Başbakan Davutoğlu’nun Alevi kanaat önderleriyle görüşmesi Alevilere ilişkin açılım sürecini yeniden tartışmaya açmış görünüyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde yapılan bir dizi Alevi çalıştayının bir benzerinin de Davutoğlu tarafından gerçekleştirilmesi ve henüz açılıma ilişkin somut çıktıların elde edilmemiş olması Alevileri sabırsızlandırırken, kamuoyunda da duruma ilişkin bir merak uyandırıyor. Ortaya çıkan genel kanı ise henüz bir ilerleme kaydedilmediği yönünde. Ne var ki bu süreçte aslında önemli ilerlemeler kaydedilmiş durumda ve konu ne kadar hassas olsa da hükümetin muhatabı olan Alevi temsilcilerin ve kamuoyunda bu konuda söz söyleyenlerin de (bunlar STK temsilcilerinden, Dedelere kadar bir yelpazeyi kapsıyor) eleştiriye tabi tutulması gerekiyor.
Alevi açılımında belki de ilerleme, talepler ve çıktılardan önce konuşulması gereken önemli nokta sürecin kendisi. Çünkü çalıştaylarla başlayan süreçte aslında önemli bazı dönüşümler oldu. Bunlardan ilki Erdoğan hükümetleriyle başlayarak Alevileri temsilcilerinin siyasi iktidarlarca ilk defa bu kadar ciddi bir şekilde dinleniyor olması. Açıkça söylemek gerekir ki açılım başlatma niyeti bir yana, bundan önce hiçbir hükümet Alevi taleplerini bu denli ciddiyetle dinlememişti. Bu durum Alevileri biraz şaşırtmış ve taleplerin karşılanması noktasında çok şey ifade etmiyor olsa da karşılıklı olarak birbirini dinlemenin ortaya çıkardığı Alevilerin sorun ve taleplerinin daha çok duyulması ve tanışıklığın artması gibi olumlu bir durum söz konusu. Konuya ilişkin bir birikimin ortaya çıkması da başka bir olumlu durum. Alevi inancı, sorun ve taleplerine ilişkin kamuoyunun bilgi dağarcığı geçmiş yıllara oranla daha zengin.
Bunlardan öte, çalıştaylar sürecinin çok daha önemli bir başka yönü Alevilerin tek vücut olmadıklarının, kendi içlerinde oldukça farklılaştıklarının ve aslında bu farklılıkların yeni yeni konuşulmaya başlandığının ortaya çıkması. Alevi çalıştayları kamuoyuna Alevilerin homojen bir grup olmadığını ve sorun ve taleplerinin de buna istinaden oldukça farklılaşmış olduğunu gösterdi. Bu bir problem değil elbette; ne var ki Alevi temsilci ya da kanaat önderlerinin kafa karışıklığının oldukça fazla yansıyor olması Alevilerin muhataplarının da kafasını karıştırıyor. Bu da olumsuz bir durum değil. Böylelikle durum berraklaşacak ve ortaya somut adımlar çıkacak. Ne var ki Alevilerin meselenin inançsal, siyasi ve hukuki boyutuna ilişkin daha çok tartışma yapması gerektiği de kabul edilmeli. Keza, bu noktada Kemalist ve sosyalist görüşlerin baskınlığını ortadan kaldırdığımızda Alevi sorun ve taleplerine ilişkin Alevi kanaat önderlerinin yaklaşımında entelektüel birikimin zayıflığı oldukça göze çarpıyor.
Alevi hayra karşı çıkar mı?
