Bu topraklarda, 1876’dan beri, tam 140 yıldır anayasa tartışılıyor. 1960’tan beri de, tam 56 yıldır Anayasa Mahkemesi tartışılıyor.
Anayasa bağlamındaki tartışmanın merkezinde şu var: Şimdiye kadar yapılmış anayasalar halk tarafından yapılmadı; artık anayasayı halk yapsın…
Anayasa Mahkemesi bağlamındaki tartışmanın merkezinde de şu var: Mahkeme halkın/bireyin çıkarlarını korumuyor; darbe zamanlarında darbecilerin emrine giriyor; milli iradeye saygı göstermiyor; yasama ve yürütmeye müdahale ediyor…
***
Anayasa meselesi el’an tartışılan bir meseledir. Geçen yasama döneminde, partilerin oluşturduğu ortak komisyon yeni bir anayasa yapamayınca, halktan en çok oyu (%52) alan siyasi hareket, tek başına bir anayasa hazırlayıp, halkın oyuna sunmaya karar verdi… Fakat henüz ortada somut bir gelişme yok…
Anayasa Mahkemesi de en son, Can Dündar kararında tartışma mevzuu olmuştu. Araya terör girince, Mahkeme merkezli gündem hızla değişti. Herhalde gündemin değişmesinden en fazla mutluluk duyan Anayasa Mahkemesinin değerli üyeleri olmuştur…
Öyle ya gündem terör ile işgal edilmeden önce harıl harıl Anayasa Mahkemesinin Dündar-Gül kararını tartışıyorduk… Her güne Mahkemeyi köşeye sıkıştıran bir manşetle uyanıyorduk… Mahkeme de her gün yeni bir savunma yapmak zorunda kalıyordu…
***
Müsaadenizle ben yeniden düne dönmek istiyorum; o Mahkemenin yoğun tartışıldığı düne. Yoğun tartışmalar sırasında şöyle bir cümleye çokça rastlıyorduk: Mahkemenin kararını eleştirelim ama Mahkemeyi yıpratmayalım…
Ben tam da buradan başlayacağım. Ben diyorum ki, hem kararı tartışalım hem de bizzat Anayasa Mahkemesinin kendisini… Yıpranırsa yıpransın. Bunu yapmazsak daha çok karar tartışırız… Meselenin kökenine girmezsek, sadece kararları tartışarak çözüme ulaşamayız.
Kestirmeden söylemek istiyorum: İdeal durum bağlamında, bir anayasaya da bir anayasa mahkemesine de gerek yok. Bu ikisi olmadan da pekâlâ bir demokrasi kurulabilir ve işletilebilir… Misal isteyenlere İngiltere’yi işaret ediyorum… İngiltere’de anayasa da yok anayasa mahkemesi de…
***
Anayasa, nihayetinde bir uzlaşmayı ifade eder; yahut temenniyi. Eğer toplumda bir uzlaşma yoksa adına anayasa denilen bir metin yazmanın ve onu yüceltmenin bir anlamı yok…
Uzlaşma olmayan bir toplumda yüceltilen bir anayasa varsa bilin ki, o anayasa galipler tarafından yazılmış ve mağluplara dayatılmış bir metindir… Toplumsal uzlaşmaya dayanmadığı için de bu metin bir mahkeme marifetiyle korunur…
Bu sözlerime örnek olarak 1961 Anayasasını ve 1961’de kurulan Anayasa Mahkemesini gösteriyorum. 1961 Anayasası ve Anayasa Mahkemesi, darbecilerin millete dayattığı iki kurumdur. Darbeciler Anayasa Mahkemesi’ni “darbeden sonra da darbe devam etsin, en azından vesayet devam etsin” diye kurmuşlardır.
Eğer toplumda bir uzlaşma varsa, ve bu uzlaşma yüzyıllar içinde pekişmişse, teâmül haline gelmişse, onu yazıya geçirmenin ve ona “anayasa” demenin bir anlamı ve gereği yok. Yazmak, bizatihi, tek başına, bir uzlaşmayı koruyup kollamaz. Uzlaşma bozulacaksa bozulur; “o uzlaşma yazıya geçirildi” diye uzlaşma ebedileşmiş olmuyor… Bozulacak olan bozulur; onu yazsan da yazmasan da…
Zaten toplumda kuvvetli bir uzlaşma varsa onu mahkeme marifetiyle korumaya da gerek yok. Eğer bir mahkeme kurulmuşsa demek ki uzlaşma sağlam değil… Sağlam olmayan bir uzlaşmayı mahkeme marifetiyle koruyamazsınız…
***
Dünyanın en sağlam ve en pekişmiş demokrasisi hiç şüphesiz İngiltere’dir. Futbolun olduğu gibi demokrasinin beşiği de İngiltere’dir. İngiltere de anayasa da yok anayasa mahkemesi de. İngiltere’de teâmül var… Anayasa ve anayasa mahkemesinin yokluğu İngiliz demokrasisi için bir dezavantaj değil; belki de bu ikisinin yokluğu, İngiltere için bir avantaj…
O halde diyebiliriz ki: Yüceltilmesi gereken bir şey varsa o da anayasa değil teâmüllerdir. Teâmüller anayasalardan daha üstün bir uzlaşıyı temsil ederler. Teâmüller, çağlar boyunca yürüyen ve benimsenen; teyid ve tekid edilmiş uzlaşmaları ifade eder… Yüzyılların, nesillerin uzlaşmasını yansıtır. Teâmüller, sadece yaşayanlar arasındaki değil, yaşayanlar ile ölenlerin arasındaki kadim uzlaşmayı ve sözleşmeyi ifade eder…
Ezcümle: Bize de lazım olan yeni bir anayasa değil teamüllerdir. Ezelden bugüne, bugünden ebede sirayet eden bir büyük uzlaşmadır…
***
Ancak bizim gibi her on yılda bir darbeye veya devrime maruz kalmış bir toplumda teâmüllerin oluşmasını beklemek kısa vadede pek mümkün değil. O yüzden kerhen de olsa kısa vadede, yeni bir anayasa yapmak ve yeni bir anayasa mahkemesi ihdas etmek durumundayız.
Yeni bir anayasa nasıl olmalı: Sadece doğal haklardan bahseden kısa ve sade bir anayasa. Yeni Anayasa Mahkemesi de siyasete müdahale etmeyen, sadece doğal hakları korumakla mükellef, sınırlı-sorumlu bir anayasa mahkemesi…
Peki, bu nasıl olacak? Tüm partilerin uzlaşması, anlaşması ideal olandır ancak bunun mümkün olmadığı fiilen görüldü. Tüm partilerin uzlaşmasını beklemek ham hayaldir. Halkı en fazla temsil eden partinin öncülüğünde bir anayasa hazırlanmalı ve son söz bir referandumla halka bırakılmalıdır.
Bu süreçte, yeni bir anayasa mahkemesi tanımlanmalı ve bu yeni mahkeme de yeni anayasanın bir unsuru olarak halkoyuna sunulmalıdır. Yasamaya, yürütmeye ve (kendisi dışındaki) yargıya müdahale eden, 27 Mayıs ürünü mevcut mahkeme tarihe gömülmelidir…