AÇLIK günümüzün temel sorunlarından biri olarak durmaya devam etmesine rağmen, çoğu kez dikkatlerimizden kaçmaktadır. Karmaşık ve çok boyutlu olan açlık meselesi hayati önemdedir. Zira insan, hayvan ya da bitki gibi canlılar, yaşamlarını sürdürmeleri ve doğal ömürlerini tamamlayabilmeleri için beslenmek yani bedensel varlıklarının devamı için yeterli gıdayı almak ihtiyacı içindedirler.
Bununla birlikte birey olarak insan, maddi varlığını sürdürmek için doğal kaynaklardan yararlanmak bakımından önemli avantajlara sahiptir. İnsan öz bilincinden hareketle kendi benliğini oluşturma, maddi varlığını koruma ve bunun için gerekli temel öğeleri
Piyasa ekonomisi karşıtı ideolojik tutumlar, kapitalizm, sömürgecilik ve zenginlerin daha çok tüketmesi gibi faktörlerle açlık sorununu izah etmektedirler. Oysa açlık sorununun çözümü için iki temel yaklaşımın bir arada benimsenmesi gerekir. Bireyi insan olarak ele alan, özerkliğini tanıyan ve içinde özgürlük mefhumunu barındıran sorumluluk ahlâkı ile bu anlayışı mümkün kılacak temel ekonomik motivasyon olan piyasa iktisadı eş zamanlı olarak değerlendirilmelidir.
bir araya getirmek gibi sosyal ve ahlâki kodlar geliştirme becerisine de sahiptir. İnsanın sahip olduğu bu öz nitelikler her bireyde farklı tezahür ettiği gibi, bireylerin oluşturduğu farklı sosyal gruplar, sınıflar, kültürel çevreler, cemaatler ve toplumlar arasında da ortaya çıkmaktadır.
Farklı tarihsel tecrübeler, coğrafyalar, kültürler, siyasal, ahlâki ve dini tercihler insan yaşamının etosunu oluşturur.
Bu etos ya da yaşam dünyası içinde var olan ve varlığını sürdüren, belli bir toplum içinde yaşayan insanların sahip olduğu ortak kültür, temel davranış biçimlerini de benzer kılmaktadır.
Dünya algısı, politik tutumlar, ekonomik ilişkiler, tüketim alışkanlıkları bu çerçevede şekillenir. İktisadi hayatın niteliği, medeniyetten pay almak, bilimsel
ve teknolojik gelişmeler her toplumu farklı şekilde etkiler.
Bu etkiler birey ve birey grupları üzerinde de farklı etkiler yapmaktadır. Bu etkiler tek taraflı değildir. Birey ve toplumların ortaya çıkan değişimlere verdikleri tepkiler, kendi durumlarının niteliğini oluşturur.
“ZENGİNLİK YARATMADAN GIDA DESTEĞİ OLMAZ”
Farklı coğrafyalarda yaşamak, farklı siyasal sistemlere sahip olmak, iktisadi yapının niteliği ve özgürlük bilinci, tarihsel varoluşumuzun temel dinamiklerini oluşturmaktadır.
Avrupalı, Amerikalı, Asyalı, Afrikalı olmak yaşadığımız yaşam biçimini belirlediği gibi, adı geçen kara parçalarının hangi bölgesinde yaşadığımız, etnik ve dini aidiyetlerimiz, siyasal ve ahlâki tercihlerimiz de yaşam tarzımızın oluşmasında belirleyici olmaktadır.
Tarihsel olarak insan ırkının yaşadığı sorunlar, yıkımlar, açlık ve sefalet gibi sorunların siyasi, iktisadi ve ahlâki veçheleri bulunmaktadır. Maddi zenginlik arzusu temel bir motivasyon öğesi olarak insanı daima yönlendirmiştir.
Fakirlikten kurtulmak, daha zengin bir toplum yaratmak ve güçlü bir iktisadi düzene sahip olmak, varlığımızı korumak ve sürdürmek için gereklidir.
Bununla birlikte her bireyin farklı olması gibi, her toplumun yaşadığı yaşam kalitesi ve sorunları da farklılık arz etmektedir. Zenginlik ve fakirlik nispi kavramlar olarak değerlendirilebilmekle beraber açlık özel bir sorundur.
