Anayasa Değişiklik Teklifi (ADT) Cumhurbaşkanı tarafından temsil edilen tek başlı bir yürütme organı öngörüyor. Cumhurbaşkanlığını yasama ve yargı organları aleyhine güçlendiriyor. Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı yardımcılarını, bakanları ve üst düzey devlet görevlilerini atayıp görevden alabiliyor. Cumhurbaşkanı “Yürütme yetkisine ilişkin konularda” Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi (CBK) çıkarabilecek. Keza “Merkezi idare kapsamındaki kamu kurum ve kuruluşlarının; kuruluş, görev, yetki ve sorumlulukları Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlenir” deniliyor. Cumhurbaşkanı bu hükümleri geniş yorumlarsa yasama yetkisinin bir kısmına da ortak olduğu iddialarının yükseleceği bir döneme girebiliriz. Cumhurbaşkanı hem Anayasa Mahkemesine hem de adı değiştirilen Hakimler ve Savcılar Kuruluna üye atamalarında son derece etkili. Cumhurbaşkanı ve onun atadığı yardımcılar ile Bakanların görevleri ile ilgili suçları dolayısıyla Yüce Divan’da yargılanabilmeleri milletvekillerinin üçte ikisinin (400 mv) kararı ile mümkün olabiliyor. Bu koruma görev bittikten sonra da devam ediyor. Cumhurbaşkanı kendisi de seçime gitmek kaydıyla TBMM seçimlerini de yenileyebiliyor. TBMM ise ancak beşte üç (360 mv) çoğunlukla Cumhurbaşkanı seçimlerinin yenilenmesini isteyebiliyor. Bu halde TBMM seçimleri de yenilenecek.
İster parlamenter isterse başkanlık sistemi olsun hükümet sistemlerinin fiilen nasıl işleyeceği önemli ölçüde siyasi parti sisteminin yapısına özellikle de partilerin disiplinli olup olmadığına bağlı olarak değişir. Siyasi parti sistemini etkileyen önemli değişkenlerin başında ise seçim sistemi gelir. Dolayısıyla aynı hükümet sistemi sadece seçim sistemi değiştirildiğinde bile farklı biçimlerde işlemeye başlayabilecektir.
Sözü edilen yasalarda herhangi bir değişiklik yapılmayacağını varsayarsak teklifin idare edebilen, hızlı kararlar alabilen bir hükümeti ortaya çıkarma potansiyeline sahip olduğu söylenmelidir. Teklif sistemin kilitlenmesini önleyecek mekanizmaları içeriyor fakat bu hedef, yürütme organında güç yoğunlaşmasına izin vererek sağlanmış. Bilinir ki, hükümet istikrarı her zaman demokratik rejimin istikrarı anlamına gelmez. İyi anayasaların temel özelliği idare edebilecek kadar güçlü bir yürütme organı ile bu gücün kontrolden çıkmasını önleyecek kadar denge ve denetleme mekanizmalarını aynı anda hayata geçirebilmeleridir.
ADT, liberal demokrasilerde siyasal iktidarların kabul etmek zorunda olduğu evrensel sınırlamaları gizli bürokratik vesayet biçimleri olarak algılama eğiliminde. Seçimler dışındaki denge ve denetleme mekanizmalarını en aza indirmeye çalışıyor. Bir kişiye, denetim ve denge mekanizmalarını ihmal ederek, bu kadar güç vermek demokrasinin olmazsa olmazı olan kurumsallaşmaya sekte vurduğu gibi, gücün kötüye kullanılması ve yozlaşmaya kapı açmak anlamına geliyor. Sistemin iyi işleyebilmesi büyük ölçüde seçilmiş Cumhurbaşkanının niteliklerine bağlı gibi görünüyor. Eğer adil, ölçülü, sağduyulu, kapsayıcı olmaya gayret gösteren, istişare mekanizmalarını kullanan Cumhurbaşkanları seçilirse sistem işleyebilir. Fakat, hep iyi insanlar seçilecek umuduyla hükümet sistemleri inşa edilemez, edilmemeli. Esasen sistem, Türkiye’de muhafazakarların her zaman % 40-60 civarı oy toplayabilecekleri dolayısıyla da Cumhurbaşkanlığının her zaman muhafazakar kesimden birilerin elinde olacağı beklentisi üzerine kurulmuş. Bu beklenti gerçekçi değil. Tarih, belli bir andaki güç dengelerinin değişmeden devam edeceği varsayımıyla yapılan düzenlemelerin niyet edilenin tam tersi sonuçlar verebildiğinin örnekleri ile dolu. İyi anayasalar, siyasi hasımların iktidara geldiklerinde bile vereceği zararı sınırlandırabilen “en tahammül edilebilir” anayasalar olmalıdır.
