Alkol, Gezi Parkı ve Yavuz tartışmaları kimlik siyasetinin iflasını engelleyebilir mi?

PKK’nın silah bırakmasını amaçlayan çözüm süreci ilerliyor. PKK’nın silahlı unsurlarının yurt dışına çıkışı sorunsuz devam ediyor. Akil adamlarının yedi bölgedeki çalışmaları sona ermek üzere… Çözüm süreci ilerledikçe de muhalefet cephesindeki reaksiyonerlik, sertlik ve siyasi akılla telif edilemeyecek hırçınlık dikkat çekiyor. Bunun yansımalarını alkol düzenlemesi, Yavuz Sultan Selim Köprüsü ve Gezi Parkı tartışmalarında görmek mümkün. 
PKK, soğuk savaş dönemi mantığında kuruldu ve 12 Eylül darbe rejiminde gelişti. Önce Özal reformları ve sonra da AK Parti reformlarıyla Türkiye Cumhuriyeti, soğuk savaş ve 12 Eylül mantığından kurtuldu. Muhalefet, bu değişime ayak uyduramadı. Muhalefet, kimlik siyasetine hapsoldu. PKK/BDP çevresi de muhalif cephenin içinde ve etrafında şekillendiği reaksiyoner cephe merkezinde yer alıyordu. Son dönemde devlet içindeki Ergenekon yapılanmasının ve giderek anlamını kaybeden MHP milliyetçiliğinin yegâne meşrulaştırıcısı PKK/BDP çevresi oldu. Hatta PKK giderek kan kaybeden vesayet sisteminin “kan bankası”na dönüştü. 
AK Parti’nin 2000’daki Kürt açılımı, PKK’nın “devrimci halk savaşı stratejisi” marifetiyle AK Parti’nin kurt kapanına alındığı ve bürokratik vesayetin yeniden ihdas edildiği bir sürece çevrilmeye çalışıldı. Kapatılma tehdidiyle ve anayasa yapamaz halde bir çaresizliğe hapsedilmek istenen AK Parti Ergenekon, Balyoz davaları ve 12 Eylül 2010 anayasa değişiklik referandumuyla vesayet sisteminin temellerini yıktı. Hele Balyoz davasındaki mahkûmiyetler, bürokratik vesayetin tasfiyesindeki ciddiyeti ve güçler dengesindeki değişimi açıkça gösteriyordu. Bu göstergelerin siyaset denklemindeki dinamikleri etkilemesi kaçınılmazdı. 
PKK/BDP çevreleri bu değişimi Botan’daki %85’lik oy başarısı ve Suriye’de kazanabilecekleri stratejik derinlik potansiyeliyle görmezden geldiler. Bildikleri Türkiye’yi ve bölgeyi değiştiren AK Parti’ye yönelik husumetleri, onları yeniden şiddete yöneltti. Final yılı ilan ettikleri 2012 yılında PKK/BDP çevreleri, Öcalan’a rağmen AK Parti’nin şiddet karşısında eski devlet reflekslerine döneceğini veya bunu yapmazsa iktidardan düşeceklerini düşünerek yeniden “devrimci halk savaşı stratejisi”ne yöneldiler. Bu savaştan kamuoyuna aksedenin ötesinde ağır bir mağlubiyetle çıkan PKK, her askeri mağlubiyet sonrasında olduğu gibi Abdullah Öcalan’ın artan “önderlik” gücüne tabi oldu. 
Devrimci halk savaşının çıkmaz yol olduğu görüldükten sonra, Öcalan, PKK’nın mücadele yöntemini değiştirecek tarihi bir müdahalede bulundu. AK Parti hükümeti, bürokratik vesayeti tasfiye etme ve devrimci halk savaşını mağlup etmenin güveniyle Kürt meselesinin hesabının Suriye meselesiyle karışmasına engel olacak bir şekilde Öcalan’ın “yöntem değişikliği”ni kabul etti. 

Muhalefetin çıkmazı 
Öcalan’ın talimatına PKK ve BDP’nin itaat etmesiyle yürüyecek yeni denklemin işlediği görüldükçe, muhalefetin reaksiyonerliği arttı. Gelişmeler CHP içindeki farklılıkları sivriltecek ve iç çatışmaya yöneltecek bir istikamet kazandı. Çözüm süreci, “Yeni CHP” söylemini bitirdi. Daha da önemlisi Kılıçdaroğlu ve ekibinin 2014 mahalli idareler seçim stratejisine de büyük bir darbe vurdu. Bilhassa İstanbul’daki BDP seçmeni dahil Kürt seçmeninin oyunu alarak İstanbul’da bir başarı yakalamayı hedefleyen CHP’nin oyun planı bu şekilde çöktü. Bu başarısızlık Mustafa Sarıgül’ün önünü açtı. 
CHP’deki çatışmadan pay kapabilmek için, MHP sertliğin dozajını arttırdı. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’inin Bursa mitinginde “Vur de vuralım” sloganına “Onun da sırası gelecek” demesi doz aşımını ifade ediyordu. Bahçeli’nin bu çıkışı sonrası geri adım atamaması, MHP’yi çıkmaz bir sokağa hapsetti. Bahçeli’nin bütün kariyerini ve itibarını borçlu olduğu ülkücüleri sokaktan uzak tutma başarısı bu sözlerle sona erdi. Buna Anadolu’da gezen akil adamalara MHP çevrelerinin saldırgan protestoları eklenince MHP; kendini aldığı oy ne olursa olsun marjinalliğe hapsetmiş oldu. 
Çözüm süreci, CHP ve MHP için çok ciddi bir kırılmanın eşiğini temsil ediyor. Bürokratik vesayet sisteminin güç dengelerine, ideolojisine ve siyasi kültürüne göre şekillenmiş olan CHP ve MHP, çözüm süreciyle kendilerine bir meşruluk alanı veren PKK’nın silah bırakması ihtimaliyle şaşkınlık yaşıyorlar. Bu silah bırakma üstelik AK Parti’nin eliyle gerçekleşirse, yani AK Parti hem muktedir hem de yeni bir düzen kurucu olarak ortaya çıkarsa, CHP ve MHP’nin içeriden ve dışarıdan artan merkez kaç güçler karşısında yenilenmekten ziyade eskiye dönmeleri mümkündür. 
CHP’nin Silivri’deki darbe yargılamalarını engellemeye çalışması ve MHP’nin tehdit söylemi, kimlik siyasetlerinin iflaslarını gösteriyor. Alkol düzenlemesi ve Yavuz Sultan Selim Köprüsü tartışmaları, bu iflasın önüne geçebilecek bir damarı ifade etmiyor. Kimlik siyaseti, artık siyasetin kıtalarına değil giderek küçülen yarım adalarına oturuyor. Muhalefet, yeni kıtalar keşfetmek yerine bildiği ve giderek küçülen çıkmaz yarımlara çekilmeye razı görünüyor. Bu, siyaset meydanını tamamen AK Partiye bırakmak değilse nedir? 

Bu yazı Sabah Gazetesi‘nde yayınlanmıştır.

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et