Zira açlık durumunun devamı bireyin ölümü, yok oluşu anlamına gelmektedir. Bu bakımdan açlık sorununun iki temel boyutu bulunur. Ahlâki ve iktisadi.
Zor durumda olan bir canlıya, insana ya da topluma yardım etmek gibi ahlâki bir görevimiz olduğu inancından yola çıkarsak, açlığın giderilmesi için gerekli iradeyi ortaya koymak da bir mecburiyet olarak ortaya çıkar.
Ancak açlık sorununu ortadan kaldırmak ve gerekli maddi desteği sağlamanın temel iktisadi bir boyutu bulunmaktadır.
Açıkçası iktisadi bakımdan zenginlik yaratmadan gıda desteği sağlamak da mümkün olamayacaktır. Peki, maddi zenginlik nasıl sağlanabilir ve fakirlik nasıl ortadan kaldırılabilir?
Afrika ve Asya’nın bazı bölgelerinde yaşanmakta olan açlık sorununun birçok objektif nedeni bulunmaktadır. Kuraklık, savaş gibi maddi faktörlerin yanı sıra siyasal sistemlerin ideolojik tercihleri, toplumların yaşam tarzları ve ahlâki tercihleri de açlığın ortaya çıkmasında önemli sebepler olarak ifade edilebilir.
Bununla birlikte özellikle piyasa ekonomisi karşıtı ideolojik tutumlar, kapitalizm, sömürgecilik ve zenginlerin daha çok tüketmesi gibi faktörlerle açlık sorununu izah etmektedirler. Oysa açlık sorununun çözümü için iki temel yaklaşımın bir arada benimsenmesi gerekir.
Bireyi insan olarak ele alan, özerkliğini tanıyan ve içinde özgürlük mefhumunu barındıran sorumluluk ahlâkı ile bu anlayışı mümkün kılacak temel ekonomik motivasyon olan piyasa iktisadı eş zamanlı olarak değerlendirilmelidir.
SADECE EKONOMİK BOYUTU YOK
İnsanı temel değer olarak ele alan ve onu rasyonel ve ahlâki bir varlık statüsüne lâyık gören özgürlükçü yaklaşımlar açlığı da temel bir tehdit olarak değerlendirmektedir.
Bu anlayışın ideolojik ya da bilimci bir çerçevesi olmak zorunda değildir. Bilakis insanın içinde bulunduğu kültürel çevre ‘aç’ olana yardım etmeyi dini, ahlâki ve insani bir düstur olarak ortaya koymaktadır.
Yoksulluğun ve güçsüzlüğün en görünür durumu olan açlık sorununa yönelik ideolojik ve bilimci yaklaşımlar ahlâki içerikten yoksundurlar. Zira bu tür yaklaşımlarda büyük bir felâket karşısında olan insan araçsal özne olarak kutsanmaktadır.
İdeolojik söylemin nesnesine dönüştürülmektedir. Bir tür yoksulluk etiği icat ederek yoksulluğu yücelten, dolayısıyla açlıktan ölümler üzerinden söylem üstünlüğü oluşturmaya çalışan ideolojik yaklaşımlar yerine toplumsal refahı artıran sağlam iktisadi politikalara yönelmek sorunun aşılmasında doğru yol olacaktır.
Bununla birlikte açlık ve yoksulluk gibi sorunların sadece ekonomik boyutlu olmadığını, sosyal bir içeriğe de sahip olduğunu belirtmekte fayda vardır. Yoksulluğun nedenlerinin tespitiyle ilgili de önemli tartışmalar vardır.
Bazı yaklaşımlar uluslararası ilişkiler çer çevesinde küresel sistemik nedenlere vurgu yaparken, ulusal ölçekteki yönetsel ve mali yapı ile beraber eğitime odaklanan yaklaşımlar da vardır. Bunların yanında doğal, demografik, coğrafi, iktisadi, siyasi, kültürel etkenlerle ilgili vurgular da söz konusudur.
Yoksulluğu tetikleyen bu etkenlerin muhtemel sonuçları arasında açlıktan ölme,
ortalama ömrün kısalığı, evsizlik, uyuşturucu kullanımı, sosyal tecrit, intihar, çocuk işçi sayısında artış, kayıt dışı ekonomi, yetersiz sağlık hizmeti, siyasal marjinalleşme, göç, iltica gösterilmekte ve bunların hepsi birlikte devletler için bir kısır döngünün oluşması anlamına gelmektedir.
Yoksullukla mücadele adına vergilerin konması yoksulluğu artıracak, refah politikalarının sürdürülmesi için gerekli iktisadi büyüme zorunluluğu gibi bir çıkmazı gündeme getirmektedir. Bu nedenle, ekonomist niteliği ağır basan refah yaklaşımının dışında daha boyutlu ve kapsayıcı açıklamalara ihtiyaç vardır.
Örneğin, Sawhill’e (2003:79-86) göre yoksulluk, bir davranış biçimidir ve salt refah yaklaşımıyla açıklanamaz. Yoksulluk ve zenginlik, parasal değil, davranışsal modellerdir. Bu nedenle yoksulluk davranışı bir neden değil, sonuçtur.
Yoksulluğun davranışsal tanımı, yoksulluk döngüsünü açıklama işlevini yüklenir. Bu nedenle ekonomik girdi artsa da davranış en azından birkaç kuşak devam edebilmektedir. (Konuk ve Bayram, 2009)
Bireyi merkeze alan, iş bölümü, mülkiyet ve serbest teşebbüs gibi yaratıcı iktisadi amiller özgürlük ahlâkının sonucu olarak ortaya çıkan sorumluluk fikrinin oluşmasını da kolaylaştırmaktadır.
Bu kavrayış asal olarak dilde ve gelenekte mevcuttur. Fakirlik ve açlık bir tercih olarak birey tarafından benimsenmemekle beraber, zaman içinde yaşam tarzı olarak içselleştirilmek gibi olumsuz bir sonuç yaratma riski taşımaktadır.
Ana siyasal organizasyon olan devlet gücünün ekonomik sorunları çözmede yetersiz kaldığı sır değildir. Örneğin Afrika ülkelerinde yaşanan ekonomik ve sosyal sorunların Batı sömürüsünden kaynaklandığını söylemek de
Fakirliği ortadan kaldırmanın evrensel bir formülü yoktur. Karşılıklı yardım ve hayırseverlik gibi faaliyetler geçici çözümler oluşturabilir. Zira fakirlik gibi ekonomik sorunlar ve açlık gibi ahlâki çöküşün engellenmesi, tek aktörün eylemleriyle ortadan kaldırılamaz. Kısa vadede oluşturulacak çeşitli fonlarla açlık çeken insanların imdadına koşmak insan olmanın gereğidir. Ancak daha kesin ve kalıcı çözümler oluşturmanın özgürlük ve mülkiyet fikrinin kavranmasıyla mümkün olacağı açıktır.
retorikten öteye gitmez. Bu yaklaşımın kendi içinde kusurlu olduğu ve çelişkiler ihtiva ettiği bir hakikattir. Zira genel olarak geri kalmışlık durumunu Batı’dan kaynaklanan bir kötülük olarak varsaymak sorunun aktörlerini hiçleştirmek manasına da gelir.
Benzer bir yaklaşımın Batılı’nın Doğulu’ya dair imgesinde yer aldığı başka bir gerçektir. Zira ortalama Batılı’nın zihninde Doğulu geri kalmış, düşünme melekelerinden yoksun ilkel bir varlığı ifade eder.
Bu yanlış düşüncelerin yaratıcıları ve taşıyıcıları paradoksal olarak entelektüel sınıftan başkası değildir. Benzer yaklaşımlar Türkiye özelinde de ortaya çıkmaktadır. Bölgesel sorunlar ve farklılıklar sömürü, adaletsiz dağıtım ve benzeri kavramlar üzerinden yorumlanmaktadır.
“ÖZEL MÜLKİYET TRAJEDİYİ ÇÖZEBİLİR”
Oysa öncelikle sorunun öznesi olan birey ve toplumların kendi inisiyatiflerini esas alan değerlendirmede bulunmaları, fakirlik olgusunu ortadan kaldırmak için daha gerçekçi görünmektedir.
Bu aynı zamanda insan olmanın ahlâki varoluş biçimidir. Başkasını suçlamak yerine, eylemde bulunma iradesini ortaya koymak ve sorumluluk duygusunu ödev olarak somutlaştırmak birçok konuda olduğu gibi açlık sorununu aşmada da son derece önemlidir.
İç savaşlar, kuraklık, yozlaşan kültür ve öğretilmiş çaresizlik gibi faktörler, fakirliği ve buna bağlı olarak ortaya çıkan açlık, kader olarak insanlarca benimsenmesine yol açmaktadır.
Özgürlüğün olmadığı bir dünyada sorumluluk fikri de güdük kalmaktadır ve tembellik hastalığı temel yaşam biçimine dönüşmektedir. Bu bakımdan fakirliğin azaltılması ve açlık gibi insan onuruna yakışmayan hadiseleri ortadan kaldırmak için gönüllü ortak eylem programlarına ihtiyaç vardır.
Sivil örgütler tarafından geliştirilecek eylem planları ve bunu destekleyecek fonların oluşturulmasıyla acil bir durum arz eden açlık sorunu ortadan kaldırılabilir.
Fakat bu durum geçici bir çözüm olmaktan öteye gitmez. Fakirliği ortadan kaldırmanın evrensel bir formülü yoktur. Karşılıklı yardım ve hayırseverlik gibi faaliyetler geçici çözümler oluşturabilir. Zira fakirlik gibi ekonomik sorunlar ve açlık gibi ahlâki çöküşün engellenmesi, tek aktörün eylemleriyle ortadan kaldırılamaz.
Kısa vadede oluşturulacak çeşitli fonlarla açlık çeken insanların imdadına koşmak insan olmanın gereğidir. Ancak daha kesin ve kalıcı çözümler oluşturmanın özgürlük ve mülkiyet fikrinin kavranmasıyla mümkün olacağı açıktır.
Bir adama çıplak bir kaya parçasının mülkiyet garantisini verirseniz, onu bir bahçeye dönüştürecektir; bu adama bir bahçeyi dokuz yıllığına kiralarsanız, bahçeyi çöle dönüştürecektir… Mülkiyetin büyüsü kumu altına dönüştürür (Arthur Young, Travels, 1787. Ridley’in Erdemin Kökenleri adlı kitabından alınmıştır).
Özel mülkiyetin gelişmesi, ortak mülkiyetin yarattığı trajediyi ortadan kaldırabilir. Bireyin sahip olduğu yetenekleri kullanması ve geliştirmesi, iş bölümünü doğal olarak oluşturacağı gibi üretimin kalitesini de yükseltecektir. Fakirlik nispi olarak anlaşılması gereken bir kavramdır.
Genel bir fakirlik normundan söz etmek yanıltıcı bir yaklaşım olacaktır. Bununla birlikte açlık daha somut ve acil müdahale gerektiren ahlâki bir sorumluluktur. Bireylerin ve sivil birlikteliklerin yapacağı katkılarla bu sorunu asgariye indirgemek mümkündür.
Açlıkla mücadele etmek ahlâki bir sorumluluk olmakla beraber, bu sorunun aşılması ekonomik faktörlerle mümkün olabilir. Fakirliği ortadan kaldırmanın evrensel bir formülü yoktur.
Karşılıklı yardım ve hayırseverlik gibi faaliyetler geçici çözümler oluşturabilir. Zira fakirlik gibi ekonomik sorunlar ve açlık gibi ahlâki çöküşün engellenmesi, tek aktörün eylemleriyle ortadan kaldırılamaz. Kısa vadede oluşturulacak çeşitli fonlarla açlık çeken insanların imdadına koşmak insan olmanın gereğidir.
Ancak daha kesin ve kalıcı çözümler oluşturmanın özgürlük ve mülkiyet fikrinin kavranmasıyla mümkün olacağı açıktır.
Kaynakça:
> Konuk, O., Bayram, A., K., “İnsansızlaştırılmış Yoksulluk: Yoksulluk, Bilim ve Etik”, Civilacademy, Cilt:7, Sayı: 1, 15-26, 2009.
> Pennington, Mark. Sağlam Politik Ekonomi. (Çev. Atilla Yayla). Liberte Yayınları, Ankara,2013.