ADT, Türkiye demokrasisinin en büyük sorununun “bürokratik vesayet” olduğundan yola çıkıyor ve bu değişiklikle birlikte 2002 yılında başlayan büyük dönüşümün pekiştirileceği iddiasında. Beklentiye göre halk tarafından seçilen “millet”i temsil edecek güçlü Cumhurbaşkanı ile, bürokrasinin at oynatabilmesini kolaylaştıran zayıf hükümetlerin önü kapanmış olacak, karşılıklı fesih yetkisi ile tıkanmaların da önü kapatılacak, nihai hakem olan seçmenlere başvurulabilecek. Seçmenin baskısını üzerinde hissedecek olan Cumhurbaşkanı yanlış yapmamak için azami özeni gösterecek. Yanlış yaparsa da, millet bunu sandıkta cezalandıracak.
Şüphesiz ki, kendilerini devletin sahibi olarak gören askeri sivil bürokrasinin seçimle gelenlerin otoritesini kabul etmemekte direnmeleri demokrasimizin en önemli problemi olmuştur. Seçimle gelenin nihai kararları alması ve yine seçimle gitmesi demokratik bir rejimin olmazsa olmazıdır. Ancak bu “tek” problem değildir. Seçimle gelenlerin, iktidarlarını belli usullere uygun olarak ölçülü ve sınırlı bir biçimde kullanmaları gerekir, şeffaflığı sağlamaya yönelik yatay hesap verme kanalları işlemeli, muhaliflerin temel hak ve hürriyetleri korunaklı olmalıdır. 2017 Türkiye’sinde askeri sivil bürokrasinin siyasi ağırlığı bir ölçüde azaltılabilmiştir, ancak şeffaflık, hesapverirlik ve insan hakları ihlalleri konusunda yapılması gerekenler olduğu da çok açıktır.
Ayrıca, ADT’nin dayandığı temel felsefe, homojen değişmez idealize edilmiş “millet” varsayımı ile toplumumuzdaki etnik, dini, sınıfsal ve kültürel çeşitliliği ve farklılıkları ihmal etme eğiliminde. İyi anayasalar seçim kaybedenlere ya da seçmen çoğunluğundan siyasi görüş, etnik, dinsel, mezhep ya da yaşam tarzı açısından farklılaşan kesimlere, kendilerinin hak ve hürriyetlerinin garanti altında olduğunu hissettirebilen anayasalardır. Kazananın çok şeyi kontrol etme imkanına sahip olduğu bir sistemde siyasal aktörler kazanmak için yasallığı tartışmalı yollara başvurabilirler. Seçim sonrasında da kaybedenlerin kendilerini güvende hissedecekleri ya da gelecek seçimlerde kazanma fırsatının olabileceğini düşünmeleri sistem dışı arayışlara yönelmemeleri için önemlidir. Özellikle Türkiye’nin bu günkü konjonktüründe demokratik istikrar için, AK Parti iktidarı ile ayrıcalıklı konumlarını yitiren eski elitin “ılımlı” unsurlarının kendilerini güvende hissedebilmeleri önemli. Ne yazık ki, ADT bu hedefi gerçekleştirmeye yönelik mekanizmaları içermiyor gibi görünüyor.