Açılımın kendisine gelecek olursak, Alevi açılımına ilişkin üzerinde durulması gereken en önemli ve öncelikli husus konunun niteliği. Aleviliğin ilahiyat boyutunun taraflarca tartışılması sürece olumlu bir katkı yapmayacak. Bazı Alevilerden, “Sunni inancı da sorgulanmalı” tarzında argümanlar duysak da zaten sorunun kaynağı olan bu inanç sorgulama hatasına bir kez daha düşmenin bir anlamı yok. Bugün karşımızda duran mesele Alevilerin kimliksel sorunlarına karşı siyasi talepleri; yani eşit vatandaş olarak inanç özgürlüğü vurguları ve bu noktada ayrımcılığa uğramamak istemeleri. Ne var ki Alevi temsilcilerinin kendi kimliksel sorunlarına siyasi bir çözümden ziyade kimliksel bir çözüm aramaları kendilerini dar bir alana hapsediyor. Bu da meseleyi duygusallaştıran taraf oluyor. Bu nedenle, Alevilerin çoğunluk kesimi kendilerine açılım gerçekleştirme vaadiyle yakınlaşmaya çalışan bir muhafazakâr (veya Alevilere göre Sünni olan) hükümetin samimi olmadığını, bu hükümetin kendilerini tanımlamaya çalıştığını, bu hükümetten gelecek olumlu bir adıma dahi kuşkuyla yaklaşmak gerektiği, hatta açılımın bu hükümet tarafından gerçekleştirilmemesi gerektiği, bunun ancak seküler hatta “Alevi” bir hükümet tarafından yapılabileceği düşüncesini yansıtıyorlar. Oysa Aleviliğin Alevi bir iktidar tarafından tanımlanması isteği en az Sünni bir iktidarın bunu yapması kadar sorunlu bir husus. Bu düşünceye ilaveten, Alevilerin toplumsal hafızasının hassaslığı nedeniyle ortaya çıkan alınganlık hali, onları “Böyleyse, biz de oynamıyoruz” tarzında çocuksu bir tavra sokuyor. Bu kısmen anlaşılır bir durum olsa da sorunun çözümüne bir katkı sağlamayacağı çok açık. Bu noktada Aleviler bu ülkenin eşit paydaşları olarak hak ve özgürlüklerini talep etmekten vazgeçmemeli ve muhatabının kim olduğuna bakmadan “oyuna” devam etmeli. Çünkü mesele yalnızca Alevi meselesi değil; aynı zamanda Türkiye’nin demokratikleşme ve özgürleşme meselesi.
Alevilerin çalıştaylar ve açılım sürecinde ortaya koydukları bu alıngan, çekingen ve meselenin özünden uzaklaşan tavrı aslında onlara ilişkin başka bir yönü ele veriyor: Alevilerin demokratik siyaset tecrübesi oldukça az ve “siyaset”e çağrıldıkça olumsuz bir algıya kapılıyorlar. Bu da yine yukarıda değinilen hususlar kadar anlaşılır bir durum; çünkü Aleviler bugüne kadar devletin karar verici kademeleri tarafından bu denli ciddiye alınmamış ve dinlenmemişler. Geçmişteki bu muhatap alınmama, hatta yok sayılma hali ise onları siyasi yetenekler bakımından zayıf bırakmış. Ne var ki şu hususu da belirtmek gerekir ki demokrasilerde siyaset her şeyden önce çok temel bir kavramı karşılar: Müzakare. Bu sözcük, Alevilerde olumsuz bir anlam uyandırıyor ve bir ticari pazarlık gibi anlaşılıyor. Ne var ki Alevilerin anlaması gereken, yapacakları müzakerenin niteliğinin halihazırda ihlal edilen hak ve özgürlüklerinin içeriğine değil, bu yöndeki hakka ilişkin olduğu. Yani özünde, buna ilişkin olarak karar vericileri harekete geçirecek müzakereci bir anlayışa yakınlaşmaları ve buna göre strateji belirlemeleri gerekmektedir. Müzakereye daha başlangıçta olumsuz tavırlarını koyarak başlamaları ve “ne yaparsanız yapın biz sizin samimiyetinize inanmıyoruz, bu nedenle de yaklaşımınıza sıcak bakmıyoruz” tavrı ortadaki bütün motivasyon unsurlarını yok ediyor. Alevilerin bu “asosyal” tavrı da başka bir ihtiyacı gösteriyor. Murat Yılmaz’ın da ifade ettiği gibi Alevi sorun ve taleplerini siyasette ya da siyaseten temsil edebilecek bir temsilci ihtiyacı var. Böylelikle müzakere sürecinin daha başarılı olabileceğini düşünmek mümkün. Daha da önemlisi siyasi bir kanal bulmak bazı Alevi kesimler içindeki radikalleşmelerin de önünü kesecek unsur olacaktır. Aleviler her ne kadar bugün AK Parti iktidarıyla görüşüyor ya da müzakere ediyorken oyların çoğu CHP’ye gidiyorsa da (Haziran 2015 seçimlerinde bu durum değişecek gibi görünüyor) CHP’nin Alevi sorun ve taleplerini temsil ettiği söylenemez. Bu bir yandan Alevilerin kendi sorunlarının çözümünü kimliksel olarak gördüklerini kanıtlıyorken diğer yandan bu temsiliyetsizlik hali Alevileri daha da umutsuzluğa itiyor. Bugün, HDP’nin tüm Kürtleri temsil ettiğini söylemek mümkün olmasa da Barış Süreci’nde müzakerenin bir tarafı olması ve siyasi tartışmayı devam ettirmesi öyle ya da böyle süreçte ilerleme kaydedilmesini sağlıyor.
