Ahmet Kuru – Başörtüsü, laiklik ve hukuk üçgenindeki Türkiye |
Ahmet Kuru | |
Cuma, 22 Ekim 2010 11:12 | |
Başörtüsü yasağına dair tartışmalarda verimli bir sonuç alınabilmesi için bazı yanlış anlamaların giderilmesi gerekmektedir. Dünyanın her tarafında laik devletler dinî inançlarla ilişkili hukuki düzenlemeler yaparlar. Örneğin Fransa’da din-devlet ayrımını yerleştirmiş olan 1905 temel kanunu devlet okullarında papazların öğrencilere nasıl din hizmeti vereceği gibi birçok hususta dinle ilişkili hükümler içermektedir. Bir diğer önemli laiklik tecrübesi Amerika Birleşik Devletleri örneğidir. Sanıldığının aksine ABD’de din-devlet ayrımı birçok noktada Fransa’dan bile daha güçlüdür. Mesela Fransa’da devlet özel Katolik okullarına bütçelerinin dörtte üçüne varan bir ölçüde yardım yaparken, ABD’de devlet özel dinî okullara maddiyardım yapamaz. Amerika Birleşik Devleri’nde dinî inançlarından dolayı bireyleri genel yasaklardan muaf tutma anlamına gelen “dinî muafiyet” çok güçlü bir hukuki prensiptir. Oregon eyaletinde yaşanan bir olay üzerine ABD’de meydana gelen fikir ayrılığı Türkiye’deki tartışmalar açısından dikkat çekicidir. Oregon’da bir uyuşturu tedavi merkezinde çalışan bir Kızılderili ile beyaz bir arkadaşı yasak bir uyuşturucu madde olan “peyote”yi kullandıklarının ortaya çıkması sonucunda işlerinden atıldılar. Tazminat talep eden Kızılderili ve arkadaşı, uyuşturucuyu Kızılderili dinî ritüellerinin bir parçası olarak kullandıklarını, bundan dolayı uyuşturucu yasağından muaf olduklarını iddia ettiler. Alt mahkemelerdeki anlaşmazlık sonucunda dava Yüksek Mahkeme’ye intikal etti. Oregon vs. Smith (1990) adlı meşhur kararda mahkemenin dokuz üyesinden altısı Kızılderili’nin yasaktan muaf olamayacağına hükmetti. Çoğunluğu teşkil eden bu hâkimler ABD’deki 50 eyaletten yaklaşık yarısında eyalet kanunlarının açık bir şekilde uyuşturucunun dinî amaçlarla kullanılmasının kullanıcıları yasaktan muaf tutacağının yazıldığını ancak Oregon bu eyaletler içinde bulunmadığı için Kızılderili ve arkadaşının muaf olmadığını vurguladılar. Azınlıkta kalan üç hâkim ise Oregon kanunları muafiyet tanımasa bile Amerikan Anayasası’ndaki “dini özgürce yasama” maddesinin tüm dindar yurttaşlara genel bir muafiyet tanıdığını ve o nedenle Kızılderili ve arkadaşının dinî ritüelin parçası olarak uyuşturucu içmelerinin, uyuşturucu yasağından muaf tutulması gerektiğini iddia ettiler. Görüldüğü üzere Amerika gibi laikliği Türkiye’den çok daha ciddiye alan, devletin kiliselerle finansal veya idari hiçbir ilişkisinin olmadığı bir ülkede konu bireysel dinî özgürlükler olunca genel yasaklardan bile muafiyet tanınmaktadır. Türkiye gibi devletin okunacak cuma hutbelerine bile karıştığı bir ülkede dinî konularda hukuki düzenleme yapılamayacağını iddia etmek tutarlı olmaz. Türkiye’de başörtüsü konusu, kadın hakları ve eğitim hakkı gibi önemli ve bir ferdin dinî nedenlerle uyuşturucu kullanma talebinden çok