Maalesef her alanda sürekli çatışmaların olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Bütün kavramlar ve değerler cepheye sürülmüş durumda. Barış, demokrasi, özgürlük, adalet, hukuk, ne varsa birer silah işlevi görüyor.
Ve her şey birbirine karışmış durumda. Kimi devletle terör örgütünü aynı kefeye koyar, kimi terörü desteklemek için “barış bildirisi” yayınlar.
Bu ülkede en zor şey de hükümet olmaktır. Siyasal iktidarlar için her taraf mayınlı alandır. Emir dinlemeyen bürokrasi, devleti ele geçirmeye çalışan sivil toplum kuruluşları, merkezî otoriteye meydan okuyan yerel otoriteler, kalemini silah olarak kullanan yazarlar, eleştiriden çok hakaret eden medya görürsün bu ülkede.
Ve hükümetler çok kolay tuzağa düşer bu ülkede. Bu tuzaktan kurtulmanın tek yolu, özgürlükleri istismar edenlere inat özgürlükleri genişletmeye devam etmek, yerel yetkileri istismar edenlere inat yerelleşmeyi sürdürmektir.
Bu ülkede bir diğer zor şey de liberal olmaktır. Medyada liberalizm fazla bilinmez ve toplumda liberaller doğru tanınmaz. İman ettikleri Marksist kehanet gerçekleşmediği için hayal kırıklığına uğrayan eski tüfek sosyalistler, sonradan olma demokratlar, kuralsız kaidesizler bile kendini liberal sanır.
Bir liberal için en kolay şey siyasal iktidara karşı tavır almaktır. Ve Türkiye’de yaşayan bir liberal için bu çoğu defa bir tuzaktır. Çünkü basiretli bir liberal, Türkiye’de siyasal iktidarın gerçek iktidar olmadığını, çoğu siyasal iktidar karşıtlarının aynı zamanda demokrasi karşıtı olduğunu bilir.
En önemlisi, bu ülkenin büyümesi, daha fazla özgürleşmesi, gerçek anlamda yerelleşmesi ve en önemlisi de biran önce normalleşmesi gerekiyor. Bunun için de muhafazakâr hükümetlerin liberal entelektüellere daha fazla kulak vermesi gerekiyor.
İşin ilginç yanı, bundan sekiz yıl önce, 22 Temmuz 2007 seçimlerinden sonra kaleme aldığım bir yazıda, henüz ayrılık çanları çalmamışken, Ak Parti’yi uyarmıştım. Tekrar edelim belki bir okuyan olur:
“… Diğer taraftan [27 Nisan] muhtıra[sına] karşı iktidarın sergilediği duruş, halkın iktidara sahip çıkmasında etkili olmuştur. Bu duruş, birçok demokrat ve liberal aydını cesaretlendirmiş ve muhtıraya karşı net tavır almalarını sağlamıştır. Liberaller, son gelişmelerin sadece iktidar partisine yönelik bir hareket olmadığını, kendi değerlerine karşı da bir savaş açıldığını sezmişlerdir.
Bu seçimde [22 Temmuz 2007] liberal yazar ve düşünürler, kendisini muhafazakâr olarak adlandıran iktidar partisini açık bir şekilde desteklemişlerdir. Köşelerinde yazılarıyla televizyonlarda konuşmalarıyla iktidar partisine sadece lojistik destek vermekle kalmamışlar, iktidarın ihtiyaç duyduğu teorik silahları da temin etmişlerdir. Hatta iktidara yönelen hücumlara, bir şövalye ruhuyla karşı koyarak ve yer yer de bir akıncı gibi hücum ederek, iktidarı meşruiyet saldırılarından korumuşlardır. Mücadelenin değerler üzerinden yapılması liberallerin işini kolaylaştırmıştır. Liberaller kendi değerlerini savunurken aynı zamanda iktidar partisini de savunmuşlardır.
Fakat asıl önemli olan liberallerin muhafazakârlara verdiği lojistik destek değil, muhafazakârların liberal değerlere verdiği önemdir. Türkiye’nin gerçekliği olan siyasal muhafazakârlık ile evrensel gerçeklik olan ekonomik liberalizm arasındaki yakınlaşma, Türk siyasal sisteminin normalleşmesi için elzemdir. Türkiye’nin normalleşmesi, siyasal muhafazakârlığın normalleşmesine bağlıdır. Siyasal muhafazakârlığın normalleşmesi ise liberal değerlerle muhafazakâr değerlerin yakınlaşması doğrudan ilişkilidir.
Muhafazakâr Ak Parti, en az üç dönem iktidarda kalacak gibi gözükmektedir. Bu anlamda Ak Parti Türkiye’nin geleceğini şekillendirecektir. Bunu başarabilmesi için de güçlü bir kuramsal ve kurumsal desteğe ihtiyacı vardır. Demokrasinin ve siyasal muhafazakârlığın anayurdu İngiltere’de, Muhafazakâr Parti’ye kuramsal desteği Hayek’in fikirleri, kurumsal desteği ise Adam Smith Enstitüsü ile Ekonomik İşler Enstitüsü sağlamıştı. Darısı Ak Parti’nin başına.” Temmuz 2007.
Not: Türkiye’nin birkaç sahici liberalinden birisi olan Gülay Göktürk’ün yazılarına son verildiğini duydum. Doğrusu özel bir gazetede kimin yazı yazacağına o gazetenin sahibi karar verir. Köşe yazarlarının bu konuda herhangi bir imtiyazının olduğunu düşünmüyorum. Fakat Muhafazakâr Ak Parti’nin yerinde olsam, sayısı çok az olan liberal entelektüellerin daha fazla yazması ve daha özgürce konuşması için elimden geleni yapardım.