Şunu temel bir öncül olarak Türkiye’de herkesin “ama” kaydı olmaksızın kabul etmesi gerekir: Aleviler bu toplumda uzunca bir süre büyük ayrımcılıklara, zorbalıklara ve tehditlere maruz kaldılar.
Çok eskilere, Sultan Selim’e ve Şah İsmail’e gitmeye gerek yok. 1826’da bazı Alevi Ocakların kapatılmasından 1921 Koçgiri ve 1938 Dersim pogromlarına; 1980 öncesi Maraş, Malatya, Çorum olaylarından Madımak ve Gazi olaylarına kadar birçok olay Alevilere Kerbela acısı yaşatmıştır.
Alevi belleği bu talihsiz ve üzücü olaylarla dolu. Aleviler bu anılarını kendi içlerinde yaşıyorlar. Toplum, çoğu zaman onların acılarına ortak olmuyor; Alevi belleğinin farkında olmayabiliyoruz. Bu zamana kadar hiç taziye dilemedik.
Oysa bu toplumun sorunlarının çözümü ve çocuklarımıza hayırlı bir gelecek bırakmak için toplumsal barışı sağlamak zorundayız. Üzgün komşularla bunu başarabilir miyiz? Beraber üzülen, beraber sevinen bir toplum olmada çok geciktik. Herkes bunun için fedakârlık yapmalı.
Sorumlu Yezid’dir
Başbakan geçen hafta Alevi örgütlerin temsilcileri ile bir araya geldi. Daha önce 2015 yılı içinde Davutoğlu, bu toplantıyı üç kez yapmıştı. Seçim sürecinde AK Parti Alevilerin sorunlarını üç ay içerisinde çözmeye başlayacağı vaadinde bulunmuştu. Hükûmet, Şubat ayı içinde somut adımlar atmaya hazırlanıyor. Genel Başkan yardımcısı Ayhan Sefer Üstün, bu süreçle doğrudan ilgilenecek.
Ancak Alevi toplumunun kafası karışık. Hükûmetin tutumunu olumlu karşılayanların yanında tepki gösterenler de var. Tepki gösterenler, hükûmete güvenmediklerini ve Alevilerin “oyalandığını” ileri sürüyorlar.
Bu güvensizliği Alevi kültürü içinde yerleşmiş olan bir üslupla dile getirenler var. Başbakanla bir araya gelen Alevi kanaat önderlerine “Hızır Paşa” ve “Yezid maşası”; yemeğe “Namert Sofrası” diyenler var. Bunlar çok ağır ifadeler.
Bu dil, büyük bir nefretin yansıması. Ancak bu nefret, bizi birbirimizden daha da uzaklaştırır; aramızdaki bariyerleri yükseltir. Bir yerlerden başlayıp uzlaşamayacak mıyız; barışamayacak mıyız? Bu nefret kime fayda sağlayacak?
Dini ve tarihi, neden barışın önüne engel olarak koyuyoruz? Kaldı ki bu suçlamalar da doğru değil. Hiçbir Sünni kendisineYezid denmesinden hoşlanmaz. Yezid’i sevmez. Evlad-ı Ali’nin, Evlad-ı Resul’ün çocuklarını katledenlere iyi gözle bakmaz. Ama Alevi toplumu ısrarla “Yezid” suçlamasını sürdürüyor.
Bu dil çok yanlış ve acımasız. Alevi toplumunun, bu tür dinsel ve tarihi ön yargılarından da kurtulması gerekir. Evet, suçlu Yezid’dir. Yezid de yakınlarda bir yerde değildir ama o kadar uyanık ki kendisini saklayıp komşularınızı size Yezid olarak göstermeyi başarıyor.
Hükûmet Muhatap Alınmalı!
Barışmayı tercih etmezsek ya sürekli mezhep taassubu ile çatışmayı sürdüreceğiz ya da birileri, bu toprakları terk edecek gidecek. Kimse bu toprakları terk etmez. Çatışma da bizi mutsuz eder, enerjimizi alır, hayat kalitemizi düşürür.
Barışı ya da çatışmayı tercih etmek bizim elimizde. Geçmişi unutmayalım, ama barışın önüne engel olarak da koymayalım. Sünni toplumun Alevilere karşı ön yargılarını kırılıyor. Aleviler de ön yargılarını kırmalı, pejoratif dilden vazgeçmeli.
Alevilerin sorunlarını Sünniler tek başlarına çözemez, bu sorunlar birlikte çözülebilir. Alevilerin hükûmeti muhatap olarak görmesi gerekiyor. Alevi toplumunun gözünde hükûmetin meşruiyet sorunu var.
Alevilerin sorunu, Aleviler olmadan çözülemez. Bunun için, eleştirileri sonuna kadar yapmak kaydıyla siyasi iradeyi muhatap almaktan kaçınmamak gerekir. Aksi takdirde bu gerilimden düşmanlarımıza çok ekmek çıkar.
Yeni Yüzyıl, 20.01.2016
http://www.gazeteyeniyuzyil.com/makale/alevilerin-sorunlarini-kim-cozebilir-998