Siyasi temsil sorunu
Konuyla ilgili bazı ilkelere de değinmek gerekiyor. Bunların başında, Alevilerin, Alevi meselesine tekelci yaklaşmamaları gereği geliyor. Bu mesele yalnızca Alevilerin değil tüm Türkiye’nin demokratikleşme ve özgürleşme meselesi. Bu doğrultuda, “Alevi olmayanlar söz söylemesin” tavrı bir hak ve özgürlük sorunu olan bu meselede hakkaniyetsiz olur. Öte yandan, bu tavır tartışmaları kısırlaştırır ve konuyu dar bir alana sıkıştırır ki bu da hakikat adına doğru olmaz. İkinci olarak, bu süreçte Alevilerin bir samimiyet sınavı yapmaları siyaseten anlamsız. Açılım sürecinde hükümetin samimi olup olmaması ancak tali bir konu olarak tartışılabilir ve ikincil hatta üçüncül derecede önemlidir. Bu süreçte aranması gereken hükümetin samimiyeti değil; o ya da bu nedenle bu konuda bir adım atıp atmayacağıdır ki bu konuda irade beyan etmiş bir hükümet söz konusudur. Son olarak, Alevi temsilcileri bugün kendileriyle konuşmak ve onları dinlemek isteyen her kesimle konuşmak ve sorun ve taleplerini iletmek durumundadır. Öncelikle, bu niyetle yaklaşanlara “siz bizi birbirimize düşürmeye çalışıyorsunuz, içimize nifak sokuyorsunuz” tarzında yaklaşımlar tüm Alevi toplumuna haksızlık olur. Buna ilaveten, ihtilaflarını kendi içlerinde yaşama isteği konunun bir çoğulculuk içinde farklı boyutlarla tartışılmasını engeller. Ve en önemli nokta, konunun, bugün belirli Alevi temsilcilerinin sahip olduğu sosyalist ve Kemalist ideolojinin etkisine takılması. Bu iki ideolojinin baskınlığı Alevi temsilcilerini çok dar bir felsefi yaklaşıma mahkum etmiş durumda. Bu kapsamda Alevi çalıştaylarında konunun siyasi ya da felsefi boyutuna ilişkin zengin ve öğretici tartışmalar pek çıkmıyor. Alevi temsilcilerinin entelektüel birikim konusunda alması gereken ciddi bir mesafe var.
Sonuç olarak, “çalıştaylar süreci” küçümsenmemeli ve bunun tanışıklığa ve bir birikime yol açtığı görülmeli. Bu sürecin Aleviler içinde de bir karşılaşma ve tartışma başlatmış olması, Alevilerin kendi içlerinde birbirlerinden farklı olduklarını görmeleri bakımından önemli. Diğer yandan meselenin özünün siyasi olduğu gözden kaçırılmamalı ve ilahiyat tartışmalarına kurban edilmemeli. Bu doğrultuda Aleviler hak ve özgürlüklerinin özüne yönelik değil, bu hak ve özgürlükler talebine ilişkin bir müzakere yürüttüklerini ve bunu alınganlık, çekingenlik yapmadan sürdürmeleri gerektiğini unutmamalılar. Her şeyden önemlisi, bugün gelinen noktada yaygınlıkla “Sünni” muhafazakar seçmen tarafından dahi meşru görülen hak ve özgürlük talebi için yine aynı düzeyde meşru kabul edilen siyasi müzakereye devam edilmeli ve kanaat önderleri Alevi sorun ve taleplerinin meşruiyetine zarar verecek radikal araçlara karşı dikkatli olmalıdır.
28.02.2015, Açık Görüş, Star Gazetesi