Röportaj: Dernekler Dergisi, 5 Kasım 2009
Liberal Düşünce Topluluğu (LDT), ağırlıklı olarak akademisyenlerin, ayrıca gazeteci, yazar, hukukçu, iş adamı gibi farklı alanlardan kimselerin biraraya geldiği bir düşünce kuruluşudur.
LDT adından da anlaşılacağı gibi Türkiye’de bireysel özgürlük, piyasa ekonomisi, anayasal yönetim gibi liberal fikirlerin anlaşılmasını ve benimsenmesini sağlamak amacıyla kurulmuş bir dernektir.
Topluluk bu amaçla seminer, sempozyum gibi toplantılardan başka araştırma, yayın gibi pek çok faaliyet yürütmektedir. Özellikle üniversite öğrencilerine ve akademik alanda araştırma yapan kişilere destek olmakla beraber medyayı ve karar verici kişi ve kurumları da Türkiye’nin sorunlarına yönelik liberal çözümler hakkında bilgilendirme çabası içerisindeyiz. Bu çerçevede proje temelli çalışmalar da gerçekleştiriyoruz.
Bu zamana kadar yürüttüğünüz projelerde konularınızı belirlerken öncelikleriniz neler oldu? Seçim süreci nasıl gerçekleşti?
Avrupa Birliği fonlarından yararlandığımız projelerden başka projeler de yürüttüğümüz için bu konuda tecrübemiz olduğunu söyleyebilirim. Avrupa Birliği Komisyonu ile “İfade Özgürlüğü” üzerine çok önemli bir proje yürüttük. “İfade Özgürlüğü” projesi oldukça geniş kapsamlı çok sayıda faaliyet içeren bir projeydi.
İfade hürriyetini çok önemli bir sivil hürriyet olarak görüyoruz ve aynı zamanda bu konu Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik sürecindeki en hayatî konulardan bir tanesi. Liberal Düşünce Topluluğu mensupları, proje dâhilinde hem genel halk hem de entellektüeller ve sivil toplum aktivistleri arasında “ifade özgürlüğü” kavramının ne olduğunun ve ne kadar önemli olduğunun net olarak anlaşılabilmesi için çalıştı.
İfade özgürlüğünün sorunsuz bir şekilde yaşanabilmesinde etkili olan hakim ve savcıların referans alabilecekleri kaynak çalışmalar yayınlandı. İfade özgürlüğünün daha geniş alana yayılabilmesi için karar alıcıların bilgilendirilmesi amacıyla da faaliyetler yürütüldü.
Proje konularımızı seçerken hiç zorlanmadık zira ifade özgürlüğü insanlık medeniyeti için çok hayatî bir kavram ve ülkemizde bu alanda ciddi sorunlar var. Hukuk devletinin güçlenmesinde insan haklarının ve ifade özgürlüğünün tesisi çok önemlidir. Bu açıdan bakıldığında bu projenin çok önemli bir işlevi oldu.
“İfade Özgürlüğü” projesinden başka, Avrupa Birliği’nin katkılarıyla, bir de “Din Özgürlüğü” üzerine bir proje yürüttük. Projenin amacı, Türkiye’de yaşayan farklı inançlara sahip insanların seküler ve demokratik bir sistemde bir arada yaşayabilmesi için hangi değer ve kurumların önemli olduğunu, din özgürlüğünün nasıl anlaşılması gerektiğini ve bunların nasıl tesis edilebileceğini ortaya koymaktı.
Bunun için düzenlediğimiz çalışma toplantılarında bir araya gelen farklı cemaat temsilcileri, araştırmacı ve sivil toplum kuruluşu üyeleriyle ülkemizde yaşanan sorunları ve çözüm önerilerini tartıştık. Bu proje ile din özgürlüğü üzerine referans kaynaklar oluşturuldu. Bu konuda makaleler, raporlar ve kitaplar yayınlandı.
Başka kuruluşlarca da desteklenen projelerimiz var. Biz yürüttüğümüz projelerde, esas olarak, Türkiye’deki insanların barış içinde bir arada yaşayabilecekleri çerçeveyi tesis etmeye çalışıyoruz. Liberal Düşünce Topluluğu üyelerinin bu konuda elbette kanaati belli.
Biz çalışmalarımızı belirlerken liberal demokrasi, anayasal yönetim, insan haklarına dayalı hukuk devleti, hoşgörü ve adalet gibi temel değer ve kurumları göz önüne alıyoruz.
Projelerinizi yaptığınız sürece, bu projelerin toplumsal amaçlarının ortaya çıktığını gördünüz mü? Tepkiler nasıldı? Tepkileri nasıl ölçtünüz?
Türkiye’de yaşayan insanların ifade özgürlüğüne, din özgürlüğüne karşı artık özel bir ilgisi var. Bizim çalışmalarımızın önemli bir kısmını yayın faaliyetleri oluşturmakta. Kavramları konuşmak, onlar hakkında tartışma yapmak için belli bir ortak terminoloji oluşturmak gerekiyor.
Bu sebepten ötürü biz yayınlara çok önem veriyoruz, gerek telif teorik eserlerin gerekse uluslararası alanda yapılan tartışmaların Türkçeye kazandırılması, uluslararası mahkemelerin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, Amerikan Yüksek Mahkemesi’nin kararlarının dilimize çevrilmesi ve referans teşkil etmesi için çalışıyoruz.
Bu yayınlarımız oldukça ilgi gördü. AB üyelik sürecinde yapılan reformlarla birlikte hâkimler, savcılar ve karar alıcı mercilerde bulunan kişiler referans noktalarına ihtiyaç duyuyorlardı. Yayınladığımız bu kitaplar bu alandaki açığın kapanmasına yardımcı oldu. Bu kitapları ücretsiz olarak Türkiye’nin her köşesine dağıttığımız için bu konularla uğraşan birçok insanla tanışma fırsatımız da oldu.
İnsanların kavramsal olarak bu konuları daha iyi anlamaya çalıştıklarını gördük bu da bizi yaptığımız çalışmaların netice vermesi adına umutlandırdı. Çok sayıda hakim ve hakim adayının, genç akademisyenin yüksek lisans veya doktora tezlerinde ifade özgürlüğünü ve din özgürlüğünü tez çalışma konusu olarak seçtiğini gördük.
Kitap yayınlarımız dışında yaptığımız panellerde de gördük ki insanların ifade özgürlüğü konusunda popüler kanaatlerden kaynaklanan bazı çekinceleri var. Bu tip çekinceleri aşmak için farklı platformlarda, farklı tarzlarda, farklı ağızlarda daha çok konuşmaya, daha çok tartışmaya ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.
Son dönemde Türkiye’de sivil özgürlüklerin çok önemli olduğu, özgürlüklerin güçlenmesi için insanların daha çok tartışması, yazıp çizmesi ve mücadele etmesi gerektiği dile getirilmeye başlandı.
Özgürlüklerin alanının genişletilmesi gerektiğine dair kanaatler gelişti. Bu yüzden yaptığımız çalışmaların daima bir şekilde amaçlarına ulaştığını düşünüyorum.
Projelerinizi gerçekleştirirken paydaşlarınız nasıl bir tutum sergilediler?
Projelerimizde genel olarak muhatap olduğumuz kişiler ve kurumlar, yaptığımız projelerin ülkemiz için bir ihtiyaç olduğunun farkındalardı. Bu yüzden genellikle proje faaliyetlerimize yönelik tutumlar olumluydu fakat arada bunun tersi durumlar da oldu.
Şöyle bir örnek vereyim. “İfade Hürriyeti” projesinde insan hakları ve ifade özgürlüğünün kapsamı ve sınırları üzerine bir kamuoyu araştırması yaptık. Anket çalışmasının bir bölümü halk arasında bir bölümü de yargı mensupları arasında yapıldı. Hakimlerin fikirlerini bir anket çerçevesinde paylaşmaktan çekinmesi çalışmamızı epey zorladı.
Aynı proje kapsamında sempozyumlar düzenledik. Bir sempozyumda AB’ye üyelik sürecinde gerçekleştirilen reformları değerlendirdik. Sempozyuma davetli siyasetçiler epey ilgi gösterdi ve tartışmalara katkıda bulundular. Bunu burada not edebilirim.
Din özgürlüğü projesi kapsamında ise iki tane tartışma toplantısı düzenledik. Bu toplantılara farklı kesimlerden davetlilerimiz katıldı. Toplantıların başında misafirlerimiz kendilerini açıkça ifadede biraz çekingen bir tutum sergileseler de, LDT mensuplarının fikrî duruşlarını anladıktan sonra fikirlerini daha rahat bir şekilde ifade etmeye başladılar.
İnsanların ortak bir temelde, aynı kavramlar etrafında tartışmalarına zemin hazırlayabildiğiniz zaman, insanlar birbirlerinin sorunlarına daha yapıcı bir şekilde yaklaşabiliyor.
Bir müddet sonra sadece kendi sorununa kısa vadede çare olabilecek çözümler yerine, uzun vadede işe yarayacak ortak bir çözüm arayışına giriyor. Bu toplantılarımızın sonunda, dinî özgürlüklerin alanını genişletme yoluyla tüm farklı inançtaki birey ve grupların sorunlarına hitabeden çözümlere ulaşılacağına dair kanaatler pekişti.
Topluluğunuz genel olarak AB üyelik sürecinin sivil toplum bilincine ivme kazandırdığını düşünüyor mu? Size göre bu bilincin gelişmesinin önünde engeller var mı?
Ben bu konularda oldukça iyimser düşünen bir insanım. Özgürlüklerin önünün biraz açılması durumunda dahi tahmin edilemeyecek büyüklükte sonuçların ortaya çıktığını gördük.
Türkiye’de son 10-15 yılda yaşanan gelişmeleri değerlendirirsek durumun bu şekilde geliştiğini anlayabiliriz. AB süreci Türkiye’de sivil toplumun alanının genişlemesini sağladı.
Dernekleşme özgürlüğünde yapılan iyileştirmeler, bürokratik engellerin azaltılması sivil toplumun canlanmasını sağladı. Son dönemde çeşitli alanlarda faaliyet gösteren çok farklı inisiyatif ortaya çıktı.
Sivil toplum bilinci meselesine şöyle bakabiliriz: Bir sivil toplumda insanlar kendilerini serbestçe ifade edebilmeli, kendini gerçekleştirebilmeli yani kendi doğruları yönünde serbestçe hareket edebilmeli. Hukuk devleti çerçevesinde özgürlük alanını teminat altına alırsanız bu bilinç kendiliğinden oluşur.
Bu bilinç merkezî otorite tarafında verilmesi gereken bir şey değil, aslında bu bilinç insanların içinde bulunan bir cevher. Özgürlük alanı açıldığı zaman bu cevher ortaya çıkmaktadır.
Sivil toplumun canlanmasının önünde hâlen engeller yok diyemeyiz. Dernekler mevzuatında büyük değişiklikler yapılmasına rağmen halen dernekleşme özgürlüğü tam olarak sağlanamadı. Fakat bu konuda son dönemde büyük bir zihniyet değişimi yaşandı. Bu konuda öncelikli olan daha sivil, daha özgürlükçü olana yönelik zihniyet değişimidir.
Şu an bu sürecin içerisindeyiz. Merkezî otoritelerin vatandaşlara güvenmesi gerekiyor. Devletin, gönüllü olarak biraraya gelen insanları potansiyel suçlu olarak değerlendirmemesi gerekir.
Devlet bu birliktelikleri şüpheyle, potansiyel tehdit olarak algılamak yerine serbest bırakmalı, ilgilenmemeli. İlgilenmemeli derken, derneklerin her yaptığı faaliyeti kendisine haber vermesini, rapor etmesini talep etmemeli. Devletin dernekleşme özgürlüğünü hukukî garanti altına alması gerekir.
Bir suç olduğunda, başkalarının temel haklarına, hayat, hürriyet, mülkiyet haklarına bir saldırı sözkonusuysa o zaman ceza hukuku devreye girmeli, zaten. Yoksa bu şüpheci zihniyet hem insanların birbirine şüpheyle bakmasına sebep oluyor hem de kendilerine ve topluma yapıcı, faydalı faaliyetlerde bulunmalarına engel oluyor.
Zihniyet değişikliğinin somut yansımasına örnek verebilir misiniz?
Bence önemli bir değişiklik derneklerin bağlı bulunduğu dairenin Emniyet Teşkilatı’ndan çıkarılıp İçişleri Bakanlığının sivil tarafına alınmasıdır. İnsanlar karşılarında üniformalı memurları görmek yerine sivil memurları görünce kendilerini nispeten daha rahat hissetmekteler. Bana kalırsa böyle bir daireye de lüzum yok.
Daha önce de söylediğim gibi bu değişiklik devletin gönüllü olarak biraraya gelen vatandaşlarını potansiyel tehdit olarak değerlendirmesinin bir ölçüde sona erdiğini göstermektedir.
Bu değişikliklerden önce devlet, iki kişi bir araya gelip bir faaliyet yapmak istediğinde kendisini doğrudan müdahil olmak zorunda görürdü. Kendisi doğrudan müdahil olmasa da en ufak faaliyetin dahi raporunun kendisine sunulmasını isterdi. Şu anda bu baskı bir ölçüde ortadan kalktı diyebilirim.
Başka bir örnek vermek gerekirse, bir ülkedeki sivil toplumun özgür olabilmesi, sivil toplumun uluslararası bağlarının olmasını gerektirir. Daha önce, Türkiye’de bir STK yurt dışından fon alıp kullandığı zaman ilk akla gelen o STK’nın bölücülük çalışmaları yaptığı yönünde olurdu.
Yurt dışından fon aldığınız zaman o dönemki Dernekler Masası’ndan izin almanız gerekirdi. Bu izni almak için de öncelikle projenin yapılacağı alan ile ilgili bakanlık veya bakanlıklardan konuyla ilgili görüş alınıyordu. Bu durum bir hukuk devleti, açık ve sivil toplum olma iddiasındaki ülke için son derece abesti. Ayrıca bu uygulama insanların işlerini zorlaştırdığı için insanların iş yapma kapasitelerini de kısıtlamaktaydı.
Mevzuattaki değişikliklerden sonra artık bu bürokratik işlemler epeyce azaltıldı. Dernekler Dairesi’ne sadece bildirimde bulunarak işlemler artık nispeten daha kolaylıkla halledilebiliyor.
AB kaynaklı projeler kurumsal kültürünüzü nasıl etkiledi?
Liberal Düşünce Topluluğu başından beri birçok uluslararası kuruluşla irtibatı olan ve uluslararası standartlarda çalışmayı hedefleyen bir kuruluştur. AB ile yürütülen projeler, her ne kadar bazı kurallara bağlı kalınmasından dolayı etkinliğini bir miktar kaybetse de belirli kurallar çerçevesinde yürütülmesi STK’ların kurumsal kimlik kazanmasına katkı sağlamaktadır.
Proje yaparken belli süreçlerin, standartların, formatların ve kuralların olması lazım. Ülkemizde belli formatlara uyarak çalışma kültürü pek gelişmediğinden, yürütülen bu tip projeler insanların belirli kurallar çerçevesinde iş yapabilme kapasitesini arttırmakta ve bu da kurumsallaşmaya katkıda bulunmaktadır. Bunlar bir ölçüde LDT için de geçerlidir.
Aslına bakarsanız kurallara uymamak ülkemizin önemli sorunlarından biridir. Çünkü kurallara uymak başkalarının haklarına saygılı olmayı gerektirir. Bu da medeniyetin bir ölçüsüdür. AB destekli projeler vasıtasıyla Türkiye’de yaşayan insanlara bir şekilde kurallara uygun hareket etmenin önemi aktarılıyor diyebiliriz. Bu, küreselleşmenin de bir sonucu, AB’den başka tüm uluslararası temasların böyle bir katkısı var.
AB üyelik sürecinin genel olarak sivil toplum gibi konularda Türkiye’ye olumlu etkisi herkes tarafından kabul edilmektedir. Ancak gelinen süreçte bütün aktörlerin bu sürecin bilincinde olarak ve getirilerini bilerek bundan yararlanabildiklerini söyleyebilir misiniz?
Burada kritik nokta insanların nasıl bir ülkede yaşamak istediklerine dair kafa yorması gerektiği. Sadece AB’ye üyelik bir amaç olmamalı, bunu aşan bir kavrayış olmalı. Yani, daha özgür, demokratik bir ülkede yaşamak konusunda bir anlayış yerleşmeli. İşte AB’ye üyelik süreci buna önemli ölçüde katkıda bulunuyor. Fakat bu anlayışın gelişmesi de bugünden yarına olacak bir şey değil.