daha hayati konularla ilgilidir. Üstelik başörtülülerin talebi uyuşturucu yasağı gibi sağlıkla ilgili genel bir yasaktan muaf olmak değil; aksine, kendilerine ideolojik nedenlerle özel olarak uygulanan bir ayrımcılığın kaldırılmasıdır. Başörtüsünü “siyasi” bir simge olarak niteleyip yasaklayanların, yasağın kaldırılması adına Meclis’in faaliyete geçmesi karşısında başörtüsünün laiklik karşıtı bir “dinî” simge olduğunu iddia etmeleri de ayrıca not edilmesi gereken bir çelişkidir. “Dinsel inançlarla doğrudan ilişkili bir hukuki düzenleme yapılamaz” iddiasının başörtüsü yasağını savunma adına kullanılmasını da anlamak zordur. Zira başörtüsünün yasak olması adına hüküm beyan eden savcı ve hâkimler dinsel inançlarla doğrudan ilişkili bir hukuki düzenleme yapmaktadırlar. Ortaya koydukları bu durumu kaldırma adına Meclis’e özgürleştirici yeni bir hukuki düzenleme yapmanın dışında bir alternatif hareket tarzı bırakmazken, “bu konuda hukuki düzenleme yapılamaz” demeleri çelişkili bir tutumdur. Zaman-Yorum, 22.10.2010 |
Ahmet Kuru – Başörtüsü, laiklik ve hukuk üçgenindeki Türkiye
Ahmet Kuru
Cuma, 22 Ekim 2010 11:12
Başörtüsü yasağına dair tartışmalarda verimli bir sonuç alınabilmesi için bazı yanlış anlamaların giderilmesi gerekmektedir.
Mesela başörtüsü yasağını savunanlar bu konuda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararı olduğunu öne sürebilmektedirler. Hâlbuki AİHM başörtüsünün yasak olması yönünde bir karar vermiş değildir. Leyla Şahin kararında Türk devletinin başörtüsünü yasaklama yetkisi olduğunu onaylamıştır. Fransa dâhil hiçbir Avrupa ülkesinde üniversitelerde başörtüsü yasağı yok iken AİHM’nin böyle bir yasak ihdas ettiğini iddia etmek mantıklı olmaz.Laiklik evrensel bir prensip olduğuna göre diğer ülkelerdeki laiklik anlayış ve uygulamalarının karsılaştırmalı bir açıdan ele alınması Türkiye’deki bazı yanlış anlamaların izalesine katkı sağlayacaktır. Laiklik, başörtüsü ve hukuk üçgeninde Türkiye’de ileri sürülen en yanıltıcı görüşlerden birisi şudur: “Dinsel inançlarla doğrudan ilişkili bir hukuki düzenleme yapılamaz.” Anayasa Mahkemesi 1989 yılında Meclis’in çıkardığı üniversitelerde başörtüsü yasağını kaldırmaya matuf kanunu bu şekilde özetlenebilecek bir gerekçe ile iptal etmiştir. Bazı yargı çevrelerince bu iddia hâlâ tekrar edilmektedir.
Dünyanın her tarafında laik devletler dinî inançlarla ilişkili hukuki düzenlemeler yaparlar. Örneğin Fransa’da din-devlet ayrımını yerleştirmiş olan 1905 temel kanunu devlet okullarında papazların öğrencilere nasıl din hizmeti vereceği gibi birçok hususta dinle ilişkili hükümler içermektedir. Bir diğer önemli laiklik tecrübesi Amerika Birleşik Devletleri örneğidir. Sanıldığının aksine ABD’de din-devlet ayrımı birçok noktada Fransa’dan bile daha güçlüdür. Mesela Fransa’da devlet özel Katolik okullarına bütçelerinin dörtte üçüne varan bir ölçüde yardım yaparken, ABD’de devlet özel dinî okullara maddiyardım yapamaz.
