Son günlerde basında Kürt meselesi ile ilgili olarak iki sürpriz yorum çıktı.
Birincisi Cumhuriyet’ten Orhan Bursalı’ya, ikincisi de Hürriyet’ten Ertuğrul Özkök’e ait…
Orhan Bursalı “Türk tarafının elinde tek koz var: Kürtler’in çoğunun ayrılmayı isteyip istemediği. Çünkü doğal veya anormal, tüm ayrılıkların, herkese bir faturası olacaktır. Bu nedenle, bu kozun güçlendirilmesi gerekir” diye yazıyor. Yani, açık açık “Ayrılma kozunu, Türkler’in ve Kürtler’in önüne koyalım” diyor.
Hemen ardından Bursalı’nın bu yazısından hareket eden Özkök’ün yorumu geldi. Türkiye’nin tarihinde ilk defa Kürt meselesini en çarpıcı ve en gerçekçi biçimde tartıştığını belirten Özkök de artık her şeyi açık açık konuşmanın zamanının geldiğini söylüyor ve o can alıcı soruyu atıyor ortaya:
“Türkler’le Kürtler birlikte yaşamak zorunda mıdır? Eğer bu ortak iradeyi gösterip yaşayabileceksek, tabii ki yaşayalım. Tabii ki hem Türkler hem Kürtler için en iyisi budur ama yaşayamayacaksak? Yaşayamayacaksak, artık adını koyalım.”
Önce Bursalı’nın yazısında yer alan “koz” ifadesiyle ilgili olarak muhalefet şerhimi düşüp sonra devam edeyim.
Doğrusunu isterseniz ben Bursalı’nın ifadesinden, onun ayrılma ‘kozu’nu esas olarak Türkler’in elinde bir koz olarak gördüğünü ve Türk tarafının bu kozu Kürtler’i korkutmak için kullanabileceğini düşündüğünü anladım; yani bir blöf kokusu aldım.
Oysa bu blöf yapılacak bir konu değildir. Eğer Kürtler’in ayrılma hakkını savunacaksak; “Nasılsa iş ciddiye binince faturanın ağırlığını görüp vazgeçeceklerdir” diye hesap yapamayız. Tartışmayı açarken samimi olmalı; ayrılmayı gerçekten de göze almalıyız.
Ama meselenin bu yanını bir yana bırakırsak, Bursalı ve Özkök’ün bu çıkışları gerçekten de önemli çıkışlardır.
Ben de başka birçok yazar gibi çok uzun yıllardır üniter devletin “Allah’ın emri” olmadığını; eğer iki halk gönüllü bir şekilde birlikte yaşamak istiyorsa ne ala; ama zorla da güzellik olmayacağını yazıp duruyorum. Öyle ya; bugün bu alternatif Belçika’da, Qebec’te gündeme gelebiliyorsa Türkiye’de niye gelemesin? Neden bölünmeyi istemek suçların en büyüğü gibi algılansın?
Önce, bir yanlış anlamayı önlemek ve iki şeyi birbirinden ayırmakla işe başlayalım: Bir şeyin arzu edilmez oluşu başka; yasak oluşu başka şeylerdir. Yani, Türkiye’nin bölünmesini istemeyebilir, hatta bunu çok tehlikeli bulabilirsiniz. Ama bu, bölünmeyi savunmayı suç saymak anlamına gelmez. Çünkü bölünmeyi savunmak da diğer fikirler gibi bir fikirdir. Yeter ki, terör yoluyla gerçekleştirilmeye kalkışılmasın. Bence bugün PKK’nın suçu, bölünmeyi savunması değil, bunu terör yoluyla gerçekleştirmeye çalışmasıdır.
Bakın 1995 tarihinde Yeni Yüzyıl’da yayınlanan bir yazımda ne yazmışım:
“Bölünme fikrini bütün diğer fikirlerden farklı kılan herhangi bir şey yoktur. Misak-ı Milli de nihayet Allah yapısı değil, kul yapısıdır ve pekâlâ tartışılabilir. Ülkelerin sınırları tarih boyunca çeşitli nedenlerle değişmiş ya da değiştirilmiştir. Mevcut sınırların değişebileceğini düşünmek suç olsaydı, en başta suçlanması gerekenlerden birinin de Mustafa Kemal Atatürk olması gerekirdi. Osmanlı İmparatorluğu’nun 1. Dünya Savaşı öncesindeki sınırlardan geri çekilip Türk nüfusun çoğunlukta olduğu bugünkü sınırları savunma fikrinin Mustafa Kemal’in kafasında taa 1. Dünya Savaşı yıllarında oluştuğu bilinen bir gerçektir. Bu anlamda, 1911-12 yıllarında Mustafa Kemal de “bölücülük” yapmış, bölücü fikirler savunmuştur. Bugün Türkiye’de bazı insanlar, Fırat’ın doğusunda uzanan topraklara Kürdistan diyor. Bu toprakların Türkiye’den ayrılıp ayrı bir devlet olarak varlığını sürdürmesini istiyor… Ben, despotizm dışında hiçbir şeyin, Fırat’ın iki yakasında yaşayan bu insanları ayrı devletler halinde yaşamaya ikna edemeyeceğine yürekten inananlardanım. Ama diyorum ki, bırakalım, bunu isteyenler yayın organlarında, kurdukları derneklerde ve siyasi partilerde, Fırat’ın doğusuyla batısını birbirinden koparmayı resmen ve alenen savunsunlar. Siyasi partiler kurup bölünmeyi savunduklarını programlarının en başına koysunlar. Kurdukları televizyon kanalından Urfa’nın, Diyarbakır’ın, Hakkari’nin yoksul halkını; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden ayrılırlarsa daha mutlu, daha müreffeh bir hayat yaşayacaklarına ikna etmeye çalışsınlar. Bunun için tartışma programları, açık oturumlar, siyaset meydanları yapsınlar. Dergiler çıkartıp makaleler yazsınlar.
Ben yasaklanmayan hiçbir fikirden korkmuyorum. “Bağımsız Kürdistan” fikrinin her platformda serbestçe savunulur hale geldiği andan itibaren bütün çekiciliğini kaybedeceğine; sağduyusunu tümden kaybetmemiş her Kürt’ün de oyunu birlikten yana kullanacağına inanıyorum.”
X x x
On beş yıl önce savunduğum bu fikre bugün de inanıyorum. Bugün de hem Türkler’in hem Kürtler’in büyük çoğunluğunun serbest iradelerini özgürce ortaya koyabilecekleri bir ortam yaratıldığında oylarını beraber yaşamaktan yana kullanacağından şüphe etmiyorum.
“Ya yanılıyorsan” dediğinizi duyar gibiyim.
Mesele şu ki, eğer yanılıyorsam, zaten yapacak bir şey yok demektir. Çünkü birlikte yaşamak istemeyen iki halkı zorla bir arada tutmanın yolu henüz keşfedilmedi.
Bugün, 07.07.2010