Aynı siyasi gelenekten geliyorlar ama Erdoğan ile Davutoğlu’nun siyasete bakışları ve siyaset yapma tarzları birbirinden son derece farklı. Nitekim makam devir-teslimleri yapıldıktan sonra bu farklılık birçok noktada kendini gösterdi. 7 Haziran’a gelinceye kadar tarafların ayrı düştükleri beş konu vardı. Hatırlayalım:
- Davutoğlu, 17-25 Aralık Operasyonlarında suçlanan dört bakanın Yüce Divan’a gönderilmesine taraftardı. Erdoğan ise“Surda gedik açtırılmaz” düşüncesiyle buna karşı durdu.
- Davutoğlu, bir Siyasi Etik Yasası çıkarmayı istedi. Erdoğan “Böyle bir yasa çıkarsa iş yapacak adam bulunmaz” deyip buna fırsat vermedi.
- Davutoğlu, MİT Müsteşarı’nı Meclis’e taşımayı plandı. Erdoğan bunu yanlış buldu.
- Davutoğlu, Merkez Bankası’nın bağımsızlığını ve faiz politikasını savundu. Erdoğan ise her seferinde rahatsızlığını dile getirdi.
- Davutoğlu, çözüm sürecinde bir Uzlaşma/Gözlem Heyeti’nin kurulmasını doğru buldu. Erdoğan ise bunu büyük bir hata olarak nitelendirdi ve kabul etmedi.
İki Başlılık
Bahse konu görüş farklılıkları perde arkasında kalmadı, kamuoyunun gözü önünde cereyan etti. Erdoğan hükümetin beğenmediği tercihlerini sert bir dille eleştirdi. Beş konunun dördünde Erdoğan’ın dediği oldu. Davutoğlu sadece MB ve faiz mevzuunda mevzii koruyabildi. İki merkezin varlığı, seçmenin kafasını karıştırdı ve partinin bir bütün olarak belli bir hedefe odaklanmasını engelledi. Seçimin akabinde yapılan araştırmalar, AKP’nin 10 puanlık kaybının bir sebebinin de bu ikili yapı olduğuna işaret ediyordu.
Ancak tarafların açıları yine birbirini tutmadı. Seçim sonuçlarının sorumluluğu ve gelecekte nasıl yol alınacağı hakkında görüşleri birbiriyle çelişti. Gerginlik, partinin kongresine kadar uzandı. Cumhurbaşkanı ve Başbakan MKYK listesi üzerinde anlaşamadıkları için teşkilatlar harekete geçti, Davutoğlu’na karşı imzalar toplandı ve AKP’nin tarihinde ilk kez birden fazla adayın yarışacağı bir kongre ihtimali belirdi.
O vakit, çekişmeli bir kongrenin AKP için daha doğru olacağını düşünüyordum. Hala aynı düşüncedeyim. Zira bu durumda parti içi iktidar haritası bir netliğe kavuşacaktı. İlkeler üzerinde bir mutabakat olmadığından her geri çekilme zaman kazanmaya ayarlı olacaktı. Yani kavga (!) bitmeyecek, sadece ertelenecekti. Fakat gün gelip o kazanılan zaman bir şekilde tükendiğinde ertelenen kavgalar bir yerlerden başını çıkaracaktı.
1 Kasım Molası
Gerçi 1 Kasım’da elde edilen muazzam başarı AKP’deki bu iç huzursuzluğun üzerini örttü. Partinin kendi tarihindeki en yüksek oy oranına ulaşmasıyla gerginlikler kısa bir süre için görünmez kılındı. Lakin sorun devam ediyordu, tarz ve içerikten kaynaklanan farklılık orta yerde duruyordu. Bunun bazen temel meselelerde, bazen de güncel gelişmelerle su yüzüne çıması kaçınılmazdı.
Bugün de olan bu zaten. Hükümet sistemi, farklı yaklaşımların gözle görülür olduğu bir alan. Evet, AKP yönetimi laftabaşkanlığı istediğini ve Türkiye’nin geleceğinin başkanlıkta olduğunu belirtiyor ama fiilde heveskâr bir tablo sunmuyor.Başkanlık için canla başla çalışan bir AKP yok meydanda. Cumhurbaşkanı’nın bundan hoşnut olmadığını tahmin etmek güç değil. Öyle ki Cumhurbaşkanı inisiyatif geliştiriyor, sivil toplumla platformlar oluşturuyor, arama konferansları planlıyor, başkanlık için doğrudan kendisi sahaya ineceğini belirtiyor, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü anayasa için iki ayrı referandum yapılabileceğini söylüyor, vs.
Keza gündemdeki gelişmelere gösterilen tepkiler de örtüşmüyor. Örneğin, AYM’nin Dündar ve Gül’e ilişkin kararına AKP içinden olumlu bakanlar varken, Cumhurbaşkanı karara uymayacağını ve saygı duymayacağını belirtiyor. Davutoğlu’nun uzlaşmayla çözmeye çalıştığı Cerattepe’yi Erdoğan “Yavru Gezi” ilan edip cephe alıyor, vs.
Ezcümle, bütün birlik-mesajlarına karşın taraflar arasındaki makas açık ve bu da çok sürdürülebilir bir hal değil. Zira kapanmayan makas eninde sonunda birilerini raydan çıkarır.
Yeni Yüzyıl, 02.03.2016
http://www.gazeteyeniyuzyil.com/makale/acik-makas-1518