Bu ülke aydınlarının tipik tutumudur. Seçimleri siyasi partilerin vatandaş önünde girdikleri bir sınav olarak göreceklerine, halkın girdiği bir sınav olarak görürler. Cevap anahtarının aydınların elinde olduğu çoktan seçmeli bir sınav! Cevabı onlar zaten bilirler ve merakla beklerler: Bakalım halk doğru cevabı bilecek mi?..
Seçimler yaklaştı ya, şimdi aynı diskur yine başladı:“Türkiye halkı bu seçimde tarihi bir sınav veriyor. Halkımız bu sınavdan da başarıyla geçecektir.”
Peki geçmezse, yani yine AK Parti’ye oy verirse ne olacak? O zaman sınav jürisi bir kez daha oturup halkın yüzde kaçının aptal, yüzde kaçının yolsuzluk ve rüşveti umursamayan “kalın derililer topluluğu” olduğuna karar verecek.
Not vermek değil, anlamak
Oysa aydından beklenen şey, halka geçer not vermek ya da çaktırmak değil, onu anlamaya çalışmak, davranış saiklerini bulup çıkarmak, analiz etmek ve buralardan ilerleyerek bazı sonuçlara varmaktır. Bugün bunu yapan aydınlar da var. Her gün birçok köşede AK Parti’ye oy veren seçmenin ortaya çıkan yolsuzluk ve rüşvet iddialarına ve otoriterleşme eğilimlerine rağmen neden hâlâ partisinden kopmadığına dair çeşitli analizler yapılıyor. Bunlar değerli analizler ve birçoğuna ben de katılıyorum.
Ama bu işin bir yanı…
Bence aydın olmak, halkı sınava sokmak olmadığı gibi halkın tutumunu kendi tutumu için dayanak yapmak da olmamalıdır. “Halkın sözü, sözün bittiği yerdir” tutumu doğru değildir.
Aydın dediğimiz kişinin sözü, seçmenler gibi “evet” ve “hayır” seçenekleriyle sınırlı değildir. Onun, çok daha fazla şey söyleme imkanı ve sorumluluğu vardır. Her “evet”ine düşeceği muhalefet şerhleri, dipnotlar; her “hayır”ına getireceği istisnalar, ek açıklamalar…
Nitekim bugün için “evet” ya da “hayır”ın ötesinde, söylenmesi gereken çok önemli sözler var. En önemlisi de şu:
AK Parti 30 Mart seçimlerinde kazanacağı bir başarıyı 17 Aralık’tan bu yana ortaya çıkan tablonun silineceği ve her şeyin eski gibi devam edebileceği bir dönüm noktası olarak görüyorsa, bu büyük bir yanılgıdır.
Tam tersine bu tablo iktidar tarafından, halkın yaptığı her şeye güvenoyu vermesi olarak anlaşılır ve öyle davranılırsa yaşanan siyasal kriz ve toplumsal kırılma hali daha da ağırlaşır. Bugün ortaya atılan vahim iddiaların cevapsız kalması ya da verilen cevapların inandırıcı olmaması; kamuoyunda yargının işletilmediğine dair yaygın kanaat oluşması; üstüne üstlük bir de otonom bir yapıyla mücadele adına otoriterleşme eğilimlerinin artması ve yürütmenin endişe verici bir biçimde güçlendirilmesi durumu, iktidarla ilgili meşruiyet sorgulamasının derinleşerek sürmesine yol açar. Bu da siyasi istikrarı sürekli tehdit eder.
Bu şartlarda seçimler Türkiye’ye huzur getirmez. Tam tersine huzursuzluğu artırabilir. Genellikle seçimlerden beklenen “toplumsal gerginliği gevşetme ve kutuplaşmayı azaltma”fonksiyonları işlemez. Seçimin de “çare olmadığını” gören muhalif kitlelerin demokrasi dışı yollara başvurma eğilimleri artar.
Gayrimeşru odaklarla mücadele için…
Ayrıca şunu da çok iyi anlamamız gerekir ki, seçimden zaferle çıksa bile, yukarıda saydığım nedenlerden dolayı meşruiyeti zayıflamış bir iktidar, herhangi bir gayrimeşru yapıyla mücadele de yürütemez. Kendine ittifaklar bulması, ulusal ve uluslararası kamuoyunun desteğini alması mümkün olmaz, halk tarafından samimi bulunmaz. Evet, otonom yapının varlığının demokrasimiz için çok ciddi tehdit oluşturduğu doğrudur ama bu yapıyı tasfiye edecek güçlerin kendi meşruiyetleri üzerinde hiçbir şaibe olmaması gerekir ki başarı kazanılabilsin.
Bu yazı Bugün Gazetesi‘nde yayınlanmıştır.