Asgari Ücret Komisyonu çalışmalarını sürüyor. Yakında, bir şekilde, yeni bir asgari ücret belirlenecek ve yılbaşında uygulamaya girecek. Sadece Türkiye’de değil birçok ülkede gerçekleşen asgari ücret uygulamasına hemen herkesin baktığı açıdan farklı bir zaviyeden bakılabilir mi?
Asgari ücreti savunanların iki argümanı var. İlki daha ziyade radikal (sol, sosyalist) çevrelerce seslendiriliyor. Buna göre, işçiler zaten işverenler tarafından sömürülüyor. İşveren işçiye yarattığı katma değerin çok küçük bir kısmını ücret olarak veriyor. Bu yüzden, asgari ücretin artırılması lâzım. İkinci argüman (pragmatik işçi sendikaları gibi) daha ılımlı çevreler tarafından dile getiriliyor. Deniyor ki, asgari ücretliler zaten çok zor geçiniyor. Son zamanlardaki kur dalgalanması enflasyonu iyice yükseltti. Bu yüzden işçilerin hayat şartları daha da kötüye gitti. “İnsanca” yaşayabilmeleri için işçilere daha yüksek bir asgari ücret verilmeli.
Asgari ücrete karşı olanların ilk ve en temel argümanı, asgari ücretin işsizliğe sebep olacağı. Bu tartışılmaz bir gerçek. İşçi ücretleri, ne kadar hararetli politik tartışmalara konu yapılırsa yapılsın, günün sonunda, marjinal verimlilik tarafından belirlenir. İşveren, işçisine, marjinal verimliliğine göre ücret ödemeye meyleder. İşveren işçisine marjinal katkısının üstünde bir ücret ödemeye zorlanırsa, işletmesinde daha az iş gücü istihdam etmeye yönelir. Diğer şartlar eşit kalmak şartıyla, emek fiyatındaki her artış, emek talebini azaltır. Bu, işsizler için daha az iş imkânı demektir. Ancak, asgari ücreti savunanlar bu olguyu görmezden gelmeyi tercih eder; yani istihdam edilme imkânlarıyla ücret seviyesi arasındaki ilişkiye görmezden gelir. Bunun sebebi işsizleri da kapsayan bir yaklaşımın asgari ücret konusundaki tezlerin ve taleplerin zeminini zayıflatacak olmasıdır.
Ancak, asgari ücret uygulamasının neredeyse hiç dikkat edilmeyen başka boyutları da var.
Asgari ücret talepleri asgari ücretle çalışanların çoğunun bir aileyi geçindirmek zorunda olduğunu varsayıyor. Geliri, haneye tek maaş girdiği düşüncesiyle, tek şahıs, harcamaları ise çekirdek aileyi göz önünde bulundurarak, genellikle, dört kişi üzerinden hesaplıyor. Oysa bazı asgari ücretliler aile geçindirmek zorundayken başka bazıları aileleriyle birlikte geçinmek durumunda olabilir. İkisi arasında muazzam fark vardır. Aynı şekilde, tek başına yaşayan asgari ücretliler –kira, yakıt, mutfak vs. gibi- her masrafı tek başına karşılamak zorundayken ortak kullanılan bir evde bir odada yaşayanlar kira ve yakıt gibi önemli gider kalemlerinin hepsini değil kendilerine düşen miktarını ödüyor olabilir.
Gözden kaçırılan bir diğer nokta, ekonomik özgürlüğün çalışanlar açısından ücrete konulan taban ile ihlâl edilmesi ihtimâli. Asgari ücret olmalı diyenler, emeğin satıcısından ziyade alıcısının konumu ve yaptıklarıyla daha çok ilgili. Emek satın alanların da emek satanların da ne yapması gerektiğini belirleme çabası içinde. Tüm emek satanların onlar gibi bir taban fiyat isteyeceğini var sayıyor, istemesi gerektiğini düşünüyor.