Kaldı ki son derece karmaşık ve tek bir değişken ile anlamlandırılamayacak tarihsel, siyasal ve ekonomik süreçleri değişmez bir öze sahip kötü bürokrasi ile iyi, doğru ve güzelin kaynağı hakiki “millet”e tuzak kuran iç ve dış güçlerin varlığına da indirgemek sosyal meselelerin karmaşıklığını siyaseti biçimlendiren sınıfsal, kültürel ve uluslararası dinamikleri gözden kaçırmak anlamına geliyor. Hükümet sistemi tercihi önemli olmakla birlikte, darbelerin önlenmesi sadece hükümet sistemi değişikliği ile sağlanabilecek kadar basit değil. Parlamentoda rahatça karar alabilecek bir çoğunluğa sahip, Cumhurbaşkanı ile de son derece uyumlu çalışan bir hükümet bile 15 Temmuz darbe girişimine maruz kalabildi. Keza, bürokrasiyi azaltmanın ve hızlandırmanın hükümet sistemi değişikliği yapmadan da mümkün olabileceği açıktır. Ayrıca son on beş yılda yaşadığımız bir çok olumlu değişimin halihazırdaki sistem ile gerçekleştirildiğini unutmayalım.
Belirtelim ki, teklifin kabul edilmesi halihazırda zaten çok sorunlu olan demokrasimizin sonu anlamına gelmeyecektir. Anayasalar ve genel olarak kurumsal yapılar demokratik oyunu oynayan aktörlerin davranışlarını belirlemezler. Bazı eylemleri teşvik edip bazı eylemlerinin maliyetini artırarak aktörlerin manevra alanlarını sınırladıkları için etkileri dolaylı ve ikincildir. Anayasanın nasıl yorumlanacağı siyasi güç dengelerine göre şekillenecektir. Demokrasinin kaderini belirleyen asli unsurlar sosyal ve siyasal dinamiklerle varlıklarını demokratik rejime borçlu olan siyasi aktörlerin yaptıkları ve yap(a)madıklarıdır. “Bürokratik vesayet’ odaklarına tepki gösteren Türk insanının, kendi seçtiklerinin güçlerini kötüye kullanma eğilimlerine karşı tepki göster(e)meyeceği düşünülemez. Fakat sadece buna da bel bağlamamak gerekir. En iyi hükümet sistemi, vatandaşların sokağa çıkmalarına gerek kalmadan kendi seçtikleri yöneticiler üzerinde demokratik bir baskı kurabildikleri bir sistemdir.
Eğer kabul edilirse ADT’nin getirdiği yeni sistemin muhtemel sakıncalarının bir kısmı Seçim Kanunu ya da Siyasal Partiler Kanunu’nda yapılacak değişikliklerle azaltılabilir. Seçim barajının kaldırılması ya da düşürülmesi Cumhurbaşkanının partisinin TBMM’de çoğunluğu sağlamasını güçleştirerek parlamentonun denge ve denetleme fonksiyonunu yerine getirmesini fiilen kolaylaştırabilir. Dar ya da daraltılmış bölgeli seçim sistemi kabul edilirse, milletvekilleri pozisyonlarını parti liderlerinden ziyade kendi seçmenlerine borçlu olduklarını düşünebileceklerinden siyasi parti disiplini zayıflayabilir. Bunlar yapılmış olsa bile, ki bu yönde etkili isimlerden herhangi bir taahhüt gelmiş değil, sözü edilen eksiklikler yüzünden bu teklifin Türkiye’nin yıllardır gündeminde olan Türkiye’nin çoğulculuğunu yansıtan, hukuk devletini garanti almaya hizmet eden hükümler içeren, daha olağan koşullarda olabildiğince geniş bir uzlaşma ile yapılmış bir anayasaya duyduğu ihtiyaç devam edecektir.