Cumhuriyetçilik bürokratik vesayetin adıdır
Türkiye’de Cumhuriyet tarihinden beri rejimlerin en doğrusu ve ahlâkî olanı olarak topluma ve bireye benimsetilmek istenen cumhuriyetçilik, cumhuriyetçi bürokrasinin yönetiminin adı olmuştur. İktidarı saraydan alıp millete-halka verdiğini iddia eden militer-bürokratlar, cumhuriyetin kuruluş yılları itibari ile kendilerine bir oyun alanı olarak cumhuriyetçiliği benimsediler. Kurulduğu günden itibaren doğruların en doğrusu olarak tanımlanan cumhuriyet, bir rejim olarak özünde militerlerin kendileri için kurdukları bir rejimin adı oldu. Toplumunu yetersiz gören, beğenmeyen siyasetçilerin keyfî seçimi olageldi cumhuriyet ve cumhuriyetçilik. Bireyler kendi hallerine bırakılamayacak kadar beceriksiz ve yetersiz görüldüğü için egemenlik devletin ve rejimin gerçek sahiplerinde, militer-bürokrasinin elinde olmalıydı. Gerçek yönetme ve herkes için doğruyu bilme kapasitesine sahip olduğunu iddia eden bu grup ve onların lideri konumundaki Atatürk, toplumu topluma rağmen yönetmek için kendilerine cumhuriyet rejimini seçtiler. İdareyi-yönetimi bir grup insanın eline ve varsa diktatörün eline verdiler -siz buna oligarşi de diyebilirsiniz-. Bu bürokrasi, tanımı milletin kendi kendini yönetmesi anlamında olduğu varsayılan cumhuriyeti kendisinin çıkarlarını tamamlayan bir aygıt olarak gördü. Çıkarlar, devleti ele geçirmiş azınlığın mutlak doğru gördüklerini halka-millete-bireylere benimsetme temelinde şekillendi. Rejim adı konmamış bir ayrıcalıklılar bürokrasisinin bürokratik rejimiydi. Türkiye’deki adıyla cumhuriyet idi bu rejim. Bu cumhuriyeti benimsemek ve topluma zorla benimsetmek ise cumhuriyetçilikti.
Cumhuriyetçilik bir devrim ilkesi olarak egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğu bir rejim hiç değildi. “Millet adına millete rağmen”in basit bir söylemi oldu. Bu söylem sadece tek parti döneminde değil cumhuriyet tarihi boyunca da devam ettirildi. Özellikle askerî yönetim dönemlerinde egemenlik hep askerin oldu. Egemenlik Atatürk ölene kadar Atatürk’ün, Atatürk öldükten sonra askerî bürokrasinin oldu – sivil bürokrasinin meziyetlerini de unutmayalım-. Egemenliğin bürokratik vesayet içinde azınlık için azınlık tarafından azınlığa verildiği nokta Türkiye’nin militarist bürokrasisinin kendilerini tanımladıkları yer oldu. Türkiye’nin onlara göre gelişiminin her alanında bu bürokrasinin imzası bulundu. Gelişim olmayan bu zaman değişimi, egemenliği millete geçirmediği gibi, bürokrasiyi daha da güçlendirdi. Türkiye’de tek parti ideolojisi olmadan ne siyasal yaşam oldu ne de millet kendi kendini yönetti. Militer, militarist bürokrasi kendi kendini ve diğerlerini yönetti, bu yönetimin adına da cumhuriyet dedi. Cumhuriyetçiliği de cumhuriyet rejimini militanca benimsemek olarak tanımladı.
Devletin yanında demokrasinin karşısında cumhuriyetçilik
Adı cumhuriyet olan rejim cumhuriyetçilik tanımı ile sıradanlaştırdığı bireyi kendi yönetiminin çıkarlarını gerçekleştirmekle yükümlü aygıtlara dönüştürmek istedi. Bunda, bazı bireyleri kontrol ederek başarı da sağladı – bu duruma hâlâ direnç gösteren bireylerin varlığını es geçmeyelim-. Rejim her zaman birey yerine devleti tercih etti. Devlet onun için hep öncelikli, devletin çıkarları hükmettiği bireylerin hayatlarından daha önemli oldu. Bireyin olmadığı yapının adı olarak cumhuriyet, bireylere elbette siyasal seçim şansı da tanımadı. Bireyin siyasal tercihleri ve çıkarları cumhuriyet tarihi boyunca engellendi. Cumhuriyetçilik tarafındaki cumhuriyetçiler siyasal tercihleri her zaman kendi taraflarında tutarak siyasal hâkimiyeti ellerinde tuttular. Çıkarlarının hiçbir zaman zedelenmesini istemediler. Cumhuriyetçilik ile adına tam olarak demokrasi demeyeceğimiz zamanlarda yaşanıldı. Bu zamanlarda da bireyler kendi siyasal iradelerini siyasete tam olarak yansıtamadılar. Devlet ve cumhuriyetçiler sistemi yasalar ve bürokratik vesayet yoluyla hep kendi ellerinde tutmak istediler. Sivil siyasetçileri pasifleştirdiler veya siyasetçilerin siyaset yapmasını doğrudan engellediler.
