Atatürk’e hakaret, Türköne ve yargı

Türkiye’de yapılan ilk özgür seçimlerde halk, CHP’nin tek parti yönetimine son verir ve DP’yi başa getirir. DP iktidar olduktan sonra Türkçeleştirilen ezanı serbest bırakır ve mütedeyyinler üzerindeki baskıları kırar. Bu esnada provokatif eylemler de başlar. “Ticaniler” diye bir grup, büst ve heykellere yönelik saldırlar düzenler ve bir gecede 17 Atatürk heykelini tahrip eder. Bu gelişme üzerine DP iktidarı, Nisan 1951’de Atatürk’ün şahsına karşı işlenen suçları cezalandırmayı öngören bir kanun tasarısını Meclis’e getirir ve tasarı 31 Temmuz 1951’de Meclis’te kabul edilerek yasalaşır. Menderes Hükümeti’nin -tek parti döneminde bile düşünülmeyen- böyle bir kanunu iki sebepten ötürü çıkardığı söylenebilir: İlki, CHP’nin DP’yi gericilere prim vermekle suçlayan ve Ticaniler’in saldırılarını da DP’den aldığı cesarete bağlayan görüşlerini boşa çıkartmaktır. İkincisi ise, İsmet İnönü’nün gücünü kırmaktı. Atatürk’e dair hassasiyetinin nişanesi olan bu kanunla Kemalist orduya göz kırpan DP, İnönü’nün ordu üzerindeki etkisini dengelemeyi amaçlar. ‘Atatürk’ü, Allahlaştırılmış putlaştırılmış insanların arasına koymak’ Kanunun Meclis görüşmeleri esnasında hararetli tartışmalar yaşanır. 487 üyeli (409’u DP’li, 68’i CHP’li) Meclis’te 288 kişi oylamaya katılır. 232 kişi kabul, 50 kişi ret oyu kullanır ve altı kişi de çekimser kalır. Böylesi psikolojik ağırlığı olan bir konuda 50 ret oyunun çıkmasının altı çizilmeli. Kanundan rahatsız olan vekiller kanuna karşı çıkarken son derce güçlü argümanlar kullanırlar: Mesela Halide Edip şöyle der: “Tasarıyı getirenlerin esas fikriyle hepimiz hemfikiriz fakat bunun için yeniden bir kanun yapmak, Atatürk’ü tarihten önceki Asuriler, Babillilerin yaptığı gibi Allahlaştırılmış putlaştırılmış insanlar arasına koymaktır. Ceza kanunundaki hükmü bir tarafa bırakarak sadece heykel kırmak veya cumhuriyetin banisi Atatürk’e dil uzatmak gibi bir saygısızlığın önüne geçmek için yeni bir kanun yapmayı bir şark zihniyetinin yeni bir mahsulü diye telakki ederim. Yani daha evvel de dediğim gibi, kablettarih put haline gelen ve bugün yerinde yeller esen eski saltanatlar devrinde şahsı ilahileştirmek ve onlara adeta bir put gibi tapmak zihniyetinin tekrar hortlaması gibi geliyor bana.” Çanakkale Vekili Bedi Enüstün, bu kanunun kendisinin Atatürk’e karşı bir saygısızlık olacağını belirtir: “Ben şahsen Atatürk’e bir kutsiyet izafe edebilir ve mabedim olan kafamın içinde kendisine tapabilirim Fakat millete mal olmuş inkılapları, reformları bir şahsın taştan veya topraktan yapılmış heykelinde arayan ve bir kâğıt üzerindeki resminde sembolize eden dimağlardan ileri demokratik hamleler beklenemez. Bendenizce bu layihanın kabulü Atatürk’ün ruhuna hürmetsizlik sayılır.” ‘Milletin ağzına kilit mi takalım?’ Çankırı Vekili Kazım Arar, Atatürk’ün de aleyhine olan bu kanunu 14 Mayıs devrimini yapan partisine yakıştıramaz: “Atatürk’ün kapatılacak, gizlenecek, söylenmesinden tevakki edilecek bir tarafı mı vardı ki milletin ve matbuatım ağzını kapatalım. Hem öyle ki o büyük adamın devrinde bile kavuşamadığımız demokrasi inkılabının tahakkukundan sonra Demokrat Parti iktidarının büyük meclisi, onun muzaffer mümessilleri, siz milletvekilleri tarafından milletin kurtarıcısı olduğunuz kadar hürriyetin de yaratıcısı, büyük aziz Türk Milletinin ağzına 14 Mayıs armağanı olarak bir kilit mi takalım? Arkadaşlar, Atatürk’ün inkılabı ve eserleri hakkında mevzuatımızda kâfi derecede müeyyide vardır. Eğer kâfi gelmiyorsa artıralım fakat şahıslar hakkında kanun çıkarmayalım. Böyle bir usulü biz ihdas etmeyelim. Her men edilen husus daha ziyade aleyhtar toplar. Bence bu kanun Atatürk’ün lehinde değil bizzat aleyhinde bir kanundur.” Konya Vekili Abdurrahman Fahir Ağaoğlu, mevzuatı özgürlük karşıtı yasalardan arındırmak gerekirken, partisinin daha anti-demokratik bir yasa yapmasından duyduğu hayal kırıklığını dillendirir: “Hükümet, faşist bir memleketten aynen alınan ceza kanununu değiştireceğine daha da totaliter bir rejimi devam ettiriyor.” Kanuna