1 Kasım’da tarihe gömülen saltanatın ardından rejimin adı 29 Ekim’de konmuş ve aslında çok uzun süredir devam eden bir değişim, dönüşüm hikâyesi Cumhuriyet adıyla devam etti.
II. Abdülhamit dönemini bir ara dönem olarak görürsek zaten II. Mahmut’tan itibaren Osmanlı’da padişahlar giderek sembolik bir hal almış ve devlet idaresi bürokrasinin eline geçmişti. II. Meşrutiyetle de bu süreç tamamlanmıştı.
Bazılarının sandığı gibi demokratikleşme Cumhuriyetle başlamış değil. Osmanlı döneminde temelleri atılmıştı.
Ankara’da Büyük Millet Meclisi açılmak istendiğinde ve açıldığında da kimse şaşırmadı çünkü Osmanlı tebaası Tanzimat Meclislerini başlangıç sayarsak çok uzun zamandır bir meclis fikrine alışıktı ve Osmanlı Mebusan Meclisi üyelerini de halk seçiyordu. O günlerde uygulanan iki dereceli seçim sistemi Cumhuriyette de devam etti ve ancak 1946’da değişti.
Halk siyasi partiler fikrine de alışıktı. İlk resmi parti Osmanlı Ahrar Fırkası 1908’de kurulmuş ve 1908 sonrası bugün dahi kurulması kolay kolay hayal edilemeyecek pek çok parti kurulmuş ve faaliyet göstermişti.
Meydan nutuklarında da bol keseden atıldığı gibi Osmanlı devletini savaşa sokan ve yedi düvele meze yapanlar da padişahlar olmamış bilakis ülkeyi yöneten bir siyasi partinin uçuk kaçık hayalleri olmuştu. İttihat ve Terakki Partisi ileri gelenleri büyük hayallerle koşarak girdikleri savaştan büyük bir hayal kırıklığı ile çıkmışlardı. Onların nobranlığının bedelini ise koca imparatorluk milyona yakın şehit ve büyük toprak kayıpları ile ödedi. Fatura da bu gidişten –en azından son dönem için- en az suçu olan Hanedana çıktı.
***
Cumhuriyetin gelmesi ile demokrasi geldi demek de bizim bariz tarih cahilliğimizden kaynaklanıyor. 1923-25 arası kısa bir dönem hariç ülke II. Dünya Savaşı sonrasına kadar tek parti tarafından yönetildi. Şeyh Sait İsyanı ile muhalifler (Kurtuluş savaşının beşlisinden dördü: Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Refet Bele, Ali Fuat Cebesoy), İzmir Suikastı Davası ile de İttihat Terakki ileri gelenleri Türkiye siyasetinden tasfiye edildiler. CHP’nin tüm eğilimleri içinde toplayan bir parti olması da bu gerçeği değiştirmiyor.
Benim nazarımda CHP ne kadar CHP ise DP (Demokrat Parti) de o kadar CHP’dir, çünkü ikisi de bir madalyonun iki yüzü gibiydiler.
1925-45 arası kökleri Tanzimat Devrine kadar uzatılabilecek bir dizi çok önemli inkılap hareketleri gerçekleştirildi ve toplum yukarıdan aşağı doğru yeniden dizayn edilmek istendi. Halkçılık ilkesine rağmen halka çok da dokunulamazken Türklük de Müslümanlık da yeniden tarif edildi. Öyle ki kim ne dersin desin o günlerin havasını yansıtan (milliyetçiler ve Kemalistler kabul edemese de) “Türküm, doğruyum, çalışkanım” demek bu topraklarda birleştirici olmaktan çok rahatsız edici bir motto olarak hayat buldu.
Cumhuriyet ve Kemalist devrim Osmanlı’nın asırlık Batılılaşma macerasının hızlandırılmış bir aşaması idi. Osmanlı kısmen sindire sindire ilerlerken Cumhuriyet aceleci davrandı. Yıkılan ve dağılan bir imparatorluğun bakiyesi olarak Cumhuriyetçiler geçmişte olumsuzluk olarak tespit ettikleri her şeyi silerek yeni bir dönem başlatmak istediler.
Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları İngiltere’yi örnek almaktan çok Fransa’yı örnek aldılar ve Jakoben bir çizgi izlediler. Aceleleri vardı ve pek çok şeyi Büyük İskender’in Gordion Düğümü’nü kılıçla kesmesi gibi yaptılar.
O gün şartlar bunu gerektiriyordu ya da gerektirmiyordu tartışmasına girmek istemiyorum artık önemli olan Cumhuriyetin 95. yılındayız ve 100. yılına doğru giderken nasıl bir yol takip edeceğimiz. Benim beklentim ve umudum Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçmişte AB müzakereleri sırasında sarf ettiği bir cümlede gizli ve açıkça söyleyeyim ki son günlerde ‘Andımız’ ve Bekir Bozdağ üzerinden yapılan tartışmalara verdiği tepki beni ümitlendirmekte:
“AB’ye katılmamız, hükümetimizin temel siyasi ve stratejik hedefi olmaya devam edecektir. Kopenhag kriterlerini Ankara kriterleri haline getirmeye kararlıyız. Türkiye’nin AB’ye tam üyelik perspektifi Türkiye için bir medeniyet projesi olduğu gibi AB için de stratejik bir zenginliktir.”
Ve ben de bir cümle daha ekleyeyim: “İslam dünyası için de bir hâyır olur.”
Karar, 31 Ekim 2018