Akıl ve sosyal düzen

İnsan aklının öneminin abartıldığı ve düşünen kafaların çoğunun bugün sahip olduğumuz sosyal düzenin adı-adresi belli kişilerin bireysel akıl ve iradeye dayalı karar ve davranışlarıyla tesis edildiğine inandığı bir çağda yaşıyoruz.

Buna paralel olarak, neredeyse herkesin irili ufaklı her sosyal problemin kamu otoritesine (yani tekelci zor kullanma yetkisine) sahip bir bireyin veya bir grup bireyin yine akla ve iyi niyete dayalı müdahaleleriyle çözülebileceği fikrini sorgusuz sualsiz kabul ettiği ülkelerin vatandaşları olarak yıllarımızı harcıyoruz. Sosyal düzen meselesine kurucu rasyonalist yaklaşım diyebileceğimiz bu bakışın sistematik biçimde belirmesi Aydınlanma’nın, Kıta Avrupası kolunun doğması ve gelişmesiyle bağlantılı. Akıldışı olarak nitelenen her yol ve yöntemin ve akıl tarafından haklılaştırılamayan her sosyal kurumun peşinen reddedilmesini benimseyen bu yaklaşım, beşerî problemlerin rasyonalist makro düzenlemelerle ortadan kaldırılabileceğini, hatta, aynı yolla, yeryüzü cennetine tekabül eden sosyal düzenlerin kurulabileceğini iddia etti.

Kurucu rasyonalizmin 20. yüzyıldaki tipik ürünleri sosyalist ve faşist sistemlerdir. Marksist formatında sosyalizm, zaten bir bilim olan sosyalizmi benimsemiş ve kavramış büyük liderlerin öncülüğünde, her bakımdan mükemmel bir sosyal düzen kurulabileceğini vazetti. Pek çok aydın buna inandı. Birçok ülkede sosyalist sistemler kuruldu. Ancak ortaya çıkan ürün, istisnasız her örneğinde, vazgeçilen üründen daha kötü oldu. Faşizm de benzer bir mantıkla yola çıktı ve benzer sonuçlara yol açtı. Sol kültürün egemenliğinde düşünenler faşizmin irrasyonel bir reaksiyon hareketi olduğunu iddia eder; ama bu doğru değil. Bir kültürün (İtalya) veya bir ırkın (Almanya) üstünlüğü fikri, açık bir olgusal gerçek olmaktan çok çıplak aklın bir fiksiyonudur [kurgusudur]. Bu yüzden, faşist sistemler de sosyalist sistemler gibi kurucu rasyonalist bir epistemik [bilgiye dair] düzlemde hareket etti. Sonuç yine felaketti.

Çağımızın yaygın modeli olan refah devleti de kurucu rasyonalist yanılgılardan azade görünmüyor. Sosyalizm ve faşizm çapında olmasa da, kurucu rasyonalist sosyal düzenlemeler yapmayı seviyor. Çökmekte olan genel sosyal güvenlik sistemi, devlet kontrollü zorunlu ve merkezî eğitim, devlet idaresinde sağlık sektörü bunun örnekleri. Ne yazık ki, çoğu zaman insanlar bu merkeziyetçi, tek tipçi, dayatmacı uygulamaların zararlarını görmekte başarısız. Bu yüzden onları sorgulamıyor, alternatiflerini araştırmıyor.