Sıradan insanların siyasete karıştırılmamasının adını kendilerince cumhuriyetçilik olarak koydular. Egemenlik sözde milletin, gerçekte bürokrasinindi. Cumhuriyetçilik bürokrasinin istediği sistemdi. Bürokrasi ve militerler her zaman bireylerden ve toplumdan uzak durdular. Cumhuriyetlerinin sağlıklı ve “sonsuza” kadar yaşaması için bunu yapmak zorunda olduklarını belirttiler. Bireylerin siyasal ve bireysel değer sistemlerinin olmasına ve gelişmesine izin vermediler. Böylelikle bürokrasi için çok daha kolay yönetilebilir bireyler kurgulamayı planladılar. Özellikle militer bürokrasi, sistemi militerleştirmek için de çok istekli oldu. Her fırsatta kendi egemenlikleri için bireyleri militer sistem içinde emir altına aldılar. Böylece demokrasiyi cumhuriyet ve cumhuriyetçilik adı altında yok saydılar. Demokrasiyi düşüncelerine göre kontrol ettiler. Demokratik yönetimi hiçe saydıkça kendi yönetimlerini daha da güçlendirerek sürdüreceklerini varsaydılar. Bunda önemli derecede başarılı da oldular. Günümüzde bile militarist yapı altında bireylerin şekillendirilmesini arzulayan siviller var. Kendi yaşamlarını dahi hiçe sayarak bu tip isteklerde bulunmaktan rahatsızlık da duymuyorlar.
Demokrasiden söz ederken söz kamusallığa da gelebilmekte… Fakat cumhuriyetçilikte kamusal alan ve kamusallık da gerçeğinden farklı anlamlar içinde yer buldu. Kamusal alanlar bireylerin ortak alanları olmaktan daha çok cumhuriyetçi sistemin totaliter kontrol alanlarına dönüştürüldü. Mümkün olan her yer bireylerin ve toplumun değerlerinden uzaklaştırılarak militarist cumhuriyetçilerin propagandalarını bireylerin zihnine kazımaya çalıştıkları alanlara dönüştü. Her yer birer propaganda aracı, her nokta cumhuriyetin kontrol noktasıydı. Cumhuriyetçiliğin “değerleri” doğrultusunda da istenilen yaşam böylelikle sağlanmaya çalışılacaktı. En azından militer bürokrasi böyle istedi.
Demokratik sistem ve fizikî alandan uzak olan cumhuriyetçi sistem kendi bürokrasisinin sağlamlığı içinde bugüne kadar kendini var etti. Adına cumhuriyetçilik dedikleri düşünce ve eylem yapısı içerisinde siyasal sistemin tümüne hükmetti. Tüm siyasal alanda kendisini tek hâkim güç olarak korudu. Demokrasinin değil bürokrasinin çıkarları tarafında yer aldı. Bürokrasi ve bürokratların yaşamlarını bireylerin yaşamlarından üstün tuttu. İstediği gibi siyasal yaşamı kontrol etti. Bireylere ve topluma istediği anda siyaset dikte etti. Devlet, devletçilik, cumhuriyet ve cumhuriyetçilik herkese rağmen bürokrasi için bir alan sağladı. Bugün de bu yapının devam ettiğini görmek ve bilmek noktasında zorluk yaşamıyoruz. Şu anda iktidarda olan siyasal yönetim her ne kadar cumhuriyetçi vesayetçi bürokratik yapı ile mücadele ettiği izlenimi veriyorsa da, bürokratik vesayetçilikten tamamen kurtulmak için gidilecek daha çok yol var. Cumhuriyet temelinde cumhuriyetçilik kavramı bürokrasinin elinde güçlü olarak kaldıkça bireylerin yaşamları tehdit altında kalmaya devam edecektir. Cumhuriyetçilik yerini liberal fikirlere bıraktıkça birey için daha umutlu bir yaşamın var olması söz konusu olabilir.