Aristo’nun insanların davranışlarına ölçü olması için önerdiği ve adına “altın orta” dediği bir yöntemi var. En faydalı ve doğru tercihin ve davranışın ifrat ile tefrit arasındaki orta alanda yer aldığını söylüyor. Örneğin, ne aşırı atılganlık ne de aşırı korkaklık sergilemek doğrudur. Cesur olmak veya tedbirli olmak tercih edilmelidir. Altın ortayı, aşırılık yerine ölçülülük göstermek şeklinde anlayabiliriz.
Bu ülkede bizler genellikle altın ortadan ziyade ya ifratta ya tefritte davranışlar görmeye alışkınız. Daha düne kadar kadın tecavüzleri ve cinayetleri olduğunda “o saatte sokakta ne işi vardı, mini giymeseymiş veya niye yalnız arabaya binmiş” türünden argümanlarla tecavüz ve cinayetler adeta normal gösterilmeye çalışılırdı. Yargıçlar, eften püften gerekçelerle en düşük cezaları vererek suçluları adeta teşvik ederdi. Özgecan vakası bu konuda bir tür kırılma yarattı, kamuoyu baskısıyla suçlular en ağır cezaları aldılar ve davası kendinden sonrakilere örnek teşkil edecek bir dava oldu.
Şimdi de bir aşırılıktan diğer bir aşırılığa savrulduk. Özgecan’ı öldüren katil Ahmet Suphi Altındöken hapishanede uğradığı silahlı saldırı sonucu öldü. Altındöken’in cenazesi götürüldüğü çeşitli il ve ilçelerde kabul edilmediği için defnedilemedi. Haber sitelerinde annesinin “ne yapayım oğlumu çöpe mi atayım” diye feryat ettiğini okuduk. En ağır cezaya mahkûm edilmiş Altındöken, hapishanede cezasını çekmekteyken, devlet gözetimi ve kontrolü altındayken öldürülmüş. Üstüne Adana ve Tarsus Belediyeleri cenaze hizmeti vemezar yeri vermeyi reddetmiş. Allah bilir bütün bunları yapanlar ve göz yumanlar bununla övünüyorlardır.
Bu olayda adalet yerine intikamı, medeniyet yerine ilkelliği koyan, aşırılıkta sınır tanımayan ve hukuk ve adaleti kendi belirlemeye kalkan bir güruh sahne aldı. Her şeyden önce hapishanede olan bir mahkûmun güvenliğinden devlet sorumludur. Yüksek güvenlikli bir hapishaneye silah sokulması ve böyle bir cinayetin işlenmesi çok ciddi bir güvenlik zaafının işaretidir. Mahkûmların can ve mal güvenliğini sağlayamaması Hükümetin sorumluluğundadır. Konuyla ilgili ciddiyetle soruşturma yapılmalı, ihmal ve kusuru olanlar cezalandırılmalıdır. Bunun üstüne belediyeler vermekle yükümlü oldukları bir kamu hizmetini sırf kişinin “suçlu kimliği” sebebiyle vermeyi reddettiler. Alenen ayrımcılık yaptılar, temel yurttaşlık hukukunu ihlal ettiler. İnsanlar suç işlediklerinde diğer tüm hak ve yetkilerini otomatik olarak kaybetmezler.
Belediyeler, ayrımcılıklarına, muhtemeldir ki itibar veya övgü kazanmak umuduyla, ilkel intikam ahlakçılığınıgerekçe yaptılar. Bu kurumlardaki yetkili kişiler şahsi olarak bu tür duygular ve tepkilere sahip olabilirler, ancak belediyeler onların şahsi işletmeleri değil, keyfi hareket edemezler. Yapılan ayrımcılığın ve keyfiliğinsoruşturulması ve cezalandırılması gerekir.
Buradaki temel toplumsal ve ahlaki problem, cezasını çekmekte olan bir kişiyi öldürmeyi ve üstüne ölüsüne bir mezar bile vermemeyi ahlâk veya adalet zannetmekte yatıyor. Kısa vadede bazı insanların içini soğutsa da orta ve uzun vadede yıkıcı bu aşırılığa dur demek gerekir. İşin en dramatik yanı ise haklı ve gerçek acıyı yaşayan Özgecan’ın ailesinin ölçülülüğü yanında, sanki kendileri daha çok üzülebilirler, daha çok intikam duygusu taşıyabilirlermiş gibi üçüncü şahısların cesetten bile intikam alma ölçüsüzlüğü sergileyebiliyor olmalarıdır. Bu ölçüsüzlüğe bakınca, hem hapishanede Özgecan’ı vuran kişinin, hem de cenaze hizmeti ve mezar yeri vermeyen belediye yetkililerinin önceliğinin Özgecan’ın acısı değil, “kendi şan ve şöhretleri”olabileceğini düşünmeden edemiyor insan…
Yeni Yüzyıl, 15.04.2016
http://www.gazeteyeniyuzyil.com/makale/altin-orta-veya-olcululuk-2003