Balyoz ve vatandaş

Türkiye, askerin siyasi hayata müdahalelerinden kaynaklanan tartışmalardan kurtulamıyor.

Çünkü her gün bu müdahalenin yeni örnekleriyle karşılaşıyor. “Balyoz” adıyla bilinen ve 2003 yılında birkaç ay önce seçimle tek başına iktidar olan AK Parti hükümetini devirmeyi hedef alan darbe planı, bugüne kadar ortaya çıkanların en teferruatlısı. Toplumun çoğunluğuna yönelik cami bombalamak ve halkı ikiye ayırarak bir kısım karşısında diğerini desteklemek gibi eski darbelerden ayrılan yeni bir kırılmayı temsil ediyor. Adını 12 Mart darbesinde geçen Balyoz harekatından, detaylı uygulama modelini 12 Eylül Bayrak harekâtından alan darbe planı, darbeyi hazırlamak amacıyla hayata geçirilmesi düşünülen “gerginlik stratejisi”ndeki cüretkarlıkla dikkat çekiyor. Camilerin bombalanması, PKK ve El Kaide’nin bombalı eylemlerinin organize edilmesi, Yunanistan’la gerginlik ve hatta ordunun kendi uçağını düşürmesi gibi.. 28 Şubat darbe sürecinde Genelkurmay Harekat Başkanlığı, illegal Batı Çalışma Grup Komutanlığı ve bugün Ergenekon davası içinde soruşturulan darbe teşebbüslerinde adı geçen eski Birinci Ordu Komutanı Çetin Doğan’ın liderliğinde 26’sı general 169 subayın katıldığı planlama, 5-7 Mart 2003’te Selimiye Kışlası’nda gerçekleşen harp oyununun senaryosunu teşkil ediyor. Bir dış tehlike karşısında iç bölgenin emniyetini sağlamak amacıyla takdim edilen oyun aslında iç tehlike olarak dış tehlikenin önünde görülen irtica ve onun tezahürü olarak kabul edilen AK Parti’ye karşı darbe ortamı hazırlamak, darbe yapmak ve darbe sonrasında yapılacaklar olarak tasnif edilebilir.

Harp oyunu adı altında gizlenen darbe planlamasının mantığını Orgeneral Çetin Doğan toplantı sırasında kaydedilmiş konuşmasında şöyle takdim ediyor: “Arkadaşlar bu plan seminerini, 1. Konjonktürel gelişmelere göre dikkatlerimizi nerelerde yoğunlaştırmamız gerektiğini ortaya koymak için yaptığımı herhalde hepiniz anlamışsınızdır. Yani buradaki Yunanistan meselesi tali bir meseledir… Söylediğimiz her söz, atacağımız her adım evvela laik demokratik cumhuriyetin korunması ve kollanılması, kollanması için olmalıdır. Laik demokratik cumhuriyetten daha üstün, bundan daha büyük tehlikemiz yok mevcut durum içerisinde… Kuzey Irak’ta olsun, Yunanistan’la olsun nerede olursa olsun dışarıya yönelik hudutlarımız ötesinde meydana gelebilecek tehdit hiçbir zaman içeride irticanın yaratacağı tehditten, irticanın baş kaldırması, ayaklanması ile ortaya çıkacak tehlikeden daha büyük olamaz. Bu tehlikenin bertaraf edilmesi sağlam bir bünyeye, Atatürkçü bir yapıya ordunun, Türk ulusunun kavuşması her türlü tehdidi ve engeli karşılamasına yetecektir.”

