28 Şubat sürecinin karanlık günlerinde, üniversite öğrencisi ve kamu görevlisi kadınlara dayatılan başörtüsü (veya türban, ne derseniz deyin!) yasağı üzerine yazılar kaleme aldım. Televizyonlarda birçok tartışma programına katıldım. Neredeyse söylenmedik söz bırakmadım. Sadece yasakçıların tezlerini çürütmekle kalmadım; yasaklarla ilgili olarak, özgürlük, din özgürlüğü, demokrasi açısından yorumlar ve değerlendirmeler yaptım. İlgili arşivin zenginliği, eminim, bu söylediklerimi doğrulayacaktır.
O günlerde dile getirdiğim kimi görüşler yasağı savunan ve yasağın uygulanmasında aktif rol üstlenen bazı muhataplarım tarafından ya tepkiyle karşılandı ya da anlaşılmadı. Ben de, tezlerimi tekrar tekrar açıklamaya ilâveten, zamanın beni doğrulayacağını söyledim. Haklı çıktım. Yakınlarda Anayasa Mahkemesi tarafından verilen başörtüsüyle ilgili bir karar bir bakıma tezlerimin doğruluğunu tescilledi.
Mahkeme, duruşmalara başörtüsü ile girmesine izin verilmeyen Avukat Tuba Arslan”ın müracaatı üzerine aldığı kararda, eskiden imza attığı, hak ve özgürlükleri devletçiliğe kurban eden, demokrasi karşıtı çizgisini terk etti. Özgürlükçü ve demokrat bir tutum aldı. Yasakçıların tüm iddialarını çürüten gerekçelerle haksızlığın önüne geçti.
AYM din ve inanç temelinde nefret suçuna teşvik bile sayılması mümkün sözlere ifade özgürlüğü tanınırken başörtüsünün ifade özgürlüğü kapsamında görülmemesini yanlış buldu. Haklı olarak, birilerinin başörtüsü kullanmasının diğerleri üzerinde bir baskı oluşturduğuna dair hiçbir bulgunun olmadığına işaret etti. Devletin bu tür varsayımlara dayanarak bireylerin hak ve özgürlüklerini kısıtlayamayacağını vurguladı. Bu çok yerinde bir bakış. Tersi vaki olursa vehimlere, endişelere, korkulara dayanarak her hak ve özgürlük kolayca budanabilir.
Mahkeme kararında hak ve özgürlüklere öncelenen “”katı laiklik”” anlayışını da eleştirdi. Dinin hem bireysel hem toplumsal bir olgu olduğunu hatırlatarak, vicdanlara hapsedilemeyeceğini, kaçınılmaz olarak toplumsal ve kamusal alana yansıyacağını belirtti. Laikliğin temel amacını doğru biçimde ifade etti: Bireylerin dinî inançlarını barış içinde serbestçe öğrenebilecekleri ve yaşayabilecekleri bir düzeni oluşturmak.
Doğrusunu söylemek gerekirse, Mahkeme”nin bu kararı kendisinin bundan sonraki kararlarının renginde de etkili olacak güçte. Bu çerçevede, örneğin, yargıçların müdahil olmaması gereken alanları vurgulaması gayet isabetli. Sadece kendisi dâhil tüm mahkemelerin değil, kamu gücü kullanan diğer organların da dinî bir inancın-iddianın doğruluğuna-yanlışlığına karar vermeye cüret etmemesi gerektiğinin altını çiziyor. Çok doğru, kamu otoriteleri azınlık inancı çoğunluk inancı, doğru inanç yanlış inanç tartışmalarına giremez, bu bakımdan vatandaşlar arasında pozitif ve negatif ayrım yapamaz.
Dedim ya, Mahkeme”nin kararı doğru olmanın yanında güçlü ve cesur da. Anayasa yargısının temel ilkesi, Anayasa Mahkemesi”nin kural koyucu olmamasıdır. Oysa, 28 Şubat sürecinde, bazı yorumcular, Anayasa Mahkemesi”nin ilgili kararıyla baş örtüsü hakkında son sözü söylediğini, yani yasağı kural hâline getirdiğini iddia etmişti. Mahkeme”nin o günkü havası da bunu tasdik eder mahiyetteydi. Demokrasi teorisine göre, kuralları demokratik meşruiyete sahip organlar kor. Anayasa Mahkemesi çok önemli bir yargı organı olmakla beraber, özellikle bizdeki yapılanmasıyla, demokratik meşruiyet açığına sahiptir. Bu bile giderilememişken bir de temel çalışma ilkesini dikkate almayıp kural koyucu olmaya teşebbüs etmesi, demokrasinin bertaraf edilmesi ve halkın iradesinin çiğnenmesi anlamına gelir. Mahkeme kararında bunun altını çizmekle iyi etti.
Son olarak, AYM, devletin görevi dinî inançların sembollerini yasaklamak değil her sembolün, başka bir deyişle her dinî inancın, diğerleriyle barış içinde yaşayacağı ortamın doğması için gerekli tedbirleri almaktır dedi. Bir dinî sembolün bir siyasî görüşün ifadesi olup olmadığına karar vermenin AYM”nin görev alanına girmediğini vurguladı.
Anayasa Mahkemesini bu tarihî kararı için iki defa kutlamak istiyorum. Birincisi, olması gerekeni yapması ve hak ve özgürlüklere sahip çıkması yüzünden. İkincisi daha bencilce. Beni ve benzer argümanları zor zamanlarda dile getiren diğer yazarları doğrulaması yüzünden. Teşekkürler kurum olarak AYM”ye ve mensuplarına. Bu gibi kararlar bizi “”Ankara”da hâkimler var”” demeye doğru götürecektir.
22.07.2014, Yeni Şafak