1. Etyen Mahçupyan, benim “bir tarafın parçası olarak konuya baktığımı” belirtiyor: “Özellikle bir tarafın parçası olarak konuya bakanlar, karşı tarafın ‘yeni’ bir şey yapmasını bekliyorlar ama bir
yandan da o tarafın hiçbir yaptığının yeni olmadığını kanıtlamaya çalışıyorlar… Bu çerçevede giderek ‘yaygınlaşan bir tür AKP alerjisi’ ise giderek siyasî analizin yerine geçiyor. Vahap Coşkun’un 2 Nisan tarihli Taraf yazısı bu tutumu hatırlatan iyi bir örnek.” Bu sözlerden anladığım kadarıyla ben, BDP perspektifiyle AKP’ye bakıyor ve duyduğum AKP alerjisini siyasî analiz yerine geçiriyorum veya en azından yazı böyle bir algı yaratıyor. İlk defa başıma gelmiyor bu. AKP’yi eleştirdiğimde AKP’liler, BDP’yi ve PKK’yi eleştirdiğimde ise BDP ve PKK’liler tarafından “karşı tarafın bir parçası” olduğum söylendi/söyleniyor.
Parti mensubiyeti olanlar böyle düşünebilirler. Çok değer atfettikleri partilerini eleştirenler hakkında “karşı tarafın adamı” algısına sahip olabilirler ve bu kişileri kafalarında -herhangi bir veriye ihtiyaç duymadan- “öteki” olarak konumlandırabilirler. Bunu doğru görmeyiz, kabul etmeyiz ama anlayabiliriz. Ancak Mahçupyan gibi her konuyu derinlemesine analiz etmesiyle maruf bir yazardan daha fazlasını bekleme hakkına sahibiz. Eğer Mahçupyan, muhatabını “bir tarafın parçası” olarak etiketleyecekse, bunun delilini sunmalıdır. Ne var ki Mahçupyan buna dair hiçbir açıklamada bulunmuyor, bu yargıya nereden vardığı konusunda bizi bilgilendirmiyor. Değerlendirmesine konu olan yazım dâhil olmak üzere herhangi bir yazımda olaylara bir tarafın parçası olarak yaklaştığıma ilişkin tek bir delil göstermiyor. Önce bir yargıya varıp arkasından bu yargı üzerinden değerlendirmeler yapıyor. Bu yöntemin doğru olmadığı ve bizi sağlıklı sonuçlara götürmeyeceği kanaatindeyim.
2. Mahçupyan benim, önce hükümetin stratejisinin üzerine oturduğunu “iddia ettiğim” üç tespitle başladığımı ve ardından da her bir tespitin niçin yanlış olduğunu kanıtladığımı belirtiyor: “Coşkun’un eleştirisinin işlevsel olabilmesi için, hükümetin gerçekten de sözü edilen üç yanlış varsayımı sahiplenmesi gerekir. Ama ya öyle değilse?” Lakin bu tespitler benim iddialarım ve varsayımlarım değil, stratejiyi gazetecilere anlatan hükümet yetkilisinin anlattıklarıdır. Lale Kemal, stratejinin kamuya duyurulmasını sağlayan haberin perde arkasını Taraf’ta anlattı. Kemal; üst düzey bir hükümet yetkilisinin, kendisi dâhil birkaç gazeteciyle, adının ve unvanının verilmemesi şartıyla ayrı ayrı görüştüğünü, bu görüşmelerde hükümetin yeni Kürt planının ana hatlarını aktardığını yazdı (Taraf, 24 Mart 2012). Bu görüşmelerde hükümet yetkilisi önce hükümet olarak tespitlerini anlatmış, ardından da bu tespitlerin üzerine geliştirdikleri yeni stratejiyi gazetecilere anlatmış. Nitekim Fikret Bila (Milliyet, 22 Mart 2012) şöyle yazıyor: “Bu değerlendirmede, yapılan saptamaları aktarmakta da fayda var. Hükümetin ve ilgili devlet kurumlarının ortak değerlendirmesi, PKK’nın propaganda olarak kullandığı ve teröre dayanak yapmaya çalıştığı gerekçelerin geçerli olmadığı yönünde. Kürt kimliğinin inkârının uzun süredir söz konusu olmadığı, herkesin dilini ve kültürünü günlük yaşamda ve Türkiye’nin her yerinde rahatça kullandığı, anadilde yazılı ve görsel yayınların tümüyle serbest olduğu, birçok hizmetin anadilde de verildiği yapılan saptamalar arasında. Bundan sonrasının; özgürlük içinde, bir arada ve barış içinde yaşamaya değil, devleti ve ülkeyi bölmeye yönelik gayretler olarak görüldüğü yapılan bir diğer saptama.” Dolayısıyla söz konusu tespitler, hükümetin sahiplendiği ve gazeteciler aracılığıyla kamuya ilettiği tespitlerdir. Benim yaptığım, zaten sahiplenilmiş bu tespitlere dayanarak üretilen stratejiyi eleştirmekten ibarettir; bunda da herhangi bir beis olmasa gerektir.
