Can Dündar’a hiçbir zaman sempati duymadım. Onu önemli bir gazeteci veya aydın olarak görmedim. Gezi isyanlarındaki kışkırtmalarının üstüne yattığını, hiçbir şey yapmamış gibi ortalarda gezindiğini biliyorum. Şu sıralarda Cemaate yakın ve Türkiye’yi uluslararası arenada güç duruma düşürme faaliyetinde kullanılan araçlardan biri olduğuna da kaniyim. Nitekim sorguda çevrilen TIR’lardaki silahların IŞİD’e gittiğine dair elinde bir belge olup olmadığı sorulunca, belge olmadığını, böyle olduğunu ‘duyduğunu’ söylemiş.
Bütün bunlara rağmen, sevdiğim kimseler gibi sevmediğim kimseler için de ilkeli ve âdil değerlendirmeler yapmam gerektiğine inanan biri olarak gelişmelere bakmak durumundayım. Dündar casusluk ve terör örgütüne yardım gerekçesiyle yargılanıyor. Henüz muhakeme süreci ilerlemediği için delillerin neler olduğunu, dosyanın muhtevasını bilmiyoruz. Ancak,tutuklu yargılamanın istisnaî hâllerde başvurulması gereken bir yol olduğunu kabul ediyoruz. Bunun sebebi yakın geçmişte tutukluluğun bir silah gibi kullanılması ve bazen cezalandırmaya dönüşmesi. Bu yüzden, AYM’nin tutuksuz yargılama yolunu açmasını doğru buldum. Dündar-Gül dosyasının AYM gündeminde öne çekilmesine de şaşırmadım. Mesele uluslararası boyutlar kazandı. Türkiye demokrasisi de hükümet de bundan büyük zarar görmekteydi. Mahkeme bir an önce bu soruna bir neşter vurmak istedi.
Daha önceki yazılarımda AYM’nin gerekçesiz karar açıklamasını yanlış bulduğumu belirtmiştim. Her ne kadar Mahkeme “gerekçe açıklanması iptal davaları için geçerli ihlâl davaları için böyle bir zorunluluk yok” şeklinde bir açıklama yaptıysa da,böylesine önemli bir davada gerekçenin hazırlanmasından sonra kararın açıklanması iyi olurdu. Tahmin ediyorum ki, AYM’nin hiçbir kararının gerekçesiz açıklanamaması ve belki de işleme alma sıralamasının daha objektif kriterlere -meselâ başvuru tarihine ve davanın türüne- göre yapılması yolunda yasal düzenlemelere gidilecek. Burada da benzer mahkemelerde olduğu gibi Mahkeme başkanına bir inisiyatif alanı bırakılması yerinde olur.
Önceki yazılarımda AYM’nin işin esasına girmesinin, iddialar konusunda görüş bildirmesinin yanlış olduğunu düşündüğümü de belirtmiştim. Mahkeme çevreleriyle yaptığım görüşmelerde esasa girmenin söz konusu olmadığı tarafıma söylendi. AYM Dündar-Gül’ün yaptığı suç değildir şeklinde bir hüküm getirmiyor. Tüm söylediği tutuksuz yargılama yapılması. İfade ve basın özgürlüğü ihlâlini de tutuklamanın bir sonucu olarak görüyor, çünkü kişiler mesleklerini icra edemiyor. Yoksa isnat edilen suçların basın ve ifade özgürlüğüne girdiğini iddia etmiyor. Aynı zamanda dava iddianamesinin daha özenli hazırlanmasını bekliyor. Aynı fikirdeyim; zaruri hâller dışında tutuklama olmamalı, savcılar iddianame hazırlama işini ciddiye almalı. Medyada AYM’nin esasa girdiği şeklinde bir algının oluşmasında gerekçenin kararla aynı anda açıklanmamasının payı olduğu anlaşılıyor, çünkü karara kızanlar da sevinenler de böyle düşünüyor. Gerekçe yakında açıklanacak ve o zaman mahkemenin ne dediği daha iyi görülecek.
Anayasa mahkemeleri demokrasilerdeki önemli kurumlardan. Böyle olmasa dünyanın en eski demokrasisinde var olmazdı, yeni demokrasiler bir anayasa mahkemesi kurmaya can atmazdı. Türkiye’de AYM her ne kadar anayasa yargısının felsefesine ters bir zihniyet üzerine kuruldu ve uzun zaman böyle işlediyse de şimdilerde iyiye gidiyor. Mahkemenin yapısının değişmesi ve özellikle Zühtü Arslan’ın başkanlığa seçilmesi AYM için bir şans oldu. Öğrendiğime göre, Mahkeme, raportörler arasındaki sekteryen yapılaşmayı da önemli ölçüde ortadan kaldırdı.
AYM’yi eleştirirken ölçülü olmakta, yıkıcı değil yapıcı eleştiriler getirmekte, bu eleştirileri sağlam bilgiye dayandırmakta ve kişiselleştirmemekte yarar var. Unutmayalım ki AYM şu veya bu grubun değil tüm Türkiye’nin mahkemesi. Onun daha iyi hâle gelmesi Türkiye’de hukuk devletini de hak ve özgürlüklerimizin güvencesini de güçlendirir.
Yeni Yüzyıl, 07.03.2016
http://www.gazeteyeniyuzyil.com/makale/aym-lzim-mi-1567