Rasyonel bilginin eleştirisi

Peki, sosyal düzene bakmanın kurucu rasyonalist olmayan, daha çeşitlilikçi, daha insanî, daha keşifçi bir yolu yok mu? Evet, var. Bu yol yine Aydınlanma’yla, fakat Aydınlanma’nın İskoç koluyla bağlantılı. İskoç Aydınlanması teorisine kurucu rasyonalist teoriyi apaçık bir olgu temelinde reddetmekle başlıyor. Buna insan bilgisinin parçalılığı, dağınıklığı ve tek elde toplanamazlığı olgusu diyebiliriz. Sosyal düzen bir bilgiler bütünü dünyası. Sosyal düzenin toplam bilgisi onun üyesi olan bireylerin tek tek bilgilerinin toplamına tekabül eder. Her birey, toplam bilginin ancak küçük bir kısmına sahip olabilir: Bu onun kendi bilgisidir. Birey, başkalarının bilgilerine asla tam olarak sahip olamaz. Bunun anlamı şudur: Birey sınırlı bilgiye sahip bir birey olarak yaşamak zorundadır. Ancak varlığını sürdürebilmesi ve refah seviyesini yükseltebilmesi için başka bireylerin bilgisini bilmeye veya bilmemesinin doğurabileceği mahzurları ortadan kaldırmaya mecburdur. Başka bir deyişle başka bireylerin kendisiyle işbirliği yapmasına mahkûmdur. Birbirini bilen bireyler arasında işbirliği kolay, ama sadece bildiğimiz bireylerle işbirliği yapsaydık, muhtemelen barbarlık seviyesinde bir hayat yaşardık. Sosyal kurumlar, işte bu genişletilmiş işbirliğini sağlar. Bizi bilmediğimiz, belki hiç bilemeyeceğimiz, bizimkinden farklı ve bizim muhtaç olduğumuz bilgilere sahip bireylerle gönüllü işbirliğine sokar. Hangi sosyal kurumlar bunu yapar? Birçok örnek var. Meselâ mülkiyet, para, fiyatlar, dil, gelenek. Bu kurumlar insan davranışının ürünüdür ama insanlar tarafından bilinçli olarak dizayn edilmemiştir. Bu kurumlardan müteşekkil sosyal düzen de aynı vasıftadır. Yani, sınırlı bilgi, ilgi ve çıkar sahibi insanların davranışlarının niyet edilmemiş ürünüdür.

İskoç Aydınlanması düşünce geleneğinin bu yaklaşımı, merkezî planlamacı sosyalist ve faşist sistemlerin niçin tam olarak kurulamayacağını, eksik teşebbüsler olarak kalacağını da izah eder. Mükemmel bir sistem için toplumdaki bütün bilginin kurucu otoritenin (bir kişi veya grup) elinde toplanması gerekir. Bu imkânsızdır; zira bilgi hem parçalı ve dağınıktır; hem de mahale ve duruma özgüldür. Bu nitelikteki bilgileri merkezde toplama yoluna gittiğiniz anda iki şey olur: Bilgi, bilgi olmaktan çıkar ve hale değil maziye ait bir şeye dönüşür. Bu yüzden merkezî kurucu otorite hem sınırlı hem yanlış-eksik bilgiye dayanan hesaplar ve planlar yapar. Bunun iyi bir anlatımı Ludwig von Mises’in 1920’de bir makaleyle başlattığı merkezi planlamalı sosyalist ekonomide ekonomik hesaplama yapılıp yapılamayacağı tartışmasında karşımıza çıkar. Mises, üretim araçlarında özel mülkiyet olmaksızın, ister küçük bir otokrat grup isterse demokratik şekilde organize olmuş bir heyet olsunlar, sosyalist plancıların kaynakları ne derecede etkin kullandıklarını belirlemenin bir yolunu bulamayacaklarını ileri sürdü. Tarih, Mises’i haklı çıkardı.

Aklın da bir yeri ve fonksiyonu olmakla beraber, sosyal düzen, en azından İskoç Aydınlanma geleneğine bağlı liberallerin anladığı manada, bir aklın bilinçli ve amaçlı eseri değildir. Liberal düzen büyük ölçüde kendiliğinden doğan düzendir. Bireyler belirli davranış kurallarını, bazen niye öyle yaptıklarını dahi bilmeksizin (dil örneğinde olduğu gibi) takip ederek, başka bir deyişle, kendiliğinden doğmuş kurumları kullanarak, bu düzenin ortaya çıkmasını sağlar. Bunu yaparken müşevvikleri, bekâlarını sürdürmek için başka insanlarla geniş çaplı işbirliği yapmaktır. Hiçbir rasyonalist teori, beşerî düzenin en önemli parçalarının ve unsurlarının kendiliğinden doğduğu ve her zaman öyle kalacağı gerçeğini değiştiremez.

Sosyal düzenin kendiliğindenliği bize ne gibi mesajlar verir? Öncelikle faşizm ve sosyalizm gibi tecrübe edilmiş veya ileride tecrübe edilmek istenebilecek kurucu rasyonalist sosyal düzen kurma teorilerini reddetmeyi tavsiye eder. Sonra da, refah devleti sistemi içindeki toptancı tek biçimci ve tepeden inmeci kurucu rasyonalist mikro sistemleri (devlet güdümlü sosyal güvenlik, devlet güdümlü eğitim gibi) sorgulamanın hem özgürlük hem etkinlik açısından önemine ve yararına dikkatimizi çeker.

 

Zaman, 11.11.2011

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et