3. Mahçupyan, “Bugün AKP üst yönetiminden kiminle konuşursanız konuşun Coşkun’un haklarla ve genelde toplumla ilgili gözlemlerini paylaşacaktır.” diyor. Ancak ben bunun çok iyimser bir yorum olduğu kanısındayım. Bırakınız herhangi bir AKP yetkilisini, vitrindeki en önemli AKP yetkililerini alın, onlardan bazılarının da özgürlük ile aralarının hiç de iyi olmadığı rahatlıkla görülür. Mesela, herhalde hiç kimse İçişleri Bakanı’nı bir özgürlük tutkunu olarak tasvir edemez; anadilde eğitim, siyasî temsil, öz yönetim, vatandaşlık, ifade hürriyeti gibi konularda bakanın özgürlükçü bir perspektife sahip olduğunu söyleyemez. Her gün yeni bir ayrımcılık ve hukuksuzluk pratiğiyle gündemi işgal eden bu şahsın sorunlara hak temelli yaklaştığını iddia edemez. Bugün AKP’nin Meclis grubunda sorunları özgürlük ve haklardan ziyade sınırlama ve bastırma ile çözmeyi savunan çok sayıda milletvekili var. Nitekim Mahçupyan’ın kendisi yazdı; AKP içerisinde Kürt meselesinin çözümü için halen asimilasyonu öneren, bu önerilerini ciddi ciddi rapor haline getiren ve bu raporu da AKP yönetimine sunan milletvekilleri bulunuyor (Zaman, 19 Nisan 2012). Ve böyle bir rapor hükümet kanadında herhangi bir tepkiye veya rahatsızlığa da yol açmıyor. Dolayısıyla hükümete egemen olan ve ona önerilerde bulunan akılın/akılların özgürlük ve hak konularına yaklaşımını abartmamak lazım.
