Bu başlığı bizim için kullanmaya pek alışmış olan Avrupalılar, son Avrupa Parlamentosu seçimlerinde ortaya çıkan siyasi tabloyla şoka girmiş olmalılar.
Oysa bu tabloda en ufak bir sürpriz yok. Ama fazlasıyla kendinizden eminseniz, “kusursuz” olduğunuza inancınız tamsa, fazlasıyla burnu havadaysanız, “ötekileri” eleştirip durmaktan dönüp kendinize bakmaya fırsat bulamıyorsanız, böyle bir seçim tokadıyla şoka girmeniz de mukadderdir.
Ekonomik boyut ve demokrasi krizi
AP seçim sonuçlarını tek bir başlık altında incelemek mümkün değil.
Olayın her şeyden önce bir ekonomik boyutu var. Avrupa ekonomik olarak geriliyor. Ciddi reformlar gerekiyor ama “sosyal” devletin nimetlerinden faydalanmaya alışmış kitlelerden gelen direniş yüzünden bir türlü gerçekleştirilemiyor. Refah düzeyi sürekli düşen ve panik içinde olan Avrupalı da doğal olarak, elinde kalan zenginliği ve imkanları “sonradan gelenlerle” paylaşmak istemiyor.
Olayın ekonomik boyutu üzerine daha çok şey yazılabilir.
Ama meselenin bir de “Avrupalı kimliği”yle ilgili olan yanı var ki, bu sonuçlarda çok büyük rol oynuyor.
Avrupalı kimliğini koruma
Son Avrupa Parlamentosu seçimleri bir kez daha ortaya koydu ki, sorun birkaç Avrupalı liderin tutuculuğundan kaynaklanmıyor. Sorun, Avrupa halklarının kendi içindeki yabancıdan, göçmenden, özellikle de kendi içindeki İslam’dan duyduğu korkudan kaynaklanıyor. Zaten Avrupalı politikacılar da kendi kamuoylarındaki bu duyguyu iyi okudukları için böyle siyaset yapıyorlar.
Peki Avrupa yabancıları, Müslümanlar’ı neden istemiyor; neden onlardan nefret ediyor?
Aslında bu nefreti anlamak bizim için herkesten daha kolay olmalı: Türkiye’nin “Batılıları” halkın“Batılı olmayan” kesimini neden sevmiyor, hata “iğrenç” ve “dayanılmaz” buluyorsa, Avrupa kamuoyunun büyük kesimi de aynen öyle buluyor.
Bizim laikçilerimiz yıllardır İslami kesimi neden dışlamaya çalıştıysa, neden onu kendinden bir parça olarak kabul etmediyse, Avrupalılar da Müslümanlar’ı o yüzden dışlamaya, içine almamaya çalışıyor.
Biz 1995’ten bu yana neden yaşam tarzımızı değiştirecekler diye kabuslar görüyorsak, Avrupalı da aynı sebeple aynı korkuları yaşıyor. Onlar da tıpkı içimizdeki “Batılı”ların yıllarca korktuğu gibi, Müslüman kitlenin dini aidiyeti yüzünden Avrupa’nın yaşam tarzını değiştirmesinden, İslami kimliğiyle Avrupa’nın kamusal alanında boy göstermesinden, Avrupa’nın rengini, kokusunu“bozmasından” korkuyor.
Tıpkı bizim aydınlarımızın büyük çoğunluğunun çok uzun süre savunduğu gibi, onlar da İslam’la demokrasinin bağdaşmadığını, şeriat hedefinin İslam dininin ayrılmaz bir parçası olduğunu, bir Müslüman’ın demokrasiyi savunmasının ancak takiye olabileceğini düşünüyorlar.
Statükocular ittifakı
Ve işin en ilginç yanı; “ötekine” karşı duyulan bu nefret tıpkı bizde olduğu gibi AP seçimlerinde de garip koalisyonlar oluşturuyor. Geleneksel sağ-sol saflaşması tarumar oluyor. Aşırı sağcı Le Pen’cilerle sosyalistlerin ve komünistlerin önemli bir bölümü kol kola girip merkez sağa karşı“hayır” kampanyası yürütüyorlar.
Peki hangi temelde? Statükoyu koruma ve değişime karşı barikat kurma temelinde.
Saflaşmanın bir tarafında değişimden korkan ve “Eski Avrupa”yı eski değerler seti, eski“saflığı”, “sterilliği” ve homojenliği ile geri getirme hayalleri kuranlar var; öbür tarafta dünyadaki değişime ayak uyduramayan bir Avrupa’nın çökeceğini söyleyen ve “Yeni Avrupa”yı savunanlar var.
Bu seçim statükocuların zaferiyle sonuçlandı. Bu sonuca Yükselme Devri’ni çoktan geride bırakmış ve on yıllardır Duraklama Devri’ni yaşayan yaşlı kıtanın artık Gerileme Devri’ne girişinin işareti de denebilir.
Bundan sonra ne olacağını hep birlikte izleyeceğiz. Bakalım, “Hasta Adam” tedavi yönteminde radikal bir değişikliğe gidip yeniden canlanabilecek mi?..
Bu yazı Bugün Gazetesi’nde yayınlanmıştır.