Taktik: Kaos Arzulayan Gerginlik Stratejisi

Burada esas tehlikeyi içeride, yani kendi halkında ve vatandaşında gören bir anlayış söz konusu. Siyasi direktifi siyasi otoriteden almadan kendi kendine üreten silahlı bürokrasinin, iç tehdit tanımlamaya başlamasından itibaren Doğan’ın çizgisine gelmek kaçınılmaz olmasa da kuvvetle muhtemeldir. Nitekim Doğan’ın mantığının tek bir kişiye hasredilemeyeceği, bu plan seminerindeki konuşmalardan hem de şimdiye kadar gerçekleşmiş ve akim kalmış darbe teşebbüslerinden biliyoruz. Genelkurmay ve Çetin Doğan’ın plan seminerini kabul ederek bazı eklerine karşı çıkmaları, o ekler gerçekte olsun olmasın durumun vahametini değiştirmiyor. Çünkü mantık böyle olunca sonuçta o ek planları yapmak kaçınılmaz oluyor. Bu noktada Genelkurmay’ın Balyoz darbe planlamasıyla ilgili yaptığı açıklamadaki bir ifadeye dikkat etmek gerekiyor: “Plan semineri, giderek tırmanan bir gerginlik dönemini kapsayan bir senaryo içerisinde uygulanmıştır.”

Burada geçen “gerginlik dönemi” ifadesi, kritik ve tipik bir kontrgerilla kavramlaştırması olan gerilim stratejisini çağrıştırıyor. Jens Meclenvurg bu kavramsal çerçeveyi şöyle çiziyor: “Gerilim stratejisi, politik sağ ve solu, bir ülkeyi kaosa sürüklemek isteyen, kendilerini ve toplumu imha eden iki uç olarak göstermeyi hedefleyen bir konsepttir. Özellikle İtalya’da, ama Türkiye’de de politik ve askerî elit bu stratejiden yararlanmıştır. Kaosun alternatifi olarak, sol ve sağ radikallere karşı sertlik ve kararlılıkla hareket etmesi gereken ‘güçlü devlet’ sunulmaktaydı, buna demokratik oyun kurallarının zaman zaman devre dışı bırakılması da dahildi.” (Gladio, NATO’nun Gizli Terör Örgütü, s 9)

Gerginlik stratejisinin Türkiye’de de tatbik edildiği, Özel Harp Dairesi Komutanlığı yapmış Tümgeneral M. Cihat Akyol’un Silahlı Kuvvetler Dergisi’nde 1971 yılında yazdığı tavsiyelerden anlaşılabiliyor. İşte Balyoz darbe planını yapanlar, 27 Mayıs’tan 12 Mart’a, 12 Eylül’den 28 Şubat’a başarılı olmuş ve başarılı olmamış sayısız darbe teşebbüsünde bu tavsiyeyi yerine getirmiş durumdalar. Daha üst makamların bu planın tamamının uygulanmasına izin vermemeleri, durumun vahametini ortadan kaldırmıyor. Her şeyden önce ordunun zulasında daima böyle planlar mevcut ve komuta kademesi ikna olduğunda bu planlar uygulanabiliyor. İşte bu yüzden de alt kademedekiler, komuta kademesini ikna edecek veya onları icbar edecek denemelerden vazgeçmiyorlar. Bu denemeyi yapan alt kademedekiler, daha ziyade terfi sisteminde normal şartlarda yükselemeyecek ve emekli olabilecekler arasından çıkıyor. Bu denemelerin muhtemel kazançları dışında hiçbir cezai yaptırımla karşılaşmaması, bu anlayışın gelenek haline gelmesine yol açıyor.

NATO’nun Soğuk Savaş döneminde anti-komünizm gerekçesiyle hoşgörüyle baktığı bu mantık, Türkiye’de irtica, bölücülük gerekçeleriyle de uygulandı. Soğuk Savaş sonrası dönemde sadece demokratik Avrupa ülkelerinde değil, Latin Amerika ülkelerinde dahi tasfiye edilen bu anlayış Türkiye’de daha yeni tartışılabiliyor. Ancak bu mantığın dış destek ayaklarının tam anlamıyla ortadan kalkmadığını hatırlatalım. 2007’de ABD’de Hudson Enstitüsü’nde tartışılan senaryo da, Balyoz planını andıran bir senaryoydu: Beyoğlu’nda PKK’nın yapacağı bombalı bir saldırıyla 50 kişinin öldürülmesi ve Anayasa Mahkemesi Başkanı’na suikast düzenlenmesi gibi özel harp yöntemlerini esas alan bu çalışmaya tesadüfen oradan geçen(!) Genelkurmay yetkilileri de katılmıştı. Tesadüf bu ya, Balyoz darbe planının sunumunu yapan zamanın Birinci Ordu Kurmay Başkanı Albay Süha Tanyeri, Hudson’daki toplantıya tuğgeneral olarak katılmıştı.

Vatandaş Ne Düşünüyor?

Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, Balyoz planının yayınlaması üzerine bir kez daha zor durumda kaldı. Başbuğ, mutat olduğu üzere sert açıklamalar yaparak, herkese mesajlar vermeyi denedi. Başbuğ, geçmişte darbelerin ve hataların yapılmış olabileceğini ama bugün ordunun darbe yapmayacağını söylerken, son zamanlardaki belge ve davaları adeta görmezden geliyor. Ordu, 28 Şubat’la toplumun dindar çoğunluğuyla yaşadığı sorunu aşmak için Genelkurmay tarihinde ilk defa Atatürk ve İnönü dışında dindarlıklarıyla bilinen Kazım Karabekir ve Fevzi Çakmak paşaları anma toplantıları yaparak “değiştik” mesajı vermeye çalışıyor. Ancak sadece tarihî hatalarla değil, günümüzde de yaşadığı anlaşılan bu tür hataları inkâr eden ve yüzleşmeyen bir kurumun imajı birkaç panelle düzeltilemez. Karabekir ve Çakmak paşaların millet nezdindeki itibarları da, darbecileri kurtarmaya yetmeyecektir. Başbuğ’un, Karabekir’in “Vatandaş gerçeği ara, öğren. Yanlış bilgi felaket getirir. Her işin hakikati aranmalı. O zaman kendi yolunu bulabilirsin” sözleriyle kamuoyunu aleyhteki yayınlar karşısında uyarması şaşırtıcı. Bu sözü, bu konjonktürde hatırlatmak Başbuğ’un tezlerini güçlendirmiyor. Karabekir’in sözleri bir unutma çağrısı değil, tam aksine hesaplaşma çağrısına benziyor. Evet bugünkü kurmay heyetinin “durum muhakemesi” dersinden geçemeyecekleri kesin. Peki ya siyaset? Hafiyeliği bırakarak, bu melanetin doğduğu bataklığı kurutacak bir durum muhakemesini takiben karar ve emir verecek bir siyaset kurumu var mı? Türkiye’nin önündeki soru budur.

Peki vatandaşların durumu nedir? Türkiye’de vatandaşlar asker ve güvenlik konularında öteden beri sahip oldukları itaat kültüründen artık fersah fersah uzaktalar. Ancak demokratik siyasi kültürün icabı olan itiraz kültürünün pratiklerine henüz intibak edebilmiş değiller. Bu eşik aşılarak vatandaşın bu tür illegal yapı ve teşebbüslere karşı demokratik, sivil ve hukuki tepkisi ortaya konulmaya başlanırsa Türkiye bu kasvetli havadan daha kolay sıyrılacaktır. Halkın şimdilik sessizliği ilgisizlik olarak değil, askerî kurmay heyetinin yapamadığı durum muhakemesini üstlenmek olarak yorumlanmalı. Bu bakımdan vatandaş, Karabekir’in sözlerine uygun davranıyor. Durum muhakemesi bitip kendi yolunu bulduğunda, şimdi gerekeni yapmayan asker ve sivil kadrolar gelen demokratik tepkinin karşısında ne yapacaklarını acaba düşünüyorlar mı?

Zaman, 29.01.2010

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et