Kamuoyu araştırmalarının ana vatanı ABD. Bu ülkede siyasî eğilim araştırmalarının ilginç bir gelişim tarihi var. Türkçeye çevirdiğim, Adres Yayınları tarafından yayımlanan (2013) Siyaset Bilimi kitabında Michael Roskin ve arkadaşları bu tarihin iyi bir özetini veriyor. 1824’te yapılan ilk araştırmada Harisburg Pennsylvanian adlı yayın organı tarafından yoldan geçenlere başkanlık seçiminde adaylardan Quincy Adams’a mı yoksa Andrew Jackson’a mı oy verecekleri soruldu. Hiçbir bilimsel temeli olmayan bu araştırmadan sonra diğer yayın organları değişik metotlarla benzer araştırmalar yaptı. Popüler dergi Literary Digest 1924, 1928 ve 1932 seçimlerinin sonuçlarını tutturan çalışmalar gerçekleştirdi. Ancak, dergi, daha güvenilir olsun diye genişlettiği örneklem üzerindeki araştırmalarına dayanarak 1936 seçimlerinde isabetsiz tahminlere girişti. Bu onun da yararlandığı tekniklerin de sonu oldu. Aynı yıl George H. Gallup çok daha bilimsel yöntemler kullanan bir araştırmayla Roosevelt’in seçimi kazanacağını tahmin etti. Bu olaydan sonra yayın organları bizzat araştırma yapmak yerine profesyonel şirketlerden hizmet satın almaya başladı.

Zamanla ABD’de araştırma teknikleri çok gelişti ve tahmin isabet oranları yükseldi. Her konuda kamunun nabzı sürekli ölçülmeye başladı. Mamafih, bu, demokrasi teorisi açısından, beraberinde bir problem de getirdi. İktidara gelenler seçime girerken beyan ettikleri programa göre mi hareket etmeli, yoksa halk kitlelerinin kanaatlerini ölçen kamuoyu araştırmalarının sonuçlarına göre mi davranmalı? Kamuoyu çok kısa sürede değişebildiğine göre, çatışan tavırlar arasında tercih yaparak kamu politikaları nasıl oluşturulabilir? Başka bir şekilde ifade edersek, bir ülke kamuoyu araştırmalarına bakarak yönetilebilir mi? Bu sorular çok önemli ama bu yazının konusu değil.

Kamuoyu araştırmaları ABD’den Türkiye dâhil bütün dünyaya yayıldı. Türkiye’de hiçbir zaman ABD’deki kadar güvenilir kamuoyu araştırmaları yapılamadı. Sektördeki iş tekniklerinin ve iş ahlâkının yeterince gelişmemesi, partilerin ve partizan şirketlerin kamuoyu araştırma sonuçlarının seçmeni yönlendirebileceği umuduyla araştırmalardan maksatlı sonuçlar çıkartması bunda etkili. Ayrıca, toplumun sosyolojik bakımdan hâlâ çok hareketli olması ve yeterince istikrar kazanmaması da önemli bir faktör. Bu yüzden, ülkemizdeki her tekil kamuoyu araştırmasını ihtiyatla karşılamakta fayda var.

30 Mart genel mahallî seçimleri hakkında yapılan tüm kamuoyu araştırmalarında AK Parti başta görünüyor. Hem bu partinin kendisinin ve muhalif partilerin hem de gerek iktidara gerekse muhalefete yakın şirketlerin araştırmalarında durum değişmiyor. Bu normal mi? Meşru demokratik iktidar ile gayri meşru otonom bürokratik yapılanma arasında mücadele devam ederken, on yıllık iktidar yorgunluğu ve yüz eskimişliği varken, bazı çevreler AKP’nin adını yolsuzlukla özdeş hâle getirmek için bunca çaba sarf eder ve nispeten başarılı olurken, başlatılmış soruşturmalar sürerken ve onlarla ilgili olarak kasetlerden kasıtlı yalan haberlere kadar her türlü dezenformasyon metodu amansızca kullanılarak halk kitlelerinin algısı etkilenmeye çalışılırken nasıl oluyor da seçmen kitlelerinin epeyce geniş kesimleri Ak Parti’ye destek eğilimini sürdürüyor? Elbette, bu, siyaset bilimi, siyaset sosyolojisi ve belli ölçüde de siyaset psikolojisi tarafından açıklanması gereken bir fenomen.

Beni bu yazıda özellikle ilgilendiren yolsuzluk iddia ve operasyonlarının Ak Parti seçmeni üzerindeki etkisi. Partinin seçmenleri bunlardan niçin tercihini değiştirecek ölçüde etkilenmiyor? Daha önceki bir yazımda peş peşe gelen ve özensiz dosyalar üzerinden siyasî amaçlarla yürütüldüğü izlenimini veren yolsuzluk operasyon ve soruşturmalarının ciddî inandırıcılık sorunu yaratabileceğini vurgulamıştım. Seçmen eğilimi araştırmalarının verileri beni doğruluyor. Gözlemleyebildiğim kadarıyla, halkın epeyce geniş bir kesimi iddiaların bir bölümünün asılsız olduğu, en azından abartıldığı kanaatine vardı. Sadece keskin Ak Parti karşıtı medyayı okumakla yetinmeyip hükümete yakın medyayı da takip ederek bilgileri ve haberleri karşılaştıranlar bazı iddiaların iddia olmanın ötesine geçecek potansiyele sahip olmadığı kanaatine ulaşabiliyor. İddialarda gerçeklik emareleri olduğu durumlarda da yolsuzluk konusu öncelikli mesele olmaktan çıkabiliyor. Milyonlarca insan yolsuzluk iddialarının gerçek olması ihtimalinden rahatsızlık duyuyor ama genel değerlendirmesini sadece onlar üzerinden yapmıyor; bütüne de bakıyor. Meselâ, yolsuzluk operasyonlarıyla MİT tırlarına karşı operasyonları yan yana koyunca tır operasyonlarının sürrealistliği onların nazarında yolsuzluk dosyalarının realistliğine darbe indiriyor.

Kanaatimce, işte bunlar ve benzer sebepler yüzünden, tüm hengâmeye rağmen, Ak Parti seçmeni partisini terk etmiyor.

Yeni Şafak, 15.02.2014