“Hakikat, Tanrı’nın elinde bir aynaydı. Yere düştü ve parçalandı. Herkes onun bir parçasını aldı, ona baktı ve hakikati bulduğunu sandı.”
Yaşadığımız günleri ve birbirimizle sonu gelmez tartışmalarımızı Mevlana Celalettin Rumi’nin bu mısraları güzel özetliyor.
Tozpembe, güllük gülistanlık bir Türkiye tablosu çizenler de, olağanüstü kötü, karanlık bir Türkiye tablosu çizenler de, çoğu kez aynı hataya düşüyorlar:
Ellerindeki parçaya bakıyorlar ve hakikatin ondan ibaret olduğunu zannediyorlar.
**
İçinde yaşadığımız anın sıcaklığı da devreye giriyor. Yaklaşan seçimlerin yükselttiği hararet, siyasi tartışmayı kırıcı hale getirebiliyor.
Bir siyaset bilimci olarak söylüyorum bunu: Siyaseti abartmamak gerek.
Çünkü siyaset her şey demek değil. Hayatın amacı değil o, sadece onu daha iyi bir hale getirmenin aracı, daha doğrusu araçlarından biri.
Aynanın parçalarını herkesin farklı birleştirebileceğini ve ortaya birden fazla hakikat görüntüsü çıkabileceğini kabul etmek gerek.
Elbette herkesin hakikat gibi bir kaygısı yok. Ama kaygısı hakikat olan en iyi niyetli iki insan bile birbirinden farklı okuyabiliyor hayatı.
Çünkü insanın görüşünü belirleyen sayısız etken var ve hakikatin hangi parçasını daha önemli gördüğümüz de hayata bakışımızdan bağımsız değil.
**
Ben aynanın kırık parçalarından hiçbirini ihmal etmeye taraftar değilim.
Ama sadece bu iktidara özgü olmayan bir dizi yanlıştan yola çıkarak karanlık bir ülke tablosu çizmeyi de doğru bulmuyorum.
Gezi’den beri bir Erdoğan takıntısı var. Bazı yazarların sabit konusu adeta. Sadece son yazılarının başlıklarına bakmak bile yeterli çoğu kez. Erdoğan ile ilgili hüküm cümleleriyle, daha yazıya geçmeye sabredemeden başlıkta kavgaya başlıyorlar onunla.
Cumhurbaşkanı Erdoğan hatalar yapıyor elbette. Örneğin seçim sürecindeki konuşmalarıyla yapıyor. Hükümet de yapıyor. Örneğin Diyanet’in varlığını ben de yanlış buluyorum. Başbakan Davutoğlu’nun HDP’ye “arkadaşı Ermeni diasporası olandan Kürt’e, Türk’e, Arap’a fayda gelir mi?” şeklindeki eleştirisini de, Akdoğan’ın yine HDP’ye eşcinsel adaylarla ilgili eleştirisini de haksız ve yanlış görüyorum.
Ama bu ve benzeri hataların hiçbiri, daha önce hiç tanık olmadığımız türden, bu iktidara özgü hatalar değil ve bunlardan hareketle çizilen karanlık ülke tablosu gerçek değil.
**
Kanaat belirlemek için kıyas yaparsınız:
Bir siyasi aktörü diğer siyasi aktörlerle, bir dönemi de kendisinden önceki ve sonraki dönemlerle karşılaştırırsınız.
Ak Parti’yi rakipleriyle, onun dönemini de önceki dönemle karşılaştırdığımda hiç tereddütsüz tercihe şayan buluyorum.
Tercihe şayan bulmak onu hatasız görmek veya eleştirmemek değil.
Eleştiriyorum ama siyasette seçeneklerimizin sınırsız olmadığını da biliyorum.
Basit bir gerçek var: bu hükümetin alternatifi bir CHP-MHP Koalisyonu ve o da ülkenin geleceği adına beni korkutuyor.
Bütün hatalarına rağmen Kürt Barışını gerçekleştirmeye ve sivil anayasa idealine en yakın, ekonomide başarılı ve dış politikada insani bir tutum sergileyen bu iktidar ve bu bana çok daha önemli görünüyor.
İrlanda barışının mimarlarından Jonathan Powell, Gezi sonrası Türkiye’deki çözüm sürecine ilişkin tartışmaların ikinci plana düşmesini eleştirirken şunu söylüyordu:
“Bu protestolar önemli olabilir ancak uzun vadede elli yıl sonra ülkeniz için en önemli şey barış olacaktır.”
**
Benim parçaları birleştirme şeklim bu.
Kendimce doğru gördüğümü dile getiriyorum öteden beri.
Hakikatin anahtarı hiçbirimizde değil. Bu yüzden kendi yargılarımı mutlaklaştırmıyorum.
Kendi siyasi pozisyonumu ifade ederken, kırıp dökmemeye özen gösteriyorum. Yarın yanlış düşündüğümüz için değil ama kırdığımız insanlar için pişmanlık duyacağımızı biliyorum.
Emin olduğum tek husus bu ve bu da siyasi bakımdan isabetli yorum yapmamaktan daha önemsiz değil.
Bir ayna daha var ki, en önemlisi o. İşte onu kırmamak asıl hüner.
Çünkü parçalarını yapıştırmak çoğu kez mümkün olmuyor.
Serbestiyet, 01.06.2015