Afganistan: Akıl değil vicdan

Geçenlerde Afganistan’daki NATO askeri güçlerinin bir gece baskınında aralarında öğrencilerin de bulunduğu bir grup sivili “yanlışlıkla” öldürmesi Batı medyasında bile kısmen yankı buldu. Bu skandalın ortaya çıkması üzerine NATO adına resmi açıklama yapılarak, yanlış istihbarat sonucu isyancılar olduğu zannıyla sivillere saldırıldığını kabul edildi ve “kaza” için özür dilendi.
Kimi Amerikalılar, sivillerin ölümüyle sonuçlanan bu türden olayların sık sık vuku bulmasına da atıf yaparak (meselâ, bu olaydan önceki iki hafta içinde NATO güçlerinin Afganistan’da öldürdüğü sivil sayısı 60’dan fazlaydı), bu durumun Afganistan’daki NATO misyonunun meşruluğunu zayıflattığından endişe ediyorlar. Tuhaf olan, Batılılar neyse de, bizim medyamızın bile arada sırada bu gibi “kazalar”ın haberini vermekten başka, bu mesele üzerinde sorgulayıcı bir tarzda durmamasıdır.

Afganistan’daki “Uluslararası Güvenlik Yardımı Gücü”nün (ISAF) varlığı 2001 Aralık’ındaki Bonn Konferansında alınan karara dayanıyor. Konferansta Afganistan’ın yeniden inşası sürecinde Afgan yönetimine yardımcı olmak için Birleşmiş Milletler destekli bir güç oluşturulması kararlaştırıldı. Ağustos 2003’te de ISAF harekâtının liderliğini NATO üstlendi.

Başlangıçta sadece Kabil’in içinde ve çevresinde güvenliği sağlamakla sınırlı bir misyonu olan ISAF’ın görevi BM Güvenlik Konseyi tarafından 2003 yılında bütün Afganistan’ı kapsayacak şekilde genişletildi. Bugün itibariyle ISAF Afganistan yönetimine sadece güvenliğin sağlanmasında yardım eden bir güç olmanın ötesine geçmiş ve onun üstünde bir vesayet otoritesi, neredeyse bir “sömürge yönetimi” hüviyeti kazanmış bulunuyor.

Kısaca, ortada bir BM-NATO ortak girişimi söz konusu olduğu ve hedefteki “düşman” dünya kamuoyunun gözünde “şeytan” konumunda olan Taliban olduğu için, Afgan halkının Batılı güçler tarafından fiilen vesayet altına alınması ve büyük yekun tutan sivil ölümleri fazla tepki çekmiyor. Ama sanırım görüntünün ötesine geçip şu gerçeği tespit etmek zor olmasa gerek: Bugün Afganistan’da var olan, güce dayalı bir evrenselci paternalizm modelidir. Halihazırdaki sözde Afgan yönetimi de, Afganlıların kendi-kendini yönetme hakkını inkâr etmeyi ima eder şekilde, Batılı güçlerin işbirlikçisi durumundadır. Batılıların Afganistan’da sözümona demokratik kurum ve usulleri yerleştirmeye çalışmaları bu gerçeği sadece kamufle etmeye yarıyor.

Bu kamuflaj o kadar işe yarıyor ki, aynen Irak’ta olduğu gibi, Afganistan’daki NATO askeri gücünün yol açtığı sivil katliamının ve genel tahribatın farkına bile varamıyoruz. Oryantalist bakışın ve Taliban-El Kaide nefretinin basiretlerini bağladığı Batılıların meselenin vahametini görememesi belki anlaşılabilir, ama bu dünyayla ünsiyeti olan biz Türklerin de meseleye Batılılar gibi bakmamız ne hazin bir tecellidir! Üstelik bir de Afganistan’daki bu yıkıcı Batı-Amerika operasyonuna biz de elveriyoruz.

Aslına bakarsanız, ben zaten epey bir süredir “bu NATO da kim oluyor ki kendinde dünya jandarmalığı yapma hakkını görüyor?” diye soruyorum. Ve tabii, Türkiye’nin bu “Kurtlar sofrası”nda ne işi olduğunu da… Dahası, sanki onurlu bir şeymiş gibi, NATO’da güçlü bir rol kapmak için Türkiye’nin kendisini küçük düşüren girişimlerde bulunmasına ne demeli?…

Bu yazdıklarım elbette “akılcı” gerekçelerle eleştirilebilir, “ne yapılsa yani, bu ‘devletsiz’ toplumun anarşi ve kaos içinde bocalamasına göz mu yumulsaydı?” denebilir. Bilmiyorum, “akılcı” açıdan belki de haklıdırlar. Ama yine de bana, biçare Afgan halkına böyle bir “vicdan yazısı” borçluymuşum gibi geliyor.

Star, 27.02.2010

 

Bu Yazıyı Paylaşın

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et