İnsan, elbette, bir bütün olarak, diğer insanlara nispetle, kendi bedeninin sahibidir. Emek bedeninin bir parçası ve sonuçlarından biri olduğuna göre insan emeğinin de sahibidir. Genelde özgürlük özelde ekonomik özgürlük kişinin sahip olduğu bir ekonomik faktörü istediği fiyattan başkalarına satabilmesi-kiralayabilmesi hakkını da kapsar. Bunu yapmasına izin verilmeyen kişi ekonomik özgürlüğü ihlâl edilmiş kişidir. Bu ihlâl onu bir köle durumuna düşürmez ama ihlâl ihlâldir ve haklarında sınırlı bilgi sahibi olduğumuz insanlara, başkalarının doğrularını onlara dayatarak, zamana yayılan büyük zararlar verme tehlikesini yaratır.
Asgari ücreti savunanlar hayat yollarında yürümekte olan insanların tek tek durumunu (ihtiyaçlarını, hedeflerini, avantaj ve dezavantajlarını) tam olarak bilemez, kavrayamaz. Nitekim asgari ücret uygulamasını savunanlar emek satıcılarını her bakımdan homojen bir bütün olarak görüyor, sunuyor. Oysa emek arz edenler arasında birçok farklı durum vuku bulabilir ve emekçiler birbirinden çok farklı özelliklere ve amaçlara sahip olabilir. Bazı durumlarda emek sahipleri legal olarak konulmuş bir tabanın altında bir fiyatla emeğini satmayı kendisi için gerekli ve yararlı görebilir. Örneğin, emeğinin vasfının geliştirilmeyi (meslek öğrenmeyi), beşerî sermaye biriktirmeyi (bilgi ve görgüsünü çoğaltmayı), iş muhitini (çevresini zenginleştirerek, tanıdıklarının ve temas içinde olduklarının sayısını artırarak) genişletmeyi belli bir zaman için asgari ücretten daha önemli ve uzun vadede kendisi açısından daha faydalı addedebilir.
Benzer bir durum emekçinin yaşadığı yer-şehir için de söz konusu. Ayda iki bin lira kazanan bir kişinin İstanbul’da yaşamasının maliyetiyle söz gelimi Yozgat’ta yaşamasının maliyeti arasında önemli fark var. Bu gerçek ülke çapında legal asgari ücret uygulamalarının yaratabileceği sakıncalar hakkında da bize bir fikir verebilir. Ayrıca, “insanca yaşama”nın ne olduğu da tartışmaya ve farklı yorumlamalara açıktır. Ücret katılığı ekonomik işgücünün ve yatırımların mobilizasyonunu ve şehirler ve bölgeler arası ekonomik rekabeti baltalar.
Bu değerlendirmelerle, umarım, okuyucuda insanların yüksek maaşla çalışmasına ve çalıştırılmasına karşı olduğum izlenimini uyandırmıyorumdur. Neticede ben de maaşla geçinen bir çalışanım. İsterim ki insanlar ayda en azından 8 bin lira, 10 bin lira kazansın. Ancak, bu, temenni etmekle veya siyasî ve idarî kararlarla gerçekleştirilemez. Bir ülkede ortalama gelir seviyesinin yükselmesini, uzun vadede, yalnızca ve sadece, ekonomik üretkenliğin, yani verimliliğin artması sağlar. Bu da işgücünün vasfının artmasına, makinalar vs. dâhil sermaye birikiminin çoğalmasına, teknolojinin gelişmesine vb. bağlıdır. Nitekim emeğinin vasfı yükseldikçe emekçinin aldığı ücretin de yükseldiği görülmektedir. Bu yüzden, asgari ücret meselesi hamaset ve kuru edebiyat temelinde değil akıl ve ekonomik realiteler temelinde değerlendirilmelidir. Asgari ücret uygulamasının kaldırılması, emekçilere ve bir bütün olarak ekonomiye asgari ücret uygulamasından çok daha faydalı olacaktır.
Yeniyüzyıl, 18 Aralık 2018