Özgürlük hakkında yapılan tartışmalarda kuşku yok ki her düşünen ve konuşan insan kavramı kendi içinde bulunduğu sosyal ve kültürel bağlam içinde ve çerçevesinde görmeye, ele almaya, değerlendirmeye yöneliyor. Bu kaçınılmaz, ancak, çoğu zaman, meseleyi tümüyle görmeye mani olabilecek bir yaklaşım. Çünkü özgürlük belli bir kültüre özgü bir mesele değil, tüm insanlığı ilgilendiren bir sorunsal. Kendi kültürümüze gömülerek ve başka kültürlere gözümüzü kapatarak genel bir insanî mesele hakkında tüm insanlığı bir ölçüde olsun kuşatıcı tespit ve tahliller yapmak, eğer imkânsız değilse, çok zor…
Müslümanların çoğunlukta olduğu topluluk ve toplumlarda özgürlükle ilgili tartışmalar az olmayacak şekilde Allah-insan ilişkisi üzerinden yapılıyor ve bu tür okumalara dayanan özgürlük tanımları ve analizleri gerçekleştiriliyor. Kabaca ve kısaca söylersek, bu akıma göre özgürlük ile insanın Allah’ın buyruklarına uyması arasında bir bağ vardır. Daha doğrusu, doğru anlamda özgürlük, ağırlıklı olarak, bu konuyla ilişkili ve ilintilidir. Özgür insan Allah’ın buyruklarına uyan insandır. Başka bir deyişle özgürlük insanın Allah’ın buyruklarına uymasıyla sağlanır. Yani Allah’ın emirlerine uyan insan özgür olur, özgürleşir. Tersini yapan özgür olamaz. Bu çerçevede, tipik bir mesele olarak, içki ile özgürlük arasındaki ilişki şöyle görülür: Allah insanlara içki kullanmamayı emretti. Bir Müslüman (alkollü) içki içmediği zaman içkiden özgürleşmiş, içki içen bir Müslüman ise özgürlüğünden vazgeçmiş ve onu bir kötü alışkanlığa teslim etmiş olur.
Müslüman aydınların veya konu hakkında düşünen ve fikir yürüten Müslümanların Yaratıcının buyruklarına uyan ve uymayan insan davranışlarıyla özgürlük arasında kurduğu bu ilişki elbette sadece Müslümanlara mahsus değil. Hemen hemen her dinî inanç grubunda aynı veya benzer yorumlar karşımıza çıkabiliyor. Ancak, Müslüman toplumlarda bu yorum çok daha fazla taraftar buluyor…
Bu yaklaşım bir Müslüman için çok önemli olabilir. Netice itibarıyla her dinin yasakları ve emirleri vardır ve inananlardan bunlara itaat etmeleri belenir. İyi bir Müslüman-inanan olmakla bunu yapma derecesi arasında bir ilişki de kurulabilir. Ne var ki, bu durum ve bakış genel bir insanî problem olarak özgürlükle alâkalı bir sorunsala işaret etmiyor. O daha ziyade bir dinin içinden bir bakış. Nitekim özgürlük kavramının bu kadar yaygın ve itibarlı olmadığı zamanlarda da aynı problemler başka başlıklar altında tartışılmaktaydı. Ne zaman ki özgürlük siyaset felsefesinin ana kavramlarından biri olmayı aşıp genel siyasetin bir meselesine dönüştü, işte o zaman ilgili tartışmalar burada bahsettiğim çizgiye çekildi.
Müslüman, Hristiyan veya başka bir dinden yahut inanç sisteminden yana olmak ile özgürlük birbirinden farklı meseleler. Bu ikisinin karıştırılması bir taraftan düşünce hayatına çok zarar verebilir diğer taraftan özgürlük karşıtı siyasal rejimlere zemin hazırlamakta eşine az rastlanacak bir motivasyon sağlayabilir. Tarih buna şahit…
Özgürlük ilahî değil beşerî dünyayla ilgili bir hâl. Başka bir deyişle özgürlük Tanrı ile insan arasındaki ilişkilerle ilgili değil. Tanrı-insan ilişkisi ayrı bir mevzu. Özgürlük beşerî hâllerle, yani insan ile diğer insanlar arasındaki ilişkilerle ilgili bir durum. Genel olarak özgürlük bir beşerî öznenin –bireyin- yapmak istediğini yapmaktan bir başka beşerî ünite tarafından keyfî olarak engellenmemesi ve yapmak istemediği bir şeyi yapmaya keyfi olarak zorlanmaması hâlidir. Tanrının bir insanı bir şey yapmaya (veya yapmamaya) “zorlaması” başka bir durumdur. Beşerî dünya açısından bakıldığında, bir kimse başka bir kimsenin içki içmesine engel olmadığı sürece veya bir kişi başka bir kişiyi içki içmeye zorlamadığı sürece özgürlük açısından bir problem yoktur.
Kamu otoriteleri insanları içmeye veya içmemeye zorlarsa ne olur? Kamu otoritesi de insanî bir varlıktır, insanüstü ve insanlık dışı değildir. Bu yüzden, kamu otoriteleri de, insanları bir şeyi yapmaya veya yapmamaya keyfî olarak zorlayamaz. Zorlaması hâlinde özgürlük ihlâli yaratmış olur.
İnananların inançlarının kuvvetli olması onları tüm dünyayı ve kainatı inançları etrafında görmeye iter. Bu anlaşılır bir durumdur. Ancak bir adım ötesi, yani dünyayı kendi inançlarına göre düzenleme çabası başka bir anlam taşır ve siyasal bir iddiayı ortaya çıkartır. İşte bu noktada teolojinin siyasete dönüştüğünü görme durumuna geliriz.
Aslında yukarıda ele aldığım anlamda özgürlük bir dine inanmanın da (inanmamanın da) ön şartıdır. Başka bir deyişle, bireysel insan için dinine inanması ve dininin emir ve yasakları her şeyden önce gelebilir ama siyasal bir ilke olarak özgürlük onu önceler. Ayrı bir yazı konusu olmakla beraber bunun sebepleri arasında, kendi hâline bırakılmış ve nispeten genişlemiş her toplumda, Tanrı’nın insanlara verdiği yeteneklerin bir sonucu olarak, çoğulluğun boy göstermesi en başlarda gelir. Herkes kendi doğrusunun en doğrusu olduğuna inanır ama hiç bir doğru tüm insanları kuşatamaz. Bu yüzden de önce özgürlük gelmelidir.
Sözün özü, özgürlük Tanrı ile insan arasındaki bir ilişkiden değil insan ile insan ilişkisinden doğan bir problemdir.