Geçen hafta sonu ile bu haftanın ilk günlerinde yine yoğun bir gönüllü kamusal mesai yaptım. Önce Cumartesi günü Ankara’da Adaleti Savunanlar Derneği’nin “askeri vesayet”i konulu toplantısında bir sunuş yaptım. Ertesi gün, mutat olduğu üzere, “Politik Açılım” programı için İstanbul’a uçtum. Ama bu kamusal mesainin en heyecanlı kısmını Anadolu’da geçirdim.
Pazartesi günü Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nin davetlisi olarak bir konferans vermek üzere İstanbul’dan Sivas’a uçtum. Ertesi gün oradan karayoluyla Malatya, Elâzığ ve Bingöl üzerinden Muş’a geçtim. Bu sefer Muş Alparslan Üniversitesi’nin davetlisiydim. Sivas’ta başta sayın rektör ve İİBF dekanı Prof. Dr. Ahmet Uzun olmak üzere yerel erkânın gösterdiği konukseverliği anmak isterim.
Ama yöneticileri ve halkıyla Muşlular’ın konuşmacılara gösterdikleri olağan dışı ilgi ve teveccüh kelimelere sığacak gibi değildi. Sayın Rektör Nihat İnanç ve sayın Vali Erdoğan Bektaş yanında, üniversitenin adlarını burada sayamayacağım diğer mensupları ve her kesimden Muş halkının sıcak ilgi ve hatta sevgisi unutulur gibi değildi. Keşke onlar için bir panelde konuşmaktan daha fazlasını yapabilseydim!…
Bu toplantıların beni asıl heyecanlandıran yanı hakkında birkaç söz söylemek isterim. Bir kere, bizim gibi İstanbul ve Anakara’da yaşayanlar için “taşra” sayılan Anadolu illerinde kamusal meselelere gösterilen ilginin tahminimizden çok daha fazla olduğunu gördüm. Sadece bu ay içinde yaptığım sırasıyla Trabzon, Sivas ve Muş seyahatlerimde değil, yakın geçmişte Çankırı ve Bartın’a üniversitelerin açış dersini vermek için yaptığım ziyaretlerde de aynı izlenimi edinmiştim.
Özellikle Çankırı, Bartın ve Muş gibi, üniversiteye yeni kavuşan illerde gördüğüm manzara başka bir açıdan da heyecan vericiydi. Buralardaki üniversitelerin idealist yönetimlerinin yerel halkla bütünleşmek ve yörenin sosyal, kültürel ve hatta ekonomik kalkınmasına katkıda bulunmak konusunda son derece içten ve kararlı bir duruş içinde olduklarını gözledim. Bu illerin yeni valileri de genellikle aynı heyecanı paylaşan “halk adamı” profiline sahip kimseler ve görevli oldukları yörenin halkına hizmet konusunda üniversite yönetimleriyle tam bir uyum içinde çalışıyorlar.
Buralarda artık, eski zamanların, o biraz “sömürge valisi”ni andıran, yerel halka mesafeli duran, hatta tepeden bakan, buralarda görev yapmayı bir an önce kurtulunması gereken bir angarya gibi gören valileri gitmiş; yerlerine, kendilerini yörenin kalkınmasına ve standartlarının her bakımdan yükseltilmesine adamış, sahiden sivil yöneticiler gelmiş. Onun içindir ki, Muş’taki panelde beraber olduğumuz Gülay Göktürk’le de hemfikir olduğumuz üzere, bu gidişle 5-10 yıl sonra bu illerin çehresi çok değişecek.
Bu gözlemlerden ben kendi payıma iki önemli sonuç çıkardım. Birincisi şu: Mülki yöneticiler ile üniversite yöneticileri gibi kamu görevlileri ile yerel halk arasındaki “uyum”, geleneksel sağcılığın “halk-devlet özdeşliği” arayışına indirgenip küçümsenecek bir mesele değilmiş. Açıktır ki, yönetim katının halkla sahici bir iletişim kuramadığı, onunla hemhal olamadığı yerde demokrasi de etkin yönetim de olmaz, olmuyor.
Aldığım ikinci ders ise, üniversitelerin ülke sathına yaygınlaştırılmasını (“her ile bir üniversite”), benim de yakın zamanlara kadar yaptığım gibi, sırf akademik mülâhazalarla değerlendirmek yanlıştır. Evet, bu kampanyanın kısa vadede akademik bakımdan kaygı duyulması gereken yönleri var, ama öte yandan kalkınma ve gelişmenin ülke sathında yaygınlaşması bakımından bu üniversiteler son derece işlevsel kurumlar olacak gibi görünüyor. Akılcı bir strateji izlenmesi durumunda akademik mesele de orta vadede pekalâ hal yoluna konabilir.
Bu kamusal mesai turunda neler konuştuğumuza gelince: Konu başlıklarımız her yerde kısmen farklı olsa da, aslında hepsinde mealen “bu düzen değişmelidir” dedik. Ankara’daki toplantının ana teması “askeri vesayetin kalkması” idi; orada Türkiye’de askeri vesayetin hukuki, kurumsal ve kültürel dayanaklarını sorguladık; vesayetin sona ermesinin ne gibi anayasal-hukuki adımlar atılmasını gerektirdiğini tartıştık.
Sivas ve Muş’taki toplantılarda ise söz konusu “düzen değişikliği” sorununu daha genel bir bağlam içinde ele aldık. Sivas’ta Türkiye’nin neden yeni bir anayasaya ihtiyacı olduğunu anlatmaya çalışan ve böyle bir anayasanın nirengi noktalarını işaret eden bir sunuş yaptım. Muş’ta ise aynı temayı Osman Can ve Gülay Göktürk’le beraber anlattık.
Star, 29.04.2010