öncelikle, provokasyonu sadece teşhis etmekle yetinmemeli, aynı zamanda bunu yapanları teşhir de etmeli. Bu çerçevede, Yüksekova’daki olayı tüm ayrıntılarıyla ortaya çıkarmalı, sorumluları saptamalı ve bunları yargı önüne çıkarmalı. Aydınlatılması gereken çok soru var: Yüksekova’da mezarlıklar tahrip edilmiş mi? Yüzü maskeli ve elleri silahlı saldırganlar kim? Bunlar devletin elemanları mı, yoksa PKK mensupları mı? Hedef gözeterek kitlenin üzerine ateş edenler kimler? Bu ve benzeri sorular, kamuoyunu tatmin edecek biçimde yanıtlanmalı.
Hükümet, güvenlik güçlerini sıkı bir denetim altında tutmalı. Çünkü ülke bir seçim sathı mailine girdi. Gerginlikler artacağı ve kitlesel hareketler yoğunlaşacağı bu dönemde güvenlik güçlerinin göstereceği tavır çok belirleyici olacak. Hükümet, güvenlik güçlerinin her hal ve şart altında hukuki sınırlar içinde davranmaları ve orantısız bir güç kullanmamaları için tüm tedbirleri almalı.
PKK ise, yol kesme, araç yakma, adam kaçırma, kitlesel gösterilere şiddet bulaştırma, vb. uzak durmalıdır. Bu tür eylemler, hem şiddet karşıtı kesimlere malzeme veriyor, hem de provokasyonlara açık bir zemin oluşturuyor. Barış için her iki tarafın da hem eylemlerinde hem de söylemlerinde daha dikkatli ve itinalı olması gerekiyor.
Bu yazı Star Açık Görüş‘te yayınlanmıştır.