4. Mahçupyan, “Özgür Gündem’e verilen cezayı hükümete yazmaya kalkmanın, bütün analizi berhava ettiğini” belirtiyor. Burada kesin bir hükme varıyor ancak bu hükme dayanak teşkil eden ifadelerimin tamamını kullanmıyor, bir kısmını verip, bir kısmını göz ardı ediyor. Oysa doğru bir değerlendirme için ifadelerimin tamamına bakmak gerekir: “(yeni strateji) Kürt meselesini çözmeyecek; aksine demokratik alanı daha da kısıtlayacak ve sorunu daha da derinleştirecek. Nitekim öncü işaretler görülmeye başlandı; Ahmet Türk’e atılan yumruk, Hasip Kaplan’a posta koyan polis amiri ve Özgür Gündem’e verilen sansür cezası, demokrasi ve özgürlük karşıtı havanın giderek ağırlaşacağına karine teşkil ediyor.” Burada gaye; siyasî iktidarın Kürt meselesinde güvenlikçi bir dili merkeze alması halinde bu tercihin birçok yönden olumsuz sonuçlar doğuracağının altını çizmektir. Gerçekten militarist bir dile meyledildiğinde; siyasette milliyetçi temalar ağırlık kazanır, toplumsal hava ağırlaşır, kurumlar tavırlarını bu tercihe göre belirler. Bilhassa emniyet ve yargı, durumdan vazife çıkarır, özgürlük alanını kısıtlamakta ve hak ihlali yapmakta daha gözü kara davranır. Yanlış yaptığında bir yaptırıma uğramayacağını, aksine siyasî iktidarca sırtının sıvazlanacağını bilen polis; gider milletvekiline yumruk da atar, racon da keser. Hükümetin hak ve özgürlüklere karşı hassasiyetini kaybettiğini gören yargı, AİHM kararlarına daha az iltifat eder, daha baskıcı bir yoruma yönelir. Bir İçişleri Bakanı’nın Meclis kürsüsünde milletvekillerini gizlice dinlediklerini itiraf etmesi bile normal karşılanır hale gelir. Burada anlatılmak istenen budur; güvenlikçi bakışın bütün bir demokratik ortamı zehirleyeceğidir yoksa sadece Özgür Gündem’in kapatılmasını hükümetin hanesine yazmak değildir.
5. Mahçupyan, yazımın AKP’ye kategorik reddiye mantığıyla yazıldığını iddia ediyor. Bu iddiayı iki düzlemde ele almak mümkün: Bir, eleştirdiği yazımda kategorik bir AKP karşıtlığı var mıdır? İki, genel tavrım AKP’ye mutlak reddiye üzerine mi kuruludur? İlk olarak, eleştirisine konu olan yazımda AKP’nin Kürt meselesinde “PKK ile görüşülmez” gibi apolitik bir putu yıktığını, demokratik adımlar attığını ve demokratik alanı genişlettikçe halkın teveccühüne mazhar olduğunu belirtmiştim. Bu itibarla öncelikle o yazıda kategorik bir AKP karşıtlığı söz konusu değil.
İkinci olarak, “Kartaca yıkılmalıdır” mottosuyla hareket eden kategorik reddiye mantığını hiçbir zaman doğru bulmadım ve bunu benimseyecek tavır içinde olmadım. Benim, bireysel ve toplumsal yaşamın daha iyi olmasına hizmet edeceğini düşündüğüm siyasî ve hukukî değerlerim var. Bir siyasî partiye karşı duruşum, o partinin bu değerlere nasıl yaklaştığıyla belirlenir. Eğer söz konusu parti bu değerleri benimser ve onları hayata geçirmek için çabalarsa ona -kendi çapımda- destek veririm. Ama bu değerlere karşıt bir tutum takınırsa, bu takdirde de eleştiririm. AKP’ye -ve diğer siyasî partilere- ilişkin yaklaşımımın özü de budur. Bu çerçevede, mesela AKP’nin AB üyesi olmaya dönük adımlar atmasını, demokratik açılım sürecini başlatmasını, TRT 6’yı açmasını, askerî vesayetin karşısına dikilmesini, anayasayı değiştirmeye çabalamasını, vb. kendi değerlerime uygun buldum ve destekledim. Buna karşın AKP’nin TMK ve TCK’daki anti-demokratik hükümleri koruma iradesini, anadilde eğitim karşıtlığını, Roboski katliamına yaklaşımını, Kıbrıs’ta Denktaşçı çizgiyi sahiplenmesini, AB ile ilişkileri gevşetmesini, Şike Yasası’ndaki gayri-ahlakî tavrını, Kürt meselesinde güvenlikçi bir perspektife kaymasını, vb. ise değerlerime aykırı buldum ve karşısında durdum. Dolayısıyla burada kategorik bir reddiyeden söz edilemez; sadece bir politikaya yönelik eleştiri var. AKP’ye yönelik en mutedil eleştirileri bile “kategorik reddiye” olarak nitelendirmenin ise, başta AKP olmak üzere, hiç kimseye bir yararı olmaz.
Zaman, 26.04.2012