Amerika Birleşik Devleri’nde dinî inançlarından dolayı bireyleri genel yasaklardan muaf tutma anlamına gelen “dinî muafiyet” çok güçlü bir hukuki prensiptir. Oregon eyaletinde yaşanan bir olay üzerine ABD’de meydana gelen fikir ayrılığı Türkiye’deki tartışmalar açısından dikkat çekicidir. Oregon’da bir uyuşturu tedavi merkezinde çalışan bir Kızılderili ile beyaz bir arkadaşı yasak bir uyuşturucu madde olan “peyote”yi kullandıklarının ortaya çıkması sonucunda işlerinden atıldılar. Tazminat talep eden Kızılderili ve arkadaşı, uyuşturucuyu Kızılderili dinî ritüellerinin bir parçası olarak kullandıklarını, bundan dolayı uyuşturucu yasağından muaf olduklarını iddia ettiler. Alt mahkemelerdeki anlaşmazlık sonucunda dava Yüksek Mahkeme’ye intikal etti. Oregon vs. Smith (1990) adlı meşhur kararda mahkemenin dokuz üyesinden altısı Kızılderili’nin yasaktan muaf olamayacağına hükmetti. Çoğunluğu teşkil eden bu hâkimler ABD’deki 50 eyaletten yaklaşık yarısında eyalet kanunlarının açık bir şekilde uyuşturucunun dinî amaçlarla kullanılmasının kullanıcıları yasaktan muaf tutacağının yazıldığını ancak Oregon bu eyaletler içinde bulunmadığı için Kızılderili ve arkadaşının muaf olmadığını vurguladılar. Azınlıkta kalan üç hâkim ise Oregon kanunları muafiyet tanımasa bile Amerikan Anayasası’ndaki “dini özgürce yasama” maddesinin tüm dindar yurttaşlara genel bir muafiyet tanıdığını ve o nedenle Kızılderili ve arkadaşının dinî ritüelin parçası olarak uyuşturucu içmelerinin, uyuşturucu yasağından muaf tutulması gerektiğini iddia ettiler.
Görüldüğü üzere Amerika gibi laikliği Türkiye’den çok daha ciddiye alan, devletin kiliselerle finansal veya idari hiçbir ilişkisinin olmadığı bir ülkede konu bireysel dinî özgürlükler olunca genel yasaklardan bile muafiyet tanınmaktadır. Türkiye gibi devletin okunacak cuma hutbelerine bile karıştığı bir ülkede dinî konularda hukuki düzenleme yapılamayacağını iddia etmek tutarlı olmaz. Türkiye’de başörtüsü konusu, kadın hakları ve eğitim hakkı gibi önemli ve bir ferdin dinî nedenlerle uyuşturucu kullanma talebinden çok daha hayati konularla ilgilidir. Üstelik başörtülülerin talebi uyuşturucu yasağı gibi sağlıkla ilgili genel bir yasaktan muaf olmak değil; aksine, kendilerine ideolojik nedenlerle özel olarak uygulanan bir ayrımcılığın kaldırılmasıdır.
Başörtüsünü “siyasi” bir simge olarak niteleyip yasaklayanların, yasağın kaldırılması adına Meclis’in faaliyete geçmesi karşısında başörtüsünün laiklik karşıtı bir “dinî” simge olduğunu iddia etmeleri de ayrıca not edilmesi gereken bir çelişkidir.
“Dinsel inançlarla doğrudan ilişkili bir hukuki düzenleme yapılamaz” iddiasının başörtüsü yasağını savunma adına kullanılmasını da anlamak zordur. Zira başörtüsünün yasak olması adına hüküm beyan eden savcı ve hâkimler dinsel inançlarla doğrudan ilişkili bir hukuki düzenleme yapmaktadırlar. Ortaya koydukları bu durumu kaldırma adına Meclis’e özgürleştirici yeni bir hukuki düzenleme yapmanın dışında bir alternatif hareket tarzı bırakmazken, “bu konuda hukuki düzenleme yapılamaz” demeleri çelişkili bir tutumdur.
Zaman-Yorum, 22.10.2010