Bahçeli’nin Feraseti

Bu ülkeye FETÖ mü daha çok zarar verdi, PKK mı? Benim bu soruya cevabım, hiç şüphesiz FETÖ şeklinde…

PKK bu ülkeyi bölmeye çalıştı, FETÖ sinsice ele geçirmeye… PKK emellerini gerçekleştirmek için silah kullandı. FETÖ insanların haysiyetine göz dikti. Ruhunu teslim alamadığı insanları yalanla, iftirayla, tehditle, şantajla dize getirmeyi denedi. Netice alamadığı hallerde silah kullanmaktan çekinmedi. Hanefi Avcı, Nedim Şener, Türkân Saylan, Necip Hablemitoğlu, Muhsin Yazıcıoğlu ve Hırant Dink gibi nice isim FETÖ’nün ya gadrine uğradı veya kumpasına kurban gitti.

PKK’ya katılanlar ne yaptığını, neye hizmet ettiğini az-çok biliyordu. FETÖ içinde yer alanlar ise -en tepedekileri saymazsak- neye hizmet ettiğinin farkında bile değildi -ta ki 15 Temmuz’a kadar. Bu tarihten sonra FETÖ’ye hâlâ sempati duyanları, irtibatını kesmeyenleri iyi niyetli bulmuyorum.

Hain emellerini gerçekleştirmek için dini peçe olarak kullanan FETÖ sayesinde, öteden beri dindarlara önyargıyla bakan kesimin eline büyük bir koz geçti. O günden beri, cemaatlerin ne kadar tehlikeli olduğunun veya olabileceğinin delili olarak 15 Temmuz’u işaret ediyorlar. Onlara kalırsa her dindar riyakâr, her cemaat tehlikeli. Bu yüzden bütün dindarlara (hele hele oy isteyenlerine) ihtiyatla yaklaşılmasını istiyor, bütün cemaat ve tarikatların yasaklanmasını savunuyorlar.

Yanılıyorlar elbette… 15 Temmuz bir cemaatin değil, cemaat kisvesi altında örgütlenen bir suç ve terör şebekesinin işiydi. PKK’nın eylemlerinden nasıl ki bütün Kürtler mesul tutulamazsa, DHKP-C’nin eylemlerini bütün solculara teşmil etmek nasıl yanlışsa, FETÖ’nün vebalini dindarların ve tarikatların üstüne yıkmak da öyle yanlış.

Buna mukabil, altı çizilmesi gereken bir husus var: FETÖ’nün bir millî güvenlik meselesi olduğunu Ak Parti değil de CHP ilan etse ve FETÖ’yle dört koldan mücadeleyi CHP başlatsa/yürütse “CHP dindarları ezmek mi istiyor” sorusu zihinleri bulandırmaya devam ederdi. CHP’nin bu konuda sicili öylesine bozuk ki, CHP iktidarda iken yapılmış olsa 15 Temmuz’un arkasında Gülenistlerin olduğuna dindarları zor ikna ederdi. 15 Temmuz’un muhafazakâr bir hükümeti hedef alması, FETÖ’yle mücadelenin toplumsal desteğini de ahlakî meşruiyetini de artırdı.

Aynı ölçü, MHP lideri Bahçeli’nin geçen hafta Öcalan’a yaptığı “silah bıraktığını açıklayacaksan, gel Meclis’te konuş” mealindeki çağrısına da tatbik edilebilir bence. Bu çağrıyı Bahçeli’den başka kim yapsa ya ciddiye alınmaz yahut bölücülük ve teröre destek vermekle suçlanırdı. Devlet Bahçeli söz konusu olunca, kimsenin aklına bu ihtimaller gelmedi.

PKK ve Öcalan’la başlatılacak bir diyalog sürecine en büyük tepkinin ülkücü ve milliyetçi cenahtan geleceği hesaba katılacak olursa, hem Bahçeli’nin fedakârlığının boyutu hem de Bahçeli’nin bu çağrısının önemi daha iyi anlaşılır. Dahası, silah bırakma şartıyla müzakerelere başlanabileceğinin Bahçeli tarafından ifadesi, FETÖ’yle mücadeleyi muhafazakâr bir partinin yürütmesine benzer bir etki yaratarak muhtemel bir diyalog sürecine gelecek itirazları hafifletebilir de.

İyi Parti ve Dervişoğlu’ndan yükselen itirazı saymazsak, Bahçeli’nin çağrısı genel olarak müspet karşılandı. 2009-2015 yıllarını kapsayan ‘çözüm süreci’ni baltalamak için elinden geleni ardına koymayan CHP, bu defa diyalogdan yana tavır alarak çözümün adresini TBMM olarak gösterdi. Devletle kaynaşmış iki partinin (CHP ve MHP’nin) Ak Parti’yle aynı noktada buluşması ‘acaba bu defa durum farklı mı’ dedirtiyor insana. Durum farklıysa, sonuç da farklı olabilir.

Çözüm süreci olarak adlandırılan bir önceki tecrübede Ak Parti tek başına inisiyatif aldığından, sürecin başarıya ulaşması yahut çökmesi bütünüyle Erdoğan’ın hanesine yazılacaktı. Bu yüzden, Cumhuriyet tarihinin bu en önemli projesinin başarıya ulaşmaması için çok şey yapıldı.

Süreç devam ederken şehirlere silah ve bomba yığarak terörü yeniden başlatacağı günlerin hesabını yaptığı sonradan ortaya çıkan PKK, 22 Temmuz 2015’te Ceylanpınar’da yeniden silaha sarılarak çözüm sürecini fiilen çökertti. Kürt siyasal hareketinin o dönemki amiral gemisi olan HDP’nin PKK’yı durdurmaya gücü yetmezdi belki, fakat kınayabilir, şiddete son verilmesi çağrısında bulunabilirdi. Yapmadı.

Çözüm sürecinin akamete uğradığı günlerde, terörü ve şiddeti pazarlık gücünü artıran bir seçenek olarak masada tutmaya çalışan PKK/KCK’nın mı; hak ve hürriyet talebini demokratik yollarla hayata geçirmek isteyen, çoğunluğu Kürtlerden müteşekkil insanların mı temsilcisi olduğuna karar vermesi gereken HDP’nin yerinde bugün DEM Parti var.

Halihazırda DEM Parti’nin temsil ettiği Kürt siyasal hareketi ile PKK/KCK çizgisi öteden beri iç-içe geçmiş durumda. Bu ilişkide DEM’in öne çıkması, PKK/KCK’nın ise geriye çekilip kendini lağvetmesi gerekiyor. Acaba öyle olacak mı? PKK’nın ne düşündüğünden bağımsız olarak, DEM Parti bunu istiyor mu?

DEM’e düşen bir başka şey, Kandil’in söz ve eylemlerini mütemadiyen tasdik eden bir pozisyondan Kürt meselesinde asıl söz sahibinin kendisi olduğunu gösterir bir pozisyona doğru ilerlemek ve bu pozisyonunu başta Kandil olmak üzere bütün paydaşlarına kabul ettirmek… Bu esnada PKK/KCK’yı dağdan inip ‘temelli’ olarak silah bırakmaya, Kürtler ve bölge adına her ne talep ediliyorsa bunu elde etmenin hem en makul, hem de tek meşru yolunun demokratik siyasete sarılmak olduğuna ikna etmeli. DEM buna hazır mı?

Bu beklentilere vaktiyle HDP cevap verememişti. Bakalım DEM Parti verebilecek mi? Samimiyetlerine inanıp ciddiye alabilmemiz için bu soruların cevap bulması lâzım. Sanırım biraz zamana ihtiyaçları var.

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et