muhalif olanlar sadece DP’liler değildir, CHP içinde de yasadan hoşnut olmayanlar vardır. Mesela Mardin Vekili Kamil Boran kanuna muhalifliğini şöyle temellendirir: “Eğer bugün Türk vatanında Atatürk’ü sevmeyenler, Atatürk’ün bugünkü Türkiye’yi yaratan inkılaplarını benimsemeyenler varsa, Meclis ve hükümet el ele vermeli, ceza tehdidiyle değil, kafalara ve gönüllere hitap ederek bu gibilere Atatürk’ü sevdirmeye ve inkılaplarını benimsetmeye say etmelidir.” [1] Bu nitelikli karşı çıkışlara rağmen tasarı Meclis’te kabul edilir ve kanunlaşır. Ancak 1960 yılına kadar hiç kullanılmaz. Yakın dönemde ise hem sağdan hem de soldan kamuoyunun yakından bildiği isimlerin bazı yazı, söz ve çalışmalarının bu kanunla irtibatlı olarak dava konusu edilmesi kanunu tekrar gündemleştirir. Ahmet Altan, Hasan Mezarcı, İpek Çalışlar, Ragıp Zarakolu, Can Yücel, Hakan Albayrak, Mustafa İslamoğlu, vb. isimlerin bu kanunla başı derde girer. Atilla Yayla, İzmir’de katıldığı bir toplantıda Kemalizmi eleştirirken Atatürk’e “Bu adam” dediği iddiasıyla 15 ay cezaya çarptırılır. Hatta Can Dündar hakkında bile “Mustafa” filminde Atatürk’ü sigara ve içki içerken gösterdiği için bu kanuna dayanılarak suç duyurusunda bulunulur. ‘Atatürkçü olmayı hakaret sayarım’ Kanunun son kurbanı ise Mümtaz’er Türköne oldu. Cumhurbaşkanı tarafından Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu’na atandıktan sonra katıldığı bir televizyon programında Türköne, Atatürkçülük hakkında bazı değerlendirmelerde bulunur. “Atatürkçü olmayı hakaret sayarım” der ve Atatürkçülüğü de “bir darbe ideolojisi” ve “faşist bir ideoloji” olarak tanımlar. Türköne’nin sözleri Kemalist bir vatandaşı kızdırır. İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulunan vatandaş, Türköne’nin cezalandırılmasını talep eder. Savcılık, bu sözlerde Atatürk’ün hatırasına karşı bir hakaretin bulunmadığından ve sözlerin ifade hürriyeti kapsamı içinde değerlendirilmesi gerektiğinden bahisle takipsizlik kararı verir. Vatandaş bu karara itirazda bulunur. İtiraza Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi bakar ve dava açılmasını gerektirecek yeterli şüphenin oluştuğunu ve delillerin bulunduğunu belirterek itirazı kabul eder. Böylece Türköne hakkında dava açılır. Yargılama kısa bir süre önce neticelendi ve Türköne bir yıl hapse mahkûm edildi. Davaya bakan İstanbul 24. Asliye Ceza Mahkemesi, cezada indirim yapmadı ama “sanığın ileride suç işlemekten çekineceği” kanaatiyle cezanın ertelenmesine karar verdi. ‘Hukukun buz gibi sakin aklı’ Kararın AİHM kriterleriyle uzaktan yakından bir bağlantısı yok. Türköne’nin sözlerinde herhangi bir hakaret veya küfür yok, eleştiri var. Savcılığın takipsizlik kararında da belirtildiği gibi, Atatürkçülük bir ideolojidir. Bu ideolojinin ve uygulamalarının eleştirilmesi ise Atatürk’ün manevi hatırasına bir saygısızlık içermez. Dolayısıyla kararın AİHM içtihatları bir yana mevcut yasaya da aykırı olduğu açık. Umarım temyiz safhasında karar düzeltilir; bekleyip göreceğiz. Şimdilik karardan başlıca iki sonuç çıkartılabilir: Birincisi, bu kanunun behemehâl kaldırılması gereğidir. İfade hürriyetinin üstünde Demokles’in kılıcı gibi duran bir yasa bu. Varlığı demokrasi için zarar ve ayıp. Ayrıca kaldırılması da herhangi boşluk yaratmayacak. Zira TCK’da bu kanundaki değerleri koruma altına alan hükümler zaten var. İkincisi ise, Türköne’nin bir yazısında [2] varsaydığı gibi, yargıda her zaman “hukukun buz gibi sakin aklının” egemen olmadığıdır. Yargının terazisi daima doğru tartmaz. Adaletin kılıcının keskin olduğuna şüphe yok, ama bu keskin kılıcının daima doğru başları düşürdüğü söylenemez, yanlış başlar da düşürülebilir. Bu itibarla yargıya dair tespitlerde –hele Türkiye’de- temkinli olmakta fayda vardır. [1] Alıntılar için bakınız: http://www.zaman.com.tr/roportaj_dp-ataturku-koruma-kanununu-inonu-yuzunden-cikardi_907379.html
[2] http://www.zaman.com.tr/mumtazer-turkone/hashasinler-ve-yolsuzluklar_2193468.html

Serbestiyet, 04.03.2014

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et