Televizyon kanallarında, gazete köşelerinde, bakkalda, takside, kuaförde, iki kişinin bir araya geldiği her yerde sürüp giden WikiLeaks tartışmalarını ibretle izliyorum.
Ne var ki benim izlediğim asıl nokta, bugünden yarına bütün önemini kaybedecek olan dedikodular ya da analizler değil. “Sızdırıldı mı, sızdı mı” türü spekülasyonlarla da çok fazla ilgilendiğimi söyleyemeyeceğim. Benim ibretle gözlemlediğim şey, devlet sırrı savunuculuğunun ve açık toplum karşıtlığının ne kadar yaygın olduğu, ne kadar derinlere işlemiş bir bilinç olduğu…
Hiçbir tartışma yok ki içinde “diplomasinin elbette gizlilik içinde yürüyen boyutları olması gerektiği” ön kabulü olmasın; devletlerin birtakım gizli operasyonları, gizli pazarlıkları sürdürmesinin “kamu çıkarı” gereği olduğu savunulmasın… Hemen hemen hiç kimse devletlerin içi-dışı bir, su damlası kadar şeffaf kurumlar olabileceğini hayal bile edemiyor. “Tabii, bir yerde devletler de kendini koruyacak, bunun için gerekeni yapacak. Ama öyle yüzüne gözüne bulaştırmayacak; saman altından su yürütmeyi bilecek.” İşte çoğunluğun konsensüs sağladığı nokta bu…
İyi de, hani devletlerin basit hizmet örgütleri olması gerekiyordu? Hizmet ettiği aileden gizli işler çeviren ve bunu “ailenin çıkarları gereği” yaptığını söyleyen bir hizmetçi nerede görülmüş?
X x x
Devleti yönetenlerin, yönetmeye talip olanların, yarın öbür gün yönetme ihtimali bulunanların, yani bir anlamda politik toplumun parçası olan kesimlerin devlet sırrı kavramına toz kondurmamalarının nedenini anlamak kolay. Bu kesim eski köye yeni adet gelmesinden korkuyor. Bugün gizleyecek bir şeyi olmasa da prensipte gizlilikten yana. Ne olur ne olmaz, gizlilik bir gün ona da lazım olabilir… Bu yüzden de gizlilik silahını ve devletin sırları kavramını yıpratmadan korumak, bu imkânı elinde tutmak istiyor. Devletin bilgisini toplumla paylaşmaktan çekiniyor. Çünkü bu bilgi tekeli; siyasi şantaja, rakipleri sıkıştırmaya, güçler dengesini kollayarak otoriteyi sürdürmeye olanak veriyor. Açıklık politikasının, bütün bu silahları paslı bir çakaralmaza dönüştürmesinden korkuyor. Hissediyor ki, bugün deşifre edilen sırlar kendisine doğrudan dokunmasa da, eğer bu süreç devam ederse devletin gizli kapaklılık geleneği açısından geri dönüşü olmayan bir süreç de başlamış olacak.
Peki, devletle hiçbir bağı olmayan, hiçbir zaman devlet yönetme ihtimali olmayan geniş toplum kesimleri? 0nlar neden bu kadar kararlı bir şekilde savunuyor “devletlerin elbette sırları olması” gerektiğini?
Çünkü onlar da kendi hayatlarında öyle yapıyor. Herkes öyle yapıyor. Okullarında, devlet dairelerinde, aile meclislerinde, boyuna açıklıktan dürüstlükten ve ilkeli olmaktan bahsedilen kurumlarda, gizli kapaklılığın, katakulli yapmanın, yalan ve riyayla ilişki yürütmenin kitabı yazılıyor. Ve bu en çok da o en şeffaf, en içten, en pazarlıksız olunması gereken yerde, aile içinde yapılıyor.
Yıllar önce bir yazımda yine yazmıştım:
Bir toplum düşünün ki, annelerin yüzde doksanı, kızlarını “kadının bir tarafta kocasından gizli üç beş kuruşu olmalıdır” öğüdüyle yetiştiriyor. Bunu söyleyen kadınlar, bir hırsız gördüğünde çığlık atıp kaçan namuslu ev kadınları. Hayatları boyunca kimsenin malına el uzatmamak terbiyesiyle yetiştiriliyor ve gerçekten de el uzatmıyorlar. Ama kocaları söz konusu olduğunda aile bütçesinden küçük küçük “götürmekte” ve bunu kızlarına da öğretmekte hiçbir mahsur görmüyorlar. Evet, çoğu bunu, yine ailesi için, ailenin zorda kaldığı zamanlar için yaptığını düşünüp içini rahatlatıyor. Tıpkı devlet büyüklerinin bütün o gizli operasyonları, devletin bekası için yaptıklarını düşünüp kendilerini rahatlatmaları gibi… Aile babaları ve anneleri, devletin asla şeffaf olmamasını, sürekli gizli kapaklı ilişkiler kurmasını, kimi zaman “iti ite kırdırarak” kimi zaman gayrimeşru ittifaklar kurarak “devletin menfaatlerini korumasını” yadırgamıyor. Çünkü kendisi de “ailenin menfaatleri” gereği öyle yapıyor. Kendisi de asla şeffaf olamıyor. Baba, bir ömür boyu “karda yürüyüp izini belli etmeme” üzerine kurulu bir hayat sürdürürken, hem annenin hem de çocukların gizli onayıyla yapıyor bunu. Anne, bir ömür boyu babayla çocuklar arasında sıkışmış bir halde, kızının flörtlerini, oğlunun haylazlıklarını babadan gizlemek için yalan söylüyor. (Kim bilir, belki de kendine aile içinde güçlü bir pozisyon yaratmak için yapıyor bunu.) Baba oyunun kuralları gereği bu yalanları yutmuş görünerek, o evin içinde çocuklarına yabancı yaşayıp gidiyor. Böylece ailenin “yüksek menfaatleri” yani aile birliği kurtarılmış, kavga dövüş önlenmiş oluyor. Kendi “yüksek menfaatlerini” bu yolla koruyan, bir arada bulunuşunu gizli kapaklılığa, yalana, riyaya borçlu olan ailelerden oluşan bir toplumun, devletin gizli kapaklı işlerini hoş görmesini anlamak hiç de zor değil.
Görüldüğü gibi açıklık, çifte standart kaldırmayan; hayatın tek bir alanına sıkışıp kalamayacak kadar büyük bir şey. Ve sanıyorum, gerçekten şeffaf rejimler kurabilmek sadece devletler için değil, toplumlar için de oldukça zor olacak.
Bugün, 03.12.2010