Doğrunun ne olduğu çeşitlendiğinde
Aslında konuya öncelikle çeşitli perspektiflerden yaklaşmakta fayda var. Birincisi, insanların “doğru” üzerinde anlaşamamaları diyebiliriz. Burada bir ahlaki çoğulculuk ve objektif veri üzerinde herkesin farklı okumalar yapmasını gösterebiliriz. Değerler düşüncesi ve/veya sisteminin içerdiği değişiklikler burada doğruları çeşitlendiriyorlar. Doğrunun tanımlanması, anlaşılması ve yorumlanmasındaki bu iyi olarak görülebilecek çeşitlilik doğruyu da çeşitlilik üzerinden tanımlıyor. “İyi” fikrinin bir paralel yansıması olarak görülebilecek bir noktada bu çeşitlilik, anlaşılmanın ve istenilen yaşamsal durumun içeriklerini bir tür artırıma da götürüyor diyebilir miyiz? Çoğulculuk meselesinin burada önemli bir yeri var. Üstelik bu çoğulculuk meselesi çoğu noktada kendisini olumlu bir kavram olarak da gösteriyor. Doğrunun çeşitliliği çoğulculuğu da çeşitlendiriyor diyebiliyoruz. Objektif doğruluktan uzaklaşıldığı ölçüde de bir Rand’ci mistisizm fikrinin yer ettiği düşüncelerin de farkında olmakta fayda var. Hayatı rasyonel temelde yaşamak için gerekli olduğu düşünülen bir objektif bakma hali.
Objektif doğruları da ortaya koyan çeşitlilikler durumuna da dikkat çekmek gerekiyor. Doğru burada çoğalıyor denilebilir. Doğrunun anlattıklarının da katlanarak artması, bir doğruların kesişme halini ortaya çıkarıyor diyebilir miyiz? Bu kesişme noktasındaki farklı perspektiflerin karşısındakini doğru olarak tanımlamamayı tercih etmesi de var, konunun içinde. Mutlak çoğulculuğun adım atma tercihlerine yarayan doğruyu bilmeyi de çoğalttıkça bunun bir mutlak hareketsizliği bize gösterdiğini fark edebiliriz.
Doğrunun karşısında propaganda olduğu zaman
Siyasetin en keskin noktalarından bir tanesi propaganda. Daha çok otoriter siyasetin gördüğü şekliyle bir “mücadele” aracı. Aynı zamanda bir “doğru belirleme ve yaratma” aracı. Siyaseti yönetenin oluşmasını istediği düşünce ve hallerin “yaratanı”. Bir siyaset yaratmanın da ifadesi aynı zamanda. Olanı ve olmayanı önemsemeden, doğrudan istenilen bir faydanın elde edilmeye çalışılması aracı. Üstelik, propaganda yapmanın da ne kadar doğru olup olmadığı da bize bir düşünme alanı açabiliyor. Propaganda yapmadığında kaybettiklerinin bizi doğruyu yaşamaktan uzaklaştırması konuyu daha da sertleştirebiliyor. Bir siyasal naiflik suçlaması, propagandadan uzak yaşayana yüklenebiliyor. Gerçek, propaganda da gerçekliği şekillendiremeyen doğrusu ile kaybeden halinde kalır denebiliyor. Burada yine Rand’ci objektifliğin propaganda olmadan doğruyu bize vermesini de aklımdan çıkarmamaya çabalıyorum.
Doğrunun karşısında pragmatik fayda olduğunda
Doğruyu söyle, uygula ve kaybet denildiğinde eldeki en verimli politika pragmatik faydayı elde etmek denebiliyor. Pragmatizmin hâkim bir siyasal düşünce olmasından da başka bir sonuç çıkmasını beklemek “doğru” olmayabilirdi. Kaybettiren doğrunun tercih veya bir tür seçenek olmasının itibarsızlaşması aslında. Yanlışlar içerisinde kazanmanın “doğru” sayılması. Doğruların yanlışları tamamlaması. Elde edilenlerin çokluğunun nitelikleri bir kenara bırakması ve yanlışın daha az ile tanımlanması da konunun içinde var. Otoriter bir siyasetin gücünü arttırması da bunun içinde yer alabilir, “doğru” olamayan bir hamle ile uluslararası ilişkilerde bir “çıkarın” elde edilmesi de. Silahların çokluğunun niceliği faydayı belirlediğinde, “doğru” da onun yanında yer almak halini alıyor. Devletlerin gayri ahlakî kabulleri de bunun evrimleşmesinde önemli bir rol oynuyor.
Bir uluslararası ilişkiler stratejisi olarak “yanlış” üzerinden yanıltma
Devletlerin ahlakiliği görmezden geldiği hâkim siyaset anlayışı “doğru” ile olan ilişkiyi aşındırmada önemli bir yer alıyor. “Doğru” ol ve kaybet reel politikinin gayri ahlaki dünyasında devletler tercihlerini makyavelist çıkara odaklıyor ve konumlandırıyor. Çıkar çatışmalarında doğru devamlılık içinde silikleşiyor. “Kaybettiriyorsa ve kazandırıyorsa” kelimeleri bir hayatta kalma halini belirlediğinde gittikçe sığ bir düzeyde de “fayda” tanımlanıyor. Fayda olmayanın fayda olarak görülmesinin çoğulculuk olduğunu iddia edebilir miyiz? Burada bir parantez içinde, edebiyat ve film dünyasındaki anti-kahramanların gördükleri ilgi ve itibara bakabiliriz. Ölüm halinin yansıması olarak, olanların “beğenilmesi” ve elde ettiklerinin parlatılmasının anlattıklarını ciddi bir şekilde düşünebiliriz.
Uluslararası ilişkiler içerisinden konuya bakarken küçük bir kurgu ortaya koyalım. Aslında gerçekte olduğu da söylenebilecek bir kurgu veya kurgu olduğu iddia edilecek bir durum.
ABD-Birleşik Krallık-AB ve Rusya-Çin ekseninde bir “yuvarlak masa” toplantısında veya müzakeresinde olduğunuzu varsayın. Toplantı hangi temelde başlardı? Herkes hamle başlangıcı olarak “doğru” kartını mı oynardı? Karşılıklı güvensizliğin maksimize olduğu bir ortamda belirsizlik içinde kamufle olacak tarafların stratejileri doğrunun karşısında faydayı gördükçe ortaya hangi haller çıkardı?
Birbirlerine, konumlandıkları yerleri doğruluk içinde açıklamak ne manaya gelirdi? Askeri kapasitelerinin detaylı bir açıklamasını mı sunarlardı birbirlerine? Kamufle olmak askeri bir tanım değil mi? Hatta daha basit bir söylemle “suyu bulandırmak” başlı başına bir strateji ise ne dememiz gerekir? Batı bloğunun doğrusunun farklı bir ahlak, kolektivist-otoriteryen bloğun doğrusunun farklı bir ahlak olduğu söylendiğinde Rand’ci bir objektif doğrunun da oluşamayacağını varsaymak durumunda kalıyorum. Veya en sert objektif gerçeklik savunucusu ve kuramcılarından biri olarak Rand’in bu tip müzakerelerde gündeme acaba ne kadar geldiğini de sormam gerekiyor. Bireysel olarak, Rand’ci bir objektif ahlak fikrinin tarafında olduğumu da belirtmeyi unutmuyorum.
Düzenin olmadığı yerde doğru ne kadar olabilir?
Küresel siyaset dünyasının en belirgin tanımlarından bir tanesi bizce düzensizliktir. Ne kadar keşfedilmeye çabalansa da, bir şekilde ortaya çıkmamasının bize anlattıklarının ne kadar çok olduğunu bilmekte “fayda” var. Düzensizliğin bilinemezlikleri çoğalttığı yerlerde eldeki stratejinin veya hamlenin doğruluğu da farklı şekillerde sınanıyor. Serbest piyasa ekonomisinin işleyişi olarak yorumlanan kurucu rasyonalizmden uzaklık ve bunun getirdiği işlerlik tamamıyla bilinemediği için de kontrol edilemeyen bir süreç ve devamlılığın yarattığı “fayda” siyasal tercihleri bu yöne doğru götürüyor. Planlamacı kurguculuk ve kendiliğinden doğan düzenlerin farklı sonuçları düzensizliği söylerken, bu düzensizliğin doğruyu verdiğini de görüyoruz. Rasyonel olarak açıklanamazın doğru olamayacağını bilimsellikle tanımlayan pozitivist-bilimsici episteme içindeki düzenin ahlaki doğruluğu ise gayet sert bir tartışmayı beraberinde getiriyor.
Şunu da söylemem lazım: Burada “manipülasyon temelli mücadele” isimli yazımın devamı olarak da görmek istiyorum buradaki fikirleri. Oradaki düşünceler ve açıklamalarla da meseleye bakılabiliyor. Bu kadar sert bir manipülasyon stratejisinin getirdiği doğrunun ahlakiliği bize yeni düşünme alanları açıyor. Buradan da yeri geldiğinde devam